26/05/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Gey olduğunu açıklayan hakem Halil İbrahim Dinçdağ çok heyecanlı bir tartışma ortamı yarattı. Bu ortam da doğal olarak bir halihazır ideolojiler resmigeçidi idi.

Gey olduğunu açıklayan hakem Halil İbrahim Dinçdağ çok heyecanlı bir tartışma ortamı yarattı. Bu ortam da doğal olarak bir halihazır ideolojiler resmigeçidi idi.

Yerleşik heteroseksist ideolojinin temelinde, şayet içinden bakmıyorsanız dikkatinizi çekmiştir, eşcinselliğin çok özenilesi bir ‘tarz’ olduğu yatmakta.

Nitekim Halil İbrahim’i karşısına alıp onun ‘itirafına’ mecra yaratan spor insanları, rahatlıkla sigara alışkanlığı örneği de kullanarak ikide bir eşcinselliğin ‘özendirilmemesi’ gerektiğinden dem vuruyordu.

Homofobinin en inançlı savunusu da bu ‘özendirme-özendirilme’ meselesi olagelmiştir.
Daha birkaç hafta önce Türk Müslüman aleminin yetiştirmiş olduğu en münevver kalem, Ali Bulaç, daha önce zina konusunda göstermiş olduğu hiddet ve celale bürünüp ‘özendirme’ ortamı yaratıldığını haykırarak eşcinselleri kitle katliamcısı ilan etmişti.

Kimi yılmaz heteroseksüel aile bekçilerine kalırsa eşcinsellik dünyanın en kolay özenilecek ve yatay geçişle ilhak edilecek bir hayat tarzıdır. Size de gülünç gelmiyor mu?

Bu kadar hayran oldukları, cazip buldukları bir cinsel yönsemeye karşı savaş açmış kerli ferli adamlar.

Ezcümle, şu aralar başımız eşcinsellikle dertte.
Eşcinsellerin görünürlük mücadelesinde önemli adımlar attığı günümüzde onları tekrar ardiyelere, dolaplara kapatma çabası da hız kazandı.

Halil İbrahim’in olağanüstü bir cesaret göstererek kendisini kurda kuşa yem etmeyi göze alışı etkileyiciydi elbet. Nitekim Çakar ve benzeri spor insanları kaygılı ve saygılı bir yüzle bu ‘adamlığa’ duydukları hayranlığı hissettiriyordu. Sonuçta hakem delikanlı, pullu payetli sahne insanlarından değildi. İstese mutlaka cinsel yönelimini sır olarak saklayabilirdi.

Ama işte, hakkını arıyordu. Ortada hukuki bir mesele, açık bir ayrımcılık vardı.
Demokrat ve babacan olma kararıyla karşısına dikilmiş zevat da ısrarla reyting mucizesi peşinde hakemin ‘itirafı’nı ilan ededuruyor, ‘toplumsal bir yara’ya parmak bastıklarını söylüyorlardı.
Tabii ki ‘toplumsal yara’, eşcinsellikti. İtiraf da bir suçluyu, yani eşcinseli işaret ediyordu.
Bütün içtenliğiyle hakkını savunmak için besbelli taşralı ailesini ‘rezil etmeyi’ göze alan Halil İbrahim’in acıklı bir tonda ‘böyle yaratılmış’ olduğu, Allah’ın bir şakası olarak sahip çıkılması gerektiği belirtiliyordu.

Çünkü beylere ve heteroseksist ayrımcı dünya algısına göre eşcinsellik bir sakatlık türüydü. Halil İbrahim de inat ve azimle ‘özrü’ne rağmen normal insanların yapabildiği bir işe talip olmuş ‘desteklenmesi’ gereken bir delikanlıydı. Kaldı ki Allah tarafından yaratılmıştı.
Program boyunca ‘sonradan olma’lar dışta tutularak ‘doğuştan olma’lara ayrımcılık yapılmaması gerektiği vurgulandı. Çünkü, yanılmadınız, bu insanlar ruhları ve bedenleri birbirine zıt yaratılmış bahtsızlardı.

