24/10/2008 | Yazar: Şenol Erdoğan

‘Yol göstericimiz ihtiyar, karşıdaki büyük kanyonu sağ elinin işaret parmağıyla kastederek, hafif yorgun ama güçlü, bir o kadar da huzurlu ses tonuyla —ki rüzgâra karışmaktaydı: ‘bak’ dedi… ‘Bu gördüklerini kimse sana asla anlatamaz.’ İşaret ettiği kanyona doğru sabitledim gözlerimi, bir an için sesleri dinledim, kokuları ayırt etmeye koyuldum ve duyumsamanın duyargalara bölünmeden, bedenin ve ruhun varlığını ayrımsamadan bir tüm olarak, varlık olarak nasıl algılanabileceğini o anda anladım. Gördüğüm, duyduğum, kokladığım her şey hiçbir organa hitap etmiyordu, sadece benimdi ve ben sadece tek bir organdım’*

“Yol göstericimiz ihtiyar, karşıdaki büyük kanyonu sağ elinin işaret parmağıyla kastederek, hafif yorgun ama güçlü, bir o kadar da huzurlu ses tonuyla —ki rüzgâra karışmaktaydı: “bak” dedi… “Bu gördüklerini kimse sana asla anlatamaz.” İşaret ettiği kanyona doğru sabitledim gözlerimi, bir an için sesleri dinledim, kokuları ayırt etmeye koyuldum ve duyumsamanın duyargalara bölünmeden, bedenin ve ruhun varlığını ayrımsamadan bir tüm olarak, varlık olarak nasıl algılanabileceğini o anda anladım. Gördüğüm, duyduğum, kokladığım her şey hiçbir organa hitap etmiyordu, sadece benimdi ve ben sadece tek bir organdım”*

KAOS GL

Şenol Erdoğan - senolerdogan77@yahoo.com

‘Stigmata’ (Rupert Wainwright, 1999) filminde beni deli gibi cezbeden nokta stigmataya uğrayan kişinin aldığı çiçek kokularıydı. Burada pornografikleştirilen çiçeğin nesnelliği değil somutla ilintisiz olan kokusuydu. Ulvi olarak adlandırılabilecek bir algı unsurunun kokulaştırılması, hele ki bu kokunun bir çiçek kokusuyla eşlendirilmesi ne kadar da isabetli bir tavırdır. Dinsel gizemin barındırdığı cazibe oldum olası beni içine çeker, buradaki “dinsel” tabirini algı ufkunun olabildiğince derininden karşılasın dağarcıklar elbette ki. En basit anlamda Meryem’e duyulan cinsel istemin ya da çarmıhtaki İsa’nın erotikasının dışında (Muhammed’in ulaşılmazlığı ve tarifsizliği gibi) kişisel “dinsel” motiflerimizin ve ikonlarımızın erotikasından bahsetmekteyim –de diyebilirim. Tıpkı başkalaşmış bir evren tasarımında “mabet” niteliğini üstlenebilecek olan bir hapishane hücresinin küçük penceresinden kendisini tutacak el arayan bir çiçek çemberinin ifade ettiği çok anlamlılık gibi… Aklıma ister istemez -bilinç akışı ve otomatik yazın karışımı durum- şu meşhur savaş -karşıtı- fotoğrafı geliveriyor: elindeki çiçeği Amerikan askerine uzatan o malum kadın… Daha ilk gençlik yıllarımda çiçeğin anti-faşizan bir nesne olduğunu düşünmeye başlamıştım, bu fikrimi güçlendirecek enternasyonal o kadar çok örnek vardı ki önümde. Genet, yazarlığı bıraktığı noktada siyasi bir aktiviste dönüşmüştü (Ben buna kendi sözlüğümde “porno-politik” ismini verdim ki bizim coğrafyamızda -bana göre- bu işi tek yapan adam -neredeyse tek- Ece Ayhan’dır). Her ne kadar “faşizm” ve “film” kelimeleri yan yana kullanıldığında benim aklımda canlanan yönetmen ve film Pier Paolo Pasolini ve ‘Salo ya da Sodom'un 120 Günü’ (Salò o le 120 giornate di Sodoma, 1975) olsa da militarist-faşist ögeler ve nesneler noktasında kitaplarında da olduğu gibi çektiği tek filmiyle Jean Genet akla gelir elbet. Faşist nesnenin [[ki militer ögeler her daim porno-grafiktir]] net olarak eserlerinde kullanımı, söylevinde onun bir anti-faşist olduğunu; 68 Mayıs’ından Amerikan Silahlı Kara Panterler Hareketine kadar yoğun bir aktivist-söylevsel yaşam sürdüğünü ortaya koymaya yeterdir. Faşizmin kullandığı nerdeyse tüm unsurların ve gücün fallik olanla eşleşmesi gerçeğinden yola çıkan bir kullanımdan söz etmekteyiz. “Savaş” ve “hükmetmek” gibi ataerkilliğin ana temalarına sahip bir sistemin başka bir çağrışım yapması da beklenemez elbette ki. Genet’in tüm eserlerinde boyutları denli büyük yer tutan sik, aynı şekilde Genet tarafından perdeye de taşınmıştır. Üniforma, asker gibi militer ünitenin ögelerini de kitaplarından filmine taşıyan yazar, aslında kağıt üzerinde ortaya koyduğunu pelikül üzerinde devindirtmektedir.

Asker yerini alan gardiyan, pornografik nesne rolünde gardiyan rozeti (ki o aynı zamanda heteroseksüel hükümetin ve sistemin varlığının da simgesidir) ve düğmeler, (ki aynı şekilde üniform-anın uzantısı olarak “düğme”lerde düzenin temsilcisidirler, buradaki üniform, yani tektiplilik aynı zamanda dünyanın cinsel anlamdaki üniformuyla da uyum sağlamaktadır) faşist bir porno aracı olarak tabanca (ki güce, güç kullanımına zapta ve tecavüze örnek teşkil eden bir nesnedir kendileri, her türlü iktidarı da ortaya koymaktadır), bunların vücut bulduğu yapılanma, yani yan anlamda topraksal olarak devletin ve temsil ettiği kokuşmuş değerlerinin ta kendisi gardiyan -devlet memuru- ve elbette son olarak şiddet ki gardiyanın varlığıyla iç içedir, zira devletlerin yapı taşıdır… Şunu unutmamak gerekir ki bunlar aynı zamanda Genet’in tahrik olduğu noktalardı da. Hapishane geçmişini düşündüğümüz vakit sistem, devlet ve unsurları ile onun nesneleri arasında uzun bir eşcinsel yaşam sürmüş olan Genet’in bu tahrik noktalarına sahip olması gayet normaldir de zaten.

Nasıl ki kitaplarında, askerler arasındaki eşcinsel ilişkileri kaleme alıyorsa filminde de gardiyan ve mahkum arasında (tıpkı Alman ve Fransız askerleri karşıkarşıyalığı gibi) porno-politik bir şiirselliği sadist mazoşist duygulanım uyandıracak şekliyle verir. Aynı bağlamda Genet’in geçmişine Freudyen yaklaşımla eğilecek olduğumuzda onun tüm bu Nazizan faşizme endeksli porno-grafik takıntısının sağlıklı okumasını da yapabiliriz.

İktidar sorgulamasında hiç uzaklaşmamış olan Genet, filminin bütününde alt okuma olarak zaten gardiyan-mahkum ilişkisiyle hastalıklı iktidarı sorgulamakta ve ortaya koymaktadır.
Bu metin denemesi iki ayrı filmi gizil baz alarak kendisini var eder; bu filmlerden biri anladığınız gibi Jean Genet’in ‘Un Chant D’amour’u (A Song Of Love, 1950) bir diğeri ise benim için tutkuyu temsil eden Jerry Tartaglia’nın Genet’in bu filmi üzerine ve üzerinden gerçekleştirdiği ‘Ecce Homo’ (1989) isimli narrativ film çalışması. Tartaglia’nın filmini ilk gördüğüm vakit aklımda uyanan düşünce Genet’e duyulan arzu olmuştu, kısa sürede bu düşüncemi, eşcinselliğe ve eşcinsel pornoya duyulan arzu olarak genişletirken bir diğer yandan da Tartaglia’nın Genet’in filminde değindiği pornografik ve röntgensi mantığı nasıl ileri götürdüğünü de gözlemlemeye başladım. Aynı zamanda ‘Ecce Homo’ Genet’in filminden çok daha fazla sistem karşıtı bir filmdir ve bunu Genet’in üzerinden yapmaktadır. ‘Un chant d’amour’ da hücreyi gözleyen yani röntgenleyen gardiyan -ki ona yüklenmesi gereken anlamlar buraya dek ortadadır- söz konusuyken Tartaglia’nın çalışmasında biz birebir gözleyen gözü değil de gözleyen gözü gören gözün vizörünü seyrederek başka bir gerçeklikten durumu yeniden değerlendirmek konumuna yükseliriz. Aslında Tartaglia bir anlamda bizi “dışarı” çıkartmaktadır, hem hücreden dışarı hem sistemden dışarı. Eşcinsel ilişkilere ve onun tüm medyasına getirilmeye çalışılan ve yer zaman da getirilen tüm yasaklar ve engelleme çalışmaları çok daha sistematik bir temele dayanmaktadır. Eşcinsel yapılanmanın karşısında olan devlettir. Devlet burada sağlıklı heteroseksüeli temsil etmektedir. Politik kimliğini pornografik olarak sahnelemekten hiç geri durmadığı için de haklı gördüğü ve çok inandığı heterosunu serbest bıraktığında aynı zamanda içindeki militan sapkınlığı ve militer faşizmi de serbest bırakır. Oysa içinde bastırdığı tüm unsurlar onun sözde heterosunun vahşiliğinin de sebebidir. Polis bu sebepten dolayı Genet’in tiksindiği en önemli devlet halkasıdır. ‘Genet Tanca’da’ isimli Muhammed Şükrü çalışmasında polis için şunları söyler Genet: “Polisler hiçbir zaman insan olmadı ve insan oldukları gün artık polis olmayacaklar.” Bu kesinlikle böyle. Nasıl ki soğuk algınlığı kuduz olmaktan daha iyiyse. Bazı polisler kabul edilebilir ki diğerlerinden daha iyidir. Fakat kim ikisinden birine yakalanmak ister ki?”

Genet’in filminde belirgin olan yalnızlık, iletişimsizlik ve kendinlelik aynı zamanda bireyin devlet karşısındaki durumuna da işaret ederken bir yandan da kurulmuş olan kurulabilecek olan başka sistemlerin işaretidir. Filminde, hücreye giren ve kayışını çıkartarak mahkumu döven ve bununla yetinmeyip sonrasında geri dönerek tabancanın namlusunu mahkumun ağzına sokan gardiyanın sahnelenmesi o kadar çok yönlü okumalar sunmaktadır ki. Bunlardan en başa çekilmesi gereken hetero sistemin eşcinsel gerçekliğe olan istemi ve çekim kuvveti dahilinde kalıpta ona sistem mecburiyetleri gereği dayanmaya çalışmasıyken bir diğeri bu durum karşısında kendisinin iki kere yenilgiye uğramışlığını idrak ederek faşizan bir hınçla dolup şiddet yoluna gitmesi ve bunu da doğal olarak “dövmek” yoluyla yapması ve kendi içinde “cezalandırdığına” inanması ama benliğinde bununla yüzleştiğinde bu sözde cezalandırma sürecinin sadist mazoşist tarafından fiziksel ve duygusal olarak zevk aldığı gerçeğidir. Ki bir üçüncü olarak da bu durumla çarpıştığında ortaya çıkan diğer gerçeklikle karşılaşması karşısında kendi varlığına inanamayışın getirdiği bir depresif hal ve tükenmiş şaşkınlık söz konusudur. Aslında köçek oynatmaya ve oynayan köçeği televizyon başında seyretmeye bayılan halkın, köçek kelimesinin farsça kökenini hiç bilmemesi ama orada dans eden yarı çıplak erkeğe çok ciddi ilgi duyması ama gündelik hayatında kendi tabiriyle her türlü "ibneliğin” karşısında olması hatta yeniyetme çocuğuna küpesinden dolayı “ibne misin sen” sorgulamasını yapması -nedense bu soru “kadın mısın sen” diye gelmez- kendi içindeki kendi deyimiyle “ibne”liğinin üzerini kendi cinsinden olan ve zayıflıklar gösterdiğine inanan (küpe takmış oğul) bir canlıyla örtmeye çalışması da aslında yukarıdakinden pek uzak bir durum ve tutum değildir.

Genet'in filminde sadece devletle ya da onun annesi sistemle karşılaşmayız, bunların iç organlarıyla da yüzyüze geliriz, töre, anane vs. iktidarsız bir yapılanmanın halkı da iktidarsızdır ve bunu baskın şekilde örtmesi gerektiği ona binyıllar evvel zaten öğretilmiştir. Bu noktada Jerry Tartaglia’nın homo-pornosunda yer verdiği anlatıya geçmek istemekteyim. Daha önce de belirttiğim gibi anlatısal bir film çalışması olan ‘Ecce Homo’ Genet’in filminin görüntülerini de kullanarak Tartaglia’nın kendi düşüncelerini sese getirdiği ve daha çok pornografinin imajsal çözümlemesini ve aktarısını yapan bir deneme. “Orijinal bir filmden bir parça izliyorum” cümlesiyle başlar anlatmaya ki daha bu cümlesiyle bile görüntünün ve homo-pornonun üzerinden ve üzerine konuşacağı bellidir. Ben burada yazıyı bitirmeye karar veriyorum yoksa Tartaglia’nın cümlelerinin üzerinden yüzlerce sayfa yazılması mümkün, sanırım bunu kimse istemez. Bu sebepten, metni ‘Ecce Homo’dan yönetmenin cümleleriyle sonlandırıyorum.

“Orijinal bir filmden bir parça izliyorum,

Gardiyanın erkekleri izlediği.



Birbiriyle öpüşen iki adamı görüyorum

Ve homo-sex•’i izliyorum

Silahlı gardiyan da onları izlerken

Sevişmek ve bir homo-sex filmi izlemek

Erkekleri görüyorum,

porno filmde homoseksüel seks

Polisin vajina dediği film

Ve pornoda polis silahıyla birlikte



Erkek erkek değildir

ve

Kadın kadın değildir

erkek ve kadının sevişmesi porno değildir

Dudak dudağa öpüşen erkeklerin filmi pornodur

Sevişen erkekler pornodur.



Bu erkekler ve onların tutkuları homoseksüel sekste ve filmde şiddetlenir



Erkeği erkekle seks yaparken izleyen

Polis porno değildir

Kişisel tutku ve güç bakımından güvende olmayan”



*—Tibet Defterleri, 1996

1 Altıkırkbeş Yayınları, 2007, İstanbul.

2 “Homo-sex” ifadesi burada mevzu filmlerinin sinematik türünü de ifade etmektedir, genel olarak “homo-erotik” olarak adlandırmak isteyenler varsa da bunlar durumu biraz hafifletmek isteyenlerdir. Zaten “homo-erotik” ifadesi çok daha yumuşak ve başka anlam ve alanlara kayan bir tanımlamadır.

Bu arada, Genet ve Tartaglia’nın filmlerini ücretsiz olarak şu linklerden ister kaydedebilir ister izleyebilirsiniz, kaydetmeniz önerilir: http://www.ubu.com/film/tartaglia.html] - [http://www.ubu.com/film/genet.html

FOTO ALTI:

Possession du condamné (Albert-André L'Heureux, 1967)


Etiketler: kültür sanat
İstihdam