14/01/2016 | Yazar: Arda Onur Baydar

Kaderin bir cilvesi gibi 532 yılında beyaz merdivenleri kan yüzünden görünmeyen Hipodrom aslında Sultanahmet Meydanı’nın o zamanki adıdır. 1484 yıl sonra tekrar haykıralım: ‘Nika, Nika, Nika!’

482 yılının tarihe geçmeyen bir ayında Makedonya-Üsküp’te şimdiki adıyla Gradiste ancak o zamanlardaki adıyla Tauresium’da Flavius adında bir çocuk dünyaya gelmişti. Sıradan bir çocukluk geçiren Flavius ilerleyen yıllarda kendisini evlat edinen Justin’le beraber Konstantinopolis ’e gelmişti. Eğitim aldıktan sonra özel muhafız birliğinde görevler almıştı. Buraya kadar her şey normal… Ancak hikaye işte tam da buradan sonra başlamıştı.

Doğu Roma İmparatoru 1.Anastasios 518’in Temmuzunda öldüğünde 88 yaşındaydı. Roma’da imparatorluk kuralları gereği yeni imparator askerler tarafından seçilirdi. Dolayısıyla askerlere en fazla rüşvet dağıtan imparator seçilirdi. Ancak Justin rüşvet dağıtmayıp askerlere ertesi gün silahlarıyla “Hipodromda” toplanmalarını söylemişti. Askerler Justin’in imparator olmasını istediklerini söyleyince Senato mecburen kabul etmek zorunda kaldı ve Justin imparator oldu. Justin’in 9 yıllık imparatorluğu süresince sırdaşı ve en yakın arkadaşı yeğeni Flavius’tu. Justin, Flavius ’u evlatlık aldığında artık onun adının tüm dünyanın da onu bu isimle tanıyacağı Justinianos (Jüstinyen) adını verdi. O artık Flavius değil Justinianos’tu…

527’de Justin’in ölümünden kısa bir süre önce Justinianos’u ortak imparator ilan ettiği için Justin’in ölümüyle imparatorluğun tek sahibi olarak Justinianos kalmıştı. Sürekli olarak askeri harcamalar yapıp savaşlara katılan Justinianos kısa sürede Doğu Roma’yı ekonomik olarak çökertmişti. Halka her sene dağıtılan şaraplar dağıtılamaz olmuş bu da yetmezmiş gibi halka fazladan vergiler konulmuştu. Halkta hoşnutsuzluklar başlamıştı ve 532 yılında bir gün… “Hipodrom”da son yarış bitmesine rağmen halk “hipodrom”u boşaltmıyordu. