11/02/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

İşçinin soluğuyla ısınıyoruz bu kış.

İşçinin soluğuyla ısınıyoruz bu kış.

Tekel işçilerinin eylemi 55. günün doldurdu. Çeşitli şehirlerden gelip Ankara’nın böğrüne çöken işçilerden 142’si açlık grevine oturdu bile. Türk-İş Genel Merkezi’nde.

On günlerdir işçiler Ankara’nın keskin ayazında çadırlarda sabahlıyor, soğuğa soğuk demeden haklarının peşine düşmüşler.

Akıl veren bol bulunur elbet. Bu direnişin nasıl bir kuş olduğu, kanadını nereye vurup hangi doruklara havalanacağı üstüne tevatür çeşitli.

Tarihinin soluksuz bir hız kazandığına inandığım Türkiye Cumhuriyeti, böyle bir grevle zorlu bir sınavdan geçiyor bir yandan. Aynı sınav bütün siyasi oluşumlar için de geçerli.

Nitekim sol siyasetin farklı dallarından Ankaralılar, Feministler, ÖDP’liler, TKP’liler, Halkevleri, Sosyalist Parti’li, İGD’li gençler, Öğrenci Kolektifleri, Akademisyenler, Anarşistler direnişin kalbinde saf tutmaya çalışıyor. Sonunda filizlenecek bir sınıf mücadelesinin ilk adımları olarak gördükleri belli Tekel işçileri direnişini.

Öte yandan CHP’sinden MHP’sine ulusalcılar, ordularından ümidi kestiklerinden beri Tekel işçilerinin zaferin tahayyülüne Tayyip’in devrilişini yazma çabasında.

Onlara kalırsa yakalanmış bu fırsatla AKP’nin suyu ısıtılabilir.
Elbette bu direniş, AKP’yi de büyük bir sınavdan geçiriyor. O cenah da çalışan kesimlere karşı gelenekselleştirmiş olduğu hoyratlıkla davranıyor, Başbakan yampiri bir ‘yemezler’ raconuyla direnişe yükleniyor. Direnişçileri boş oturan baş belaları olarak nitelendiriyor. Maalesef Özal dönemini kaçırmış kavruk prens karikatürü Maliye Bakanı, ‘merhamet ettik, hatamız bu’ sözleriyle yüce arsızlık kütüğüne adını yazdırıyor. Orada, direniş alanında işçilerden çok provokatörlerin bulunduğundan dem vuruyor, polislerini direnişçilerin üstüne salıyorlar.

AKP siyasetinin de bu çatlağın başında durup yıllardır üstüne geçirmeye çalıştığı demokrat önlüğünü bir çırpıda attığını ve bildik sağcı iktidar söylemiyle direnişçileri ‘terörist’ ya da terör odakları tarafından kullanılan maşalar olarak adlandırdığını görüyoruz. Devletin şanlı kendini savunma refleksine sarılıyor, kısacası.

Kazanılmış hakların, iş güvencesinin kolaylıkla vazgeçilebilecek, tali ilan edilmesi an işi bir strateji meselesi olduğuna inanan pragma marka AKP siyaseti bocalıyor, tökezliyor, kendini iyice faş ediyor.
AKP, çoğu kendine oy vermiş insanlardan oluşan bir kitleyi kolaylıkla gözden çıkaran görünümü vererek elbette kendi ayağına kurşun sıkıyor.  

İşte bu uğultulu, nasıl tanımlayacağımızı bilemediğimiz bir işçi direnişi karşısındayız.
30 küsur yıl önceki işçi direnişlerine hiç mi hiç benzemeyen bu direniş karşısında sol da reel politika çakalları da ne yapacağını, ne hissedeceğini tam olarak bilemiyor.

Karamsarlar,  MHP-CHP desteğine kucak açan, kimileyin tamamıyla kendi içlerine dönük, diğer ezilen kesimlere yönelik bir tınmazlıkla savunma diline sıvanan, Ergenekon’u sahte gündem ilan eden, bir kısmı MHP’li, tarikat üyesi, İslamcı, hatta Alperen olan bu işçilerin eyleminin daha iyi bir geleceği hızlandıracak yapıda olmadığını ileri sürüyor. Kimi liberal demokratlar, onları açıkça işbirlikçi, oyuna gelen ilan etmekten sakınmıyor.

İyimserler, yıllardır özlemini çektiğimiz böyle bir direnişin dünyayı değiştireceğine inanıyor.
Arayı bulma gayretinde değiliz elbet, ama her iki ucun da bunalan acilciler olduğunu söylemekten de kaçınamıyorum.

Çünkü kanımca yeni bir dil, yeni bir deri edinmenin hayalini kurabileceğimiz bir noktadır bu direniş.
Bu hayali gerçekleştirebilmek için soyuna soyuna en derin çıplağımıza varabileceğimizin habercisidir.
Bu direniş hikâyesinde hayatımızı bire bir ilgilendiren, ayrıntı sanıp ciddiye almamaya yatkın olduğumuz öğelerin üstüne düşünmeliyiz.

Öncelikle, sokak eylemleriyle kendini gösteren, sergilenen dayanışmayla güçlenerek yükselen bir direnişin böylesine güçlü bir toplumsal kabul görmüş olması çok önemli bir adımdır.
Sendikaların, siyasi partilerin, çeşitli çekiş gücü kuvvetli aktörlerin ötesinde işçinin kararlılıkla bu mücadelenin öznesi olma konusunda epeyi yol kat ettiğini de görmek gerek.

Sol, kendi dışında örgütlenen bu eylemden çok sonuç çıkarabilir. Sendikalar da.
Nitekim sendika içi siyasetin güçleneceğini ummak büyük hayalperestlik olmaz.
Ama en önemlisi, AKP hükümetinin erkenden şişip rafa kaldırdığı

‘demokratik açılım’ konusunda Tekel işçilerinin örnek alınası bir durum yarattığıdır.
Türkiye’nin dört bir yöresinden gelen çeşitli dünya hali ve konumundan direnişçiler, bir arada bu toplumun üşüyen ellerini nefesleriyle ısıtıyor. Birbirlerini tanıyorlar. Birbirlerine dillerini emanet ediyorlar. Aydınlı işçiyle Batmanlı işçi birlikte yükseltiyorlar seslerini. Bir arada duruyor, bir arada eyliyorlar.

Kürt işçiler, Kürtçe türkülerle kutluyor dayanışmayı. Türk işçiler, Türkçe türkülerle.
Açılım tehdidinin kışkırttığı milliyetçi müdahale memleketin halklarını birbirine kırdırmaya çalışırken milyonların direnişiyle, Kürt ile Türk, milliyetçiliğin deli gömleğinden soyunuyor.

Muktedirlere karşı hak mücadelesinde yan yana gelmenin mümkün olduğunu görüyorlar.
Binlerce işçi benzersiz bir deneyim yaşıyor. Emek eksenli bir siyasetin
öznesi olarak sıfırdan başlar gibi duruyorlar işte orada.
Bana en büyük heyecanı yaşatan, bu direnişte kadınların nasıl güçlü bir katılımla meydanları şenlendirdiği. Başörtülü kadınla, ‘laik’ kadının, Kürt ve Türk kadınlarının kol kola meydanları inletmesi, kutlu bir gelecek muştucusudur.

Bu direnişi örgütlü bir sınıf mücadelesi olarak görmek güç elbette. Sonuçta gasp edilen haklarının peşinde ortak bir dile sahip olmayan bir kitlenin direnişi söz konusu olan.
Ama bu direniş, her türlü direniş ve mücadele hevesi iğdiş edilmiş işçi sınıfının ve genelde Türkiye halklarının güçlü bir dayanışma hattı oluşturabilmesi için önemli bir ilk adım olabilir.
Tekel işçilerinin mücadelesine, hangi saikle olursa olsun verilen destek, sokaklara çıkmayı meşrulaştırıyor her şeyden önce.

Hrant için
Biliyorsunuz, İçişleri Bakanlığı’nın müfettişleri, Hrant’ın katledilişinde polisleri suçsuz buldu. Meğer yalnız polisin maşasıymış suçlu olan. Böylelikle Hrant’ın öldürüleceğini çok önceden bilen, bu konuda sessiz kalan, sessiz kalınmasını sağlayan, en kirli örgütlenmeyle arkadaşımızı ölüme yolculayan kimsenin suçu yokmuş, öğrendik. Bizimle alay ediyorlar. Acımızla alay ediyorlar.

Hayır. Kimsenin yanına kalmayacak. Bugün saat 10’da bir kez daha Hrant için, Adalet için Beşiktaş İskelesi’nde olacağız. Unutmayacak, unutturmayacağız.


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
İstihdam