25/07/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

Derdim siyasi analiz yapmak değil, olup bitenin politik ruhunu ortaya çıkarma çabası.

Erdoğan ve onun şahsında billurlaşmış iktidar her geçen gün yalnızlaşıp, kendi içine kapanıyor. Daha birkaç ay öncesine kadar az sayıda kişi dışında kimsenin tahayyül edemediği bir kırılma oldu, Türkiye’nin ruhunda. İktidarın, polis ve yargı şiddetine bu denli abanması, sanki gördüğü ve onu paniğe sürükleyen bir tehlikeyi can havliyle önleme çabasına benziyor.

Yorgan altına saklama olasılığı tükenen ekonomik krizi, Gezi İsyanı’na yıkma çabasından daha öte bir hal var havada.

İktidar bloğu daralıyor; destekçiler ve beslenenler hızla uzaklaşıyor. Bu uzaklaşma farklı saiklerle verilmiş olsa da ortak karara benziyor. İktidar itiyor, gidenler de zaten ayrılma yanlısı. İktidarın ki korkudan yancıların ki panikten.

2002 yılında iktidara gelmesinden bu yana AKP bir kez 2009 yerel seçimlerinde tökezler gibi olması dışında her daim gücünü artırarak büyüyordu. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini gücünü kendisine de kanıtlayarak aşmıştı. Dahası 2010 Referandumu ve 2011 seçimleriyle de rakipsizleşmenin getirdiği sakil bir hoşgörü kumkumasına bile dönüşmüştü.

Başta liberaller ve şu ‘yetmez ama evetçiler’ olmak üzere en küçük bir ideolojik ve kültürel benzeşmesi olmayanlara kucak açmış; onlara ‘devletin olanaklarını’ sanat yapmaları, siyaset üretmeleri, kültürel zenginliklere zenginlik katmaları için sonuna kadar açmıştı! Bu yanıyla da geçmişin ‘Kemalist bürokrat aydın ve sanatçılarına’ benzer bir zümre bile oluşturmuştu.

Sonra bir şey oldu… Bir şey oldu ve AKP, bir yıl önce dört ölümcül hata yaptı. Suriye, 4+4 Eğitim sitemi, Roboski ve kürtaj- kadın politikalarıydı bu hatalar. Demem o ki AKP’ nin çöküş emareleri bir yıldan uzun süre önce ortaya çıkmaya başlamıştı.

Derdim siyasi analiz yapmak değil, olup bitenin politik ruhunu ortaya çıkarma çabası.

AKP, bir yanıyla Hollywood filmlerinin çok kullandığı, edebiyatta da sık yinelenen bir şablon karaktere çok benziyor. Hani aslında hiçbir özelliği olmayan biri, garip tesadüfler sonrası çok önemli biri sanılır ve tüm gücü ele geçiriverir. Ardından içinden geldiği gibi kararlar almaya başlar. Bu kararlar var olan sistemin insanlık dışı yanlarını ortadan kaldırdıkça toplum o sıradan kişiye giderek mistik bir güç vehmetmeye başlar. Şablon, sistemin anlamsızlığının, insanlık dışılığının açığa çıkarılması için bir araçtır.

Ama özellikle Hollywood bu şablonu hiçbir zaman bir sistem sorgulamasına götürmez ve tadında bırakır. Biraz makyaj, kötü adamların iktidardan uzaklaştırılması ve sıradan adamın da iktidar aygıtını biraz terbiye ettikten sonra evine dönmesiyle tamamlanır.

Türkiye’de bu süreç tadında biteceğe benzemiyor. Bir şekilde gücü ele geçirenler ikili bir değişim yaşadılar. Önce onlar da kendilerinde bir güç olduğuna inanır oldular, aynı zamanda da gücün tadını aldılar. Ele geçirilen gücü toplum yararına kullanmayı akıllarının ucundan bile geçirmeden, tersine ne koparsak kardır güdüsüyle yağmalamaya başladılar.

Türkiye’nin ve belki de bölgenin tarihsel şanssızlığı her şeyin satılabilir olması demek olan ekonomik sistemin, her şeyi satmaya dünden razı olanlarla eşleşmesi oldu galiba. Belki de başka türlüsü de mümkün değildi.

Ama hayat neyse ki her zaman karşıtını üreterek var oluyor. Bireysel özgürlüğü bir pazarlama nesnesine dönüştürüp, satmaya kalkanlar, ummadıkları bir bireysel özgürlük talebiyle karşı karşıya kalıyorlar. Kadın özgürleşmesini iktidarı ele geçirme stratejisi olarak kullananlar, özgürleşen kadınlar karşısında apışıp kalıyorlar.

Şimdilerde içerde, dışarıda, ekonomide ve siyasette sıkışmış bir halde olan iktidar, iplerin kendi elinde olduğu yanılsamasından kurtulsa bile çok geç olacağa benziyor.

Satmak için özgürleştirdiklerini sandıkları satma sistemine karşı birleşiyorlar. Bu satış için reklam ajansı gibi kullandıkları ise iktidarı satıyor. AKP dönemi insandan umudun kesilmesine ön ayak olmuştu ama neyse ki insanlıktan umutlu olmak için çok neden var.


Etiketler:
İstihdam