02/11/2015 | Yazar: Selçuk Candansayar

Şiddet dalgası başlamadan önce toplumun geneline yayılan umut ve coşkuyu hatırlayın.

Beş ay içinde seçmenin neredeyse %10’ una, ‘hata etmişim yeniden AKP’ye dönüyorum dedirten ne’? Eğer seçim sonuçları hilesiz hurdasızsa, önümüzdeki dönemde bizi bekleyen siyasal kriz boyunca bu soruya da yanıt bulmak zorunlu.

İlk yanıt, ben ettim sen etme olabilir mi? 7 Haziran’dan sonra bir kaç gün sus pus olup, sarayından bile çıkamayan ve ancak Deniz Baykal’ın attığı can simidine tutunarak soluk alabilen RT Erdoğan, geri adım atmaktansa ucunda ölüm olsa giderim stratejisini uyguladı.

Tabii ki ölen biz olduk ama, beş ay içinde ülkenin tümü dehşete kapıldı. Ankara’ nın göbeğinde bile yüzden fazla kişiyi öldürebilen şiddet dalgasının toplumu korkutup, sindirdiği açık. Her an ve heryerde patlayabilecek değil muhaliflerin olduğu her yerde patlayabilecek canlı bombaların toplumu ürkütmesi anlaşılabilir. Ne yazık ki bu toprakların ezici çoğunluğu iktidarda bir zorba olduğunda boynunu büküyor. Sakın peki ya Gezi demeyin, onlar yani biz toplumun azınlığıyız.

Seçimin kazananı AKP ise en büyük kaybedeni de MHP. Ama bu sonucu başka türlü de yorumlamak mümkün. Sanılanın aksine kaba milliyetçiliğin marjinal bir pozisyona savrulduğu, Türkiye sağının kendisini tek çatı altında toplanmak zorunda hissettiği anlaşılıyor. Demem o ki sağ ikiye bölünmüş olmayı tehlikeli olarak algılamışa benziyor. AKP haklıymış; MHP tabanı kriz döneminde AKP’li olarak ayakta kalmayı seçti.

CHP, şu soruya yanıt vermek zorunda; bunca büyük krizler, değişimler, çatışmaların arasında nasıl oluyor da ne uzayan ne kısalan bir oy oranını ‘koruyabiliyor’? Siyaseti külliyen yanlışsa oylarını düşürmesi, doğruysa artırması gerekirdi. Ama kaç seçimdir aynı oranlarda kalmasının nedenini bulmak zorunda. Üstelik her yolu da denedi; sağa açıldı, eski dincilere açıldı, liberallere açıldı, utangaç ve gizlice olsa bile sola bile açıldı. Olmuyor. Eğer CHP kurumsal bir yapıysa ve bir tarihi varsa Kılıçdaroğlu başta tüm üst yönetiminin çekilmesi ve yeni bir yönetimi oluşturmak için kendi içine dönmesi zorunlu.

HDP’nin oy kaybetmesinin asli sorumlusunun PKK olduğu açık değil mi? 7 Haziran’dan sonra ne olursa olsun, ne kadar saldırılırsa saldırılsın, çatışmasızlığa uyacağım diyememesi HDP’nin elini kolunu bağlamadı mı? Belki de barışa gidecek yolda nerdeyse kendisini bile meşrulaştırabilecek bir siyasal harekete zarar verip vermediğini ya da bunun umrunda olup olmadığını sorgular mı bilinmez. İki silahlı gruptan birini seçmeye zorlanan toplumun düzenli orduya kim sahipse onu seçeceğini bilmek bu kadar mı zormuş? HDP’nin de Türkiye sosyalistlerine ‘gel bana katıl sana listede bir iki iyi yer vereyim’ demek yerine ‘gel beraber mücadele edelim’ dese farklı olup olmayacağına kafa yorması gerekiyor.

7 Haziran akşamı ‘solun zamanı başlarken’ diye yazmıştım. Garip gelebilir, züğürt tesellisi denilebilir ama 1 Kasım sonuçlarının tam da bu saptamaya verilmiş bir yanıt olduğunu düşünüyorum. 7 Haziran, uzun yıllardan sonra solun bu topraklar için umut olabileceğinin ilk işaretini vermişti. Şiddet dalgası başlamadan önce toplumun geneline yayılan umut ve coşkuyu hatırlayın. Bu o kadar korkutucu oldu ki, daha doğmadan kafasını ezmeye çalıştılar. Tabii ki kan dökerek ve böyle bir olasılığa karşı gerekirse iç savaş çıkarmayı göze aldıklarını herkesin gözüne sokarak.

Bu topraklarda yaşamaya, hayatta kalmaya çalışan insanlara kızmayalım. İnsanlıktan umudumuzu kesmeyelim. Nazım, bir şiirinde ‘insan açlıktan ölmez ama açlık itten beter eder insanı’ der. Vicdan ve onur seçimi derken kastım biraz da buydu.

Olmadı diye küsecek değiliz, umudu kesecek de değiliz. Azız ama haklıyız. Ne yapalım çalışmaya, insanlığı savunmaya devam edeceğiz.


Etiketler:
nefret