Eşcinselliğin, ‘ruhları bedenlerine zıt’ bahtsızların hastalığı açıklaması da elbette yabancımız değil. 2009 yılında, teknolojinin tüm nimetlerinden yararlanan, demokrat ve bilgili olduğu su götürmeyen insanların rahatlıkla bu müptezel tanıma sarılabilmelerini bir yana bırakalım. Memleketimizde inkâr ve riyanın toplumsal boyutları üstüne çok yazıp çizmişliğimiz var.
Eşcinsellerin ‘kendilerini kadın gibi’ hissettikleri tevatürünün resmi söylemin af maddesinde yer alan abuk sabuk bir inanç olduğunu biliriz. ‘Ne yapalım, büyük bir çelişkiye doğmuş garibanlar’ diskuru.

Erkeğin erkek olduğu için bir erkeği arzuladığı; kadının kadın olduğu için bir kadını arzuladığı bir cinsellik tasavvuru erkek egemen dünyayı kökünden sarsacaktır ne de olsa. 

Sonunda programın yaratıcısı Çakar, Halil İbrahim hakkındaki kararını bildirdi. Halil İbrahim’e ‘gözetim altında’ ‘bir şans tanınmalı’dır.
Kendisinde, farklı olana yönelik bir yargıçlık vehmetmenin gelebildiği boyutlara da aşinayız elbet. ‘Gözetim altında’ nasıl tutulacak? Bir cinsellik polisi mi koyacaklar başına? Halil İbrahim’den gey olduğu için nasıl bir faul yapması bekleniyor?
Şans tanıyacak olanlar kim? Hukuk böyle bir dil sahiplenemeyeceğine göre, mahalleli mi?

Halil İbrahim ve onun gibi sonunda bir küfür olarak gizli kapaklı yaşayıp kendi ruhunu yavaş yavaş çürütmekten vazgeçip ‘açılan’ geyler, itirafçı değildir.
İtirafçılık bambaşka bir insanlık hali olup ‘suçunu kabul edip’ pişmanlığa adım atmayı gerektirir.
Açılan bir gey, bunu özsaygısı için, ayrımcılığa karşı direnmek için, özne olmak için yapar.
Yalan söylemek zorunda bırakılmadığı bir hayat yaşamak için yapar. Sonunda koskoca bir hayatı saklanarak yarım yamalak yaşamışlığına bakıp pişman olmamak için yapar.
Aşkına sahip çıkmak için yapar. Kimliğine sahip çıkmak için.

Konumuz doğal olarak pişmanlığa geldi dayandı.
Otorite’nin en büyük gücü, benden pişmanlıkla terbiye etmek için örgütlenmiş bir sistemin üstünde yükselmesidir. Direniş dilinin de pişmanlığın karşı kıyısındaki arsaya inşa edilmesinin nedeni budur. Pişmanlığın, kişinin vicdanıyla vardığı bir ruh durağı olmasıyla Otorite tarafından dayatılan bir pazarlık unsuru olması arasındaki farkı unutmak ne mümkün.

Üstte olan; kendi iktidar alanı dışında soluklanacak bir delik bırakmamaya ant içmiş olan, altındakinin bütün hayatını sürekli bir pişmanlık iklimine oturtmaya çalışır. Ortada bir suç olmasa bile sürekli bir suçluluk hali, her an sorguya çekilmeyi bekleyen, her an itirafa zorlanabileceğini bilen bir ruh hali. Yürek bir gün bu gerilime dayanamayıp çatlayana dek saklanarak, fark edilmemeye çalışarak, mümkünse hiçbir kayda düşmemek için adresini bile bir sır gibi gizleyerek biraz daha uzatılan ömürler. Giderek yaşadığın için, dünyaya gelmiş bulunduğun için pişmanlık duymanı bekleyen iktidarın karasularında.

Hayatta kalmış olanların; onmaz acılarla yitirdiklerinin ardında ayakta durmaya çalışanların onurlarına tecavüz etmeyi amaçlayan pişmanlık yasası, hayatımızı bir kez daha, bu sefer dönüşü olmaz bir biçimde bizden koparacaktır.

Pişmanlık, vicdani bir meseledir. Varoluşa şart koşulamaz. İnsanları tövbeye zorlayarak, birbirlerini ihbara kışkırtarak barış tesis edilemez. Onları bu onursuz koşullar altında ‘kazandırdığın’ toplum ne barış ne de hayat üretebilir. Zor olan, yaşadığına pişman edilmiş insanları yeniden hayata kazandırmaktır.
 


Etiketler: insan hakları, aile
nefret