29/03/2010 | Yazar: Emre Korlu

Gözlerini yavaşça araladı ve (Dolabın içinde bir askıya bağlı kalan elbise gibi) karşısında duran sevgiliye baktı.

Gözlerini yavaşça araladı ve (Dolabın içinde bir askıya bağlı kalan elbise gibi) karşısında duran sevgiliye baktı. Bir kaç hafta önce yaşamayı çok seven ve etrafına gülümseyişler bırakan sevgili, şimdi ayaklarının altındaki devrik iskemle üzerinde, oracıkta sallanıyordu. Uzandığı yatakta hiç kımıldayamadan bir süre bekledi. Artık zaman kavramı o kadar soyutlaşmıştı ki, geçip geçmediğini bile duyumsamıyordu. Sevgili onu bırakıp gitmişti işte. "Herkes kendi ipini kendi çeker." diye her satır başında konuşması ve konyağını yudumlarken "Hayatın kısacık halini dolu dolu yaşamak lazım." deyişi uzaklarda kalmıştı artık.

"Uzaklık" kavramı "O", elbise askısı kadar yakınında olsa da, anlamını yitirmemişti. Yani kaybedilen her şey aslında, kaybedilişliğinden bir şey kaybettirmiyordu geride kalan için. İntiharın sözlük anlamına bakılması da şart değildi artık. Sevgili öyle ya da böyle gitmişti. Anlık bir karar değildi bu ve o tutuklu kaldığı yatağından kalkarak bu kararı ne zaman almış olabileceğini düşündü. Aslında hangi gün, hangi saat intihar etmişti, ayrılamam dediği sevgilisi. Belki birbirleriyle şakalaşıp kahkahalar atarken, belki yorucu bir seks sonrası uykuya daldıklarında, belki de iyi bir akşam yemeğinin ağızda bıraktığı sarımsak kokusunu bastırmaya çalışırken bir nane sakızını çiğnemeye başladığı anda. Bir kavga sonrası belki de, ama o gün sadece yeni bir saatin yere hızlıca  düşüp parçalanması intihar etmesini gerektirir miydi? Yani diğer basit nedenler gibi bu da, basit bir neden değil miydi onun için?

Bilmiyordu, hiçbir zaman bilemeyecekti de; Hangi gün ne zaman intihar etmişti ‘ayrılamam’ dediği sevgilisi?
 
Duvarda eski bir avize gibi asılı duran "O"na baktı. Yüzündeki buğday rengi ifade yoktu artık. Bir kaç saat daha önce uyanabilseydi ona engel olabilir, gidişi erteleyebilir ya da intihar girişimini anlayıp bir psikologdan yardım isteyebilirdi. Yine geç kalmıştı. Bu kez tartışma sonrası suskunluğuna benzemeyecek kadar sesliydi aslında ortalık.
 
Petrol mavisi kapının paslı kolundan tutup, açılmasına tanıklık ederken adını bile bilemeyecek bir halde, yoldan geçen arabalardan sevgilisini kurtarmaları için yardım talep edecek kadar kaybetmemişti umudunu. Belki gelecekler ve iki cinsiyetin aynı olduğunu görüp "İbne!" diyecekler, sonra gerisin geriye çıkıp gideceklerdi otobandan. Ama o tam tersini savunacak, dağınık yatağa, çıplak sevgiliye ve kalçasında eskimiş iç çamaşırına onların anlayışla karşılayacağı bir anlam yüklemeye çalışacaktı. Çünkü çoğu insan böyleydi ve yanında mutlaka birden fazla kadın bulunurdu. Otoban kenarında yolda bekleyen insanlardan sakınarak geçen her arabaya el salladı.

Geç kalınmışlığı kendine yedirmek istemeyip o kadar çırpınsa da,  gerisin geriye döndü kapı kilidi bozuk, gizlice buluştukları küçük evlerine. Duvarda asılı duran sevgiliye sarılıp ağlamaktan başka çaresi kalmadığını anladığında umut artık yerini birileri gelse bile kurtulamayacak bir ölüm soğukluğuna bırakmıştı.
 


Etiketler: yaşam
nefret