11/11/2009 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Türkiye’nin başbakanı kim olursa olsun, şöyle cümleler kurduğu zaman milyonlarca Türkiyelinin yüreğini ferahlatıyor: ‘Aynı şekilde nükleer silahlar konusunda, dünya kamuoyunu her ülkeye adil davran

Türkiye’nin başbakanı kim olursa olsun, şöyle cümleler kurduğu zaman milyonlarca Türkiyelinin yüreğini ferahlatıyor: ‘Aynı şekilde nükleer silahlar konusunda, dünya kamuoyunu her ülkeye adil davranmaya davet ediyoruz. Nükleer silahlar konusunda da, egemen güçlerin her ülkeye eşit mesafede olmalarını istiyoruz. Adaletin gereği budur. Elbette İran’ın nükleer programını tartışıyoruz, telkinimizi de yapıyorum. Ancak gelin, aynı şekilde İsrail’in elindeki nükleer silahları konuşalım. Gazze’ye atılan fosfor bombalarını da konuşalım. Aksi takdirde kamu vicdanı yara alacaktır. Adalet duygusu yıpranacaktır.’ 

İsrail’in elinde nükleer silahlar olduğu bilgisi yeni değil; Mayıs 2008’de ABD eski başkanı Jimmy Carter, İsrail’in cephaneliğindeki nükleer silah sayısının 150 olduğunu açıklamıştı. Yine aynı tarihte Carter, İsrail’in Gazze Şeridi’nde uyguladığı ambargoyu da, ‘halen dünyada insan haklarına karşı işlenen en ağır suçlardan biri’ olarak nitelemişti.
 
Ama olsun, yine de bir Türkiye başbakanı bu bilgileri tekrarlayınca Müslümansanız; ‘Allaha çok şükür Türkiye Başbakanı, din kardeşlerimize sahip çıkıyor’, çevreci, solcu, nükleer enerji ve bombalar karşıtı iseniz; ‘BM Güvenlik Kurulu üyesi bir ülkenin başbakanı, milletlerarası camianın en iyi bilinen sırlarından birini nihayet dile getirdi’ diye yüreğiniz soğuyor. Hatta politikayla hiç ilgisi olmayan biriyseniz bile, basit hakkaniyet kuralları çerçevesinde kendinizi ‘İsrail’e sesini çıkarmayan Batı, İran bomba üretmeye kalkınca niye bu kadar celalleniyor?’ sorusunun mantığını anlamış gibi hissediyorsunuz.
 
Peki İsrail’le, İran aynı şey mi? Erdoğan’ın Davos’ta azarladığı, Nobel barış ödüllü, İşçi Partisi geçmişli Şimon Peres ile her fırsatta kucaklamaya doyamadığı, 53 yaşındaki, birkaç Müslüman ülke dışında pek yurt dışı seyahati yapamayan Mahmud Ahmedinejad arasında ne fark var? Fark çok da, ben bugün sizlerle bu iki ülkenin ve insanın Türkiye’de pek bilinmeyen, duyulmayan bir kıyaslamasını yapacağım.
 
86 yaşındaki Şimon Peres, ülkesinin Cumhurbaşkanı olarak; İsrail’deki dinciler bir gey gençlik merkezini bombalayınca, Tel Aviv’de onbinlerin önüne çıkarak saldırıyı telin etti ve insanlarının yaralarını sarmaya çalıştı. Oğlu yaşındaki Ahmedinejat ise, kırk yılda bir alabildiği vize ile gittiği ABD’de Kolombiya Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, ülkesinde geylerin olmadığını söyledi ve dinleyicileri tarafından kahkaha ve yuhalama ile karşılaştı. İran’da ‘olmayan’ geylerden 21 yaşındaki Nemat Safavi, İran’ın kuzeybatısındaki Ardebil şehrinde daha yeni tutuklanıp hapse atıldı. 16 yaşından beri cinsel yönelimi yüzünden polis mezalimi ile boğuşan Nemat, İran yüksek mahkemesinin ölüm cezasını onaylamasını bekliyor! 
 
İsrail demokrasiye, hukukun üstünlüğüne (milletlerarası hukuku pek takmamasına rağmen) önem veren, hür basın ve muhalefetin yeşerdiği bir ülke. Mesela her türlü sorunlarına rağmen sendikacılığın mümkün olduğu, eşcinselliğin legal olduğu, hiçbir eşcinselin ordudan dışlanmadığı bir ülke. İsrail solu, benim bildiğim birçok ülkeden daha güçlü ve ülkede ağırlığı var. Ben işgal altındaki Filistin topraklarındaki illegal Yahudi yerleşim birimlerinin yapılmasına en büyük muhalefeti, İsrail’deki barış taraftarlarında gördüm.
 
