16/09/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Doğru hayat stratejisi diye bir şeyden söz etmek mümkün mü, bilemiyorum.

Doğru hayat stratejisi diye bir şeyden söz etmek mümkün mü, bilemiyorum. Ama geylerin, kendilerine dayatılan hayat stratejilerine karşı onurlarını kaybetmeden hayatta kalabilme konusunda kendi stratejilerini yaratması kaçınılmazdır.

Dünyanın heteroseksüelleştirilmesi ve bunun tartışılmaz bir mutlak olarak egemenliğini korumak, yalnız militan heteroseksüellerin, muhafazakâr sağın, din ve devlet kurumlarının, görevi değildir.
 
Bu görev, hepimize dağıtılmıştır. Bu yalınkat dünya tasvirinin meşrulaştırılmasında heteroseksüellerin yanı sıra geyler de görevlidir. Toplumsal mutabakat ancak bu ön kabul üzerinden gerçekleşebilir. Onlar, ev sahibi. Biz, sığıntı.
 
Heteroseksüel dünyanın popüler kültür platformunda durmadan ve ısrarla yeniden ürettiği dil, öncelikle geyleri ve geyliği bir tecessüs nesnesi olarak pazarlamanın yanı sıra, gey olmanın hayattan, üretim ilişkilerinden kopuk, yalıtılmış, dolayısıyla lanetli bir resmini çizmeye ayarlanmıştır.
 
Becerisi olmayan mutantlar. Ya da becerileri soytarılıkla kısıtlı kadın-erkek eskizleri.
Otuz yıl öncesine kadar elektrik ve iğdiş etme yöntemleriyle 'sağaltılması' gereken bir ruh hastalığı değil, geylik.
 
Zindanlara tıkılması gereken suç olmaktan çıkalı ondan biraz daha fazla oldu. 
Bütün bunlar, hak ve özgürlükler siyasetinin gelişmesiyle, geylerin sözlerini dolaşıma sokmasıyla kazanılmıştır. Sevgili ülkemizde ise yakın zamana kadar yok sayılan, görmezden gelinen eşcinsellik artık tanınıyor. Ama koşullu bir kabul bu.
 
Bana kalırsa, geyleri ve gey siyaseti bekleyen en büyük tehlike, heteroseksizmin affına uğramak, heteroseksizmin ‘affetme stratejisi’ karşısında çaresiz kalmaktır.
Zaman 'bağışlanma' zamanıdır çünkü.
 
İnkâr edilmenin, yok sayılmanın ateş çemberinden geçtik. Tarihi yazanlar, resmi kalemleri ellerinde tutanlar, bu topraklardan eşcinsel çıkmayacağını, bu sapkınlık türünün batının aşırılıklar tarihinin üretmiş olduğu bir hastalık olduğunu ileri sürdüler, on yıllar boyunca.
Kaldı ki Zeki Müren'in bile eşcinselliğine inanmak konusunda son derece isteksiz bir toplum için yüce Osmanlı'nın kimi yüce padişahlarının erkek aşkları toplumsal kayıttan kolaylıkla uzak kalabiliyordu.
 
Tarihi eşcinsel aşklar konusunda geriye doğru silme çabalarının en gülünçlerinden birini hatırlıyorum.
Yıllar önce Antalya'da dikilecek Attalos heykeli çevresinde yaşanan, Aziz Nesin dünyasına rahmet okutan tartışmalar bu topraklarda yaşayan çok insanı eğlendirdiyse de kimseyi şaşırtmamıştı büyük ihtimalle.
Antalya Gönüllü Kuruluşlar Platformu üyeleri, Antalya şehrindeki 46 sivil toplum örgütü adına kıyameti kopartmıştı, basına kalırsa. Heykelin yerleştirileceği kaideye tırmanıp bir bildiri okumuşlardı. Şöyle: ‘Antalya 2. Attalos'dan önce bir yerleşim birimidir. Bu kişinin (muteber bir zat olmadığını belirtir) kenti genişletip ismini verdiği öne sürülmektedir. (burada da külyutmaz toprakseverin kuşkuculuğuna dikkat) Attalos bazı rivayetlere göre eşcinsel bir yöneticidir. Anadolu'da her işgalcinin heykelini dikeceksek, Romen Diyojen'in, Venizelos'un heykellerini de dikelim.’ (yani sonradan gelen Türkler işgalci olmuyor. Keşke bir gayret kazılarda Türk Neandartaller bulunsa da onların heykellerini diksek) Şehrin 800 yıldır Türk kimliğiyle tanındığını belirten Çiçek, ‘Attalos yerine işgalci güçlere direniş başlatan Korkutelili Mustafa Haşmet'in ve Korkutelili Mehmet'in heykelinin dikilmesini istiyoruz’
 
Antalya Belediye Başkanı, eksik kalır mı, hemen cevabını verdi: ‘Attalos'un eşcinsel olduğunu ileri sürüyorlar. Attalos eşcinsel değil. Kaldı ki ben insanların bu yönüyle değil, yaptıklarıyla ilgilenirim.’ Demeye kalmadı, Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sencer Şahin, devreye girerek, Attalos'un ne eşcinsel ne de sapık olduğunu belirtti. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Prof. Dr. Wolfgang Radt da Cumhuriyet gazetesinin özetiyle ‘2. Attalos'un KESİNLİKLE eşcinsel olmadığını, başarılı bir devlet adamı olduğunu belirtince’, Antalyalı da Antalya'ya sahip çıkan Türkiyeli vatandaş da derin bir soluk alıp bir ağızdan 'güneş balçıkla sıvanmaz' deyu ünledi. Bilimsel, siyasi, sivil, militarist, sağ, sol dil örgülerinin bunca birbirinden beslenip birbirini beslediği yekpare bir yapı, muhteşem bir konsensus da işte ancak eşcinsellik söz konusu olduğunda yaşanabiliyor elbet. Eşcinselliği, dürüstlüğün, iyi devlet adamlığının, insanlığın yücelttiği bütün erdemlerin karşısına koyan, sapıklık diye adlandıran, binlerce yıl sonra da olsa kendi kısıtlı imkânlarıyla cezalandırmaya çalışan dilin bir nefret suçu olduğunu hiç akıllarına getirmiyorlardı elbet. Sonuçta iki bin küsur yıl öncesinin bir tarih figürü kaidesine çıkarılmadan evvel GATA'dakileri aratır bir 'eşcinsellik muayenesi'nden geçiriliyordu.
 
Şimdi, gey olduk. Sınıfları doldurduk. Her kesimden, her sınıftan gey çıkabileceği, can sıkıcı bir gerçeklik olarak kabul edilmiş durumda. Artık affedilmemize geldi sıra.
Hoşgörüyle terbiye edilip, suçsuz bahtsızlar olarak kabul görmek şimdiki aşama.
Bu 'affedici' dilin baskıdan, tehditlerden bunalmış kimi insanlar için yeğ olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Kendini sonunda bağışlanmış hissetmek ömrünü bir suç gibi sürükleyenlere iyi gelebilir. Ama bu durum yok sayılmaktan daha parlak bir hayat sunmuyor hiçbirimize.
 
Geçenlerde genç bir dizi oyuncusunun söyledikleri ve onları manşet yapan gazete, bana bu dönemin en dolaysız anlatımı gibi geldi. Genç oyuncu, ola ki bir gün bir oğul sahibi olursa ve o oğul da eşcinsel olursa, kendini suçlayacağını; eşcinselliğin babanın ilgisizliği ve çocuğun örnek almak için kadın yetişkinlere yönelmesi sonucu oluşan bir arıza olduğunu söylüyordu.
 
Bu hevesli genç, suçluyu bulmuştu. Eşcinsel, ona kalırsa suçlu değil, bir suçun cezasıydı.
Şimdi, bu yaklaşıma hepimiz fena halde aşinayız.
Bu memlekette cehaletin bambaşka bir kibri olduğunu, hiç mahcubiyet taşımadığını biliriz. Ama 20 yaşında bir gencin kendinden bu kadar emin bir dille insanlık hallerinden herhangi biri üstüne ahkâm kesebileceğine inanıyor musunuz? Eşcinsellik konusunda ise herkes rahatlıkla fikir yürütebilir, bilimsel olduğuna kalıbını basacağı teoriler uydurabilir. Bu alan, boş ve ehliyet gerektirmeyen bir alandır nasılsa.
Bu genç adam da suçun gerçek failini ilan ederek geylere hizmet ettiğine bile inanıyor olabilir. Niyeti kötü değil. O, affediyor. Affedilmesi gerektiğine inanıyor.
 
Özellikle bu topraklarda LGBTT hareketi, batıdaki muadillerinin yıllar önce mücadele edip hayattan elemiş oldukları ilkel bir dille yüz yüze gelmek zorunda.
Şimdi insanlık ve insan hakları 'trendy' bir alan ya; geylere fazla yüklenmemeliyiz, suç onlarda değil, sevgisiz ana-babalarda muhabbeti, 'ne yapalım, onlar doğuştan böyle' çok bilmişliği, velhasılı bu konuda heteroseksizmin ürettiği bütün kalıplar hayatımızı ve varoluşumuzu bir arıza, bir suç, bir lanet, bir ceza olarak yazmakta kararlı.
Geylerin kendilerini suçlu hissetmeleri, bir kaza olduklarına inanmaları, sistemin bekası için elzem.
 
Müttefiklerimizi seçerken bu yüce gönüllü heteroseksizm temsilcilerinden uzak durmak zorundayız. Açık düşmanlıktan daha zehirli, onların sunduğu şerbet.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam