25/04/2009 | Yazar: Elif Gazioğlu

Kaos GL’nin web sayfası yenilenmeden önce, sayfayı her açtığımda gözüme ilk ilişen ‘gey-lezbiyen işçi ağı’ amblemi olurdu.

Kaos GL’nin web sayfası yenilenmeden önce, sayfayı her açtığımda gözüme ilk ilişen ‘gey-lezbiyen işçi ağı’ amblemi olurdu. İlk sayfanın alt köşesinde, sanki sayfanın geri kalanından ayrı, biraz dışlanmış, biraz kendisini izole etmiş iki çizgi işçi, öylece bakardı. 1960’larda, Avrupalı sosyalist çizerlerin kaleminde hayat bulmuş, güçlü, kaslı, maskülen işçi stereotipini andırıyorlardı. Mavi yakalıydılar, biraz öfkeli, biraz yorgun ama umutluydular. 

Ne zaman laf arasında ‘işçi’ geçse, benim de gözümün önüne, Beylikdüzü’de otururken iki sokak ötemizdeki beyaz eşya yan ürünleri fabrikasında çalışan alt komşumuz Salih amca ya da aynı fabrikada çalışan kızı Güler, Güler’in iş arkadaşları değil de, bu stereotip gelir. Hatta literatüre uzun zaman önce yerleşen beyaz yakalılar kavramsallaştırmasına da alışamadım, yine muhtemelen bu yaygın mavi yakalı işçi imajı yüzünden. Koca bir sınıfı, dünyanın ikinci en büyük toplumsal grubunu tek bir resme indirgeyen ve onu homojen bir bütün olarak kabul eden yaklaşım, sevinmeli miyim üzülmeli miyim bilemiyorum, ama sadece benim bakışımı çarpıtmıyor. Ön yargı, besleyenle kendisine karşı beslenen arasındaki uçurumu sürekli açıyor ve bu, sadece bakışımızı değil, yaşam pratiğimizi de etkiliyor. İşçi sınıfı ve LGBT bireyler konusu özelinde ise ön yargı, ya işçi sınıfının tamamının homofobik olduğu ya da emekçi kesimin yaşam koşulları gereği homofobik olmaya en az yatkın toplumsal kesim olduğu şeklinde, birbirine zıt iki kutupta şekilleniyor.
 
Bu ikinci yargının, yani işçi sınıfının doğası gereği en az homofobik kesim olduğu savunusunun dayandığı temel dayanak, homofobiyi, belli bir sınıfsal kesimin belirlediği ahlak normlarının bir ifadesi olarak gören anlayış aslında. Bu anlayışa göre, homofobi, orta sınıfın püriten ahlak anlayışının bir ifadesidir. Bu ahlak anlayışının uygulama koşullarına sahip olmayan işçi sınıfı, bu yüzden, homofobiden azadedir. Hatta bir arada geçirdikleri uzun çalışma saatleri ve sosyalleştikleri alanların çok kalabalık olmalarından ötürü sürekli yakın temas gerektirmesi, özellikle erkek işçiler arasında geyliğin yaygın olmasını da beraberinde getirir, bu anlayışa göre. Ancak eşcinselliğe sınıfsal bir açıklama getirme çabasındaki bu savunuya Marksist bir bakış atılırsa, büyük gedikleri olduğu görülür. Bunlardan en önemlisi de, sınıflı toplumlarda alt sınıfların ahlak anlayışlarının, egemen sınıflarca belirlendiği gerçeğidir. Yani, üretim şartlarının egemen sınıfça belirlendiği bir sistemde, dominant zihniyetin de aynı sınıf tarafından belirlenmesi kaçınılmazdır.
 
Önyargı kutbunun diğer ucundaysa, daha çok LGBT bireylerin kendilerince beslenen, işçi sınıfının homofobik bir sınıf olduğu savunusu duruyor. Aslında bu savunu da ilk savununun dayanaklarına yaslıyor sırtını ama duvarın öbür tarafından. Yani, yine erkek işçiler örneğinden hareketle, erkeklerle dolu çalışma saatlerini ve sosyalleşme ortamlarını, ataerkil egemen homofobik ahlak anlayışının yeniden üretildiği yerler olarak kabul ediyor bu anlayış ve işçi sınıfını, farklılığa geçit vermemek üzerinde oydaşmış homojen bir grup olarak görüyor.
 
Bu iki önyargı da, işçi sınıfından LGBT bireyler üzerine yapılan çalışmalarla yıkıldı çoktan. Özellikle Queer teorinin akademiye girmesiyle hız kazanan bu araştırmaların ortak noktası, her toplumsal grup gibi, işçi sınıfının da homojen bir bütün olmadığını, LGBT bireylere bakışı belirleyen şeyin, bireylerin sadece sınıfsal konumları olmadığını, dolayısıyla işçi sınıfının da içinde homofobikler olduğu gibi, olumlu bakanların da olduğunu gösteriyor olmaları.
 
Doğaldır ki Türkiye pratiğinde de durum farklı değil. Ancak, en baştaki ‘gey-lezbiyen işçi ağı’na dönersem, eşcinselliğe sınıf gözlüğünden bakınca, Türkiye bağlamında akla acıklı ironiler geliyor. Düzenli internet erişiminin nüfusun büyük bölümü için lüks olduğu bir ülkede, gey ve lezbiyen işçilerin internet üzerinden örgütlenecekleri olasılığı hâlâ çok ütopik. Ayrıca, sadece büyük şehirlerde bulunan, eşcinsellerin sosyalleşme mekânlarına ancak üst ve orta sınıfın karşılayabileceği ücretlerle girilebildiği bir gerçek. Aileye ve çevreye açılmayı mümkün kılan eşcinsel bilinç de maalesef merdivenin daha çok eğitimli, meslek sahibi, orta/üst sınıfının ulaşabileceği bir basamağında duruyor. Dolayısıyla sosyalleşmenin de, bilinç yükseltmenin de yolları kendilerine kapalı olan işçi LGBT’lerin kendilerini ifade edebilmeleri, şu koşullarda çok çok zor. Bu da, tabi ki, işçilerin LGBT olmayacağına değil, olanların kendilerini, diğer toplumsal kesimlerden daha fazla bastırmak zorunda kalacaklarına işaret ediyor. 


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
nefret