İran ise, son seçimlerde hepimizin gözlemlediği gibi; muhalefetin zorla bastırıldığı, basının hür olmadığı, hür sendikacılığın ve solun illegal olduğu, eşcinsellerin idama mahkûm edildiği, kamusal alanda kadınların polis marifeti ile kapanmaya zorlandıkları, dünyada en çok idam cezasının infaz edildiği ülkelerden biri.
 
Museviler, dünyadaki oranlarına göre en çok Nobel ödülü alan, insanı, en fazla bilim insanını ve sanatçıyı çıkarırken, devrim(!) sonrası Farsiler, o muhteşem kültürün mirasçıları olmalarına rağmen sıfır çektiler! İsrail devleti kurulduğundan beri yüzbinlerce Musevi ülkelerine göç ederken; devrim(!) sonrası yüzbinlerce İranlı, ülkelerini terk edip kaçmak zorunda kaldılar...
 
Şimdi sorma zamanı geldi: Kurulduğundan beri diplomatik ilişkimiz olan; bir zamanlar Müslüman dünyasında yegâne hava köprüsü ile bağlı olduğumuz, ABD’de her sıkıştığımızda diyasporasına koştuğumuz Yahudi Devleti ve diyasporası ile aramızı hangi nedenlerle İran lehine bozuyoruz? En aşağı 500 yıldır eş, aş, yaşam paylaştığımız Musevilere karşı ülkede neden yükselen bir antisemitizm var? 
 
Maalesef sizlerin cevapları o kadar önemli değil. 7 Aralık 2009’da Obama, Erdoğan’a İsrail ve Musevilerle ilişkilerimizde ne kadar ileri gidebileceğini söyleyecek. Bizler de AKP hükümetinin ne kadar galeriye oynadığını, ne kadar tutarlı bir dış politika izlediğini göreceğiz. ABD, İsrail’in sorgusuz sualsiz müttefiki boşuna değil. Yahudiler, AKP kaypaklığının her an İslam adına İran’ın arkasına kayabileceğini biliyorlar. Son analizde AKP patronlarının, ABD’nin sözünden çıkamayacağından da haberdarlar.
 
Adı Türkiye’de henüz duyulmamışken, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan Ahmet El Beşir’i yazmıştım (ilgilenenler bakınız Ocak 2008, BirGün, Kürşad Kahramanoğlu arşivi www.birgun.net). Benim, Taraf fan kulübü arkadaşlarım arasında Abdullah Gül sempatizanı çok var. ‘Erdoğan’dan farklı, daha rafine, insan hakları konularında çok daha duyarlı’ falan diyorlar. Hepsine soruyorum: Biri, hakkında tutuklama kararı olan bir ‘insan kasabı’, diğeri yaşayan en bağnaz devlet başkanı ülkemize geleceklerdi, bu Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti bu insanları baş tacı yapıyor. El Beşir gerek Türkiye’deki, gerekse de dış muhalefet yüzünden bu sefer gelemedi. Bir daha Türkiye’yi ziyaret ederse de tutuklanıp, İnsan Hakları Mahkemesi’ne teslim edilmeli. Bilmem kaç milyon varil petrolü varmış, Hoca Efendi, Sudan’da ‘Türk Okulları’ açmış diye mırın kırın eden sözde insan hakları savunucuları ve imanları para olan iş adamları da utanmıyorlarsa, Sudan’a yatırım yapmaya devam etsinler.
 
İran Cumhurbaşkanı geldi, Erdoğan ve bilumum bakanlar İstanbul’daki oteline, ayağına koştular. Ülkesinde milyonlarca insanı ezen bu zalimi, baş tacı ettiler. Onun da petrolü var, otokratik bir düzenin başında din adına muhalefete izin vermeyen bu adama kendi halkı ‘Allah büyüktür, zalime ölüm’ diye bağırırken, AKP ‘kardeşimiz’ diye sarılıyor.
 
Beğenmediğiniz eski Cumhurbaşkanımız ‘Dışişleri Bakanlığı uygun görmedi' diye, Sudan'dan gelen ziyaret davetini geri çevirmişti’. O zaman dışişleri bakanı da Abdullah Gül’dü! Ben bir Türk olarak, tarikatlar koalisyonunun dış politikamızda yaptıkları bu din eksenli kaymadan utanıyorum. Sizler hâlâ Gül’ünüzden, AKP’nizden memnun musunuz?

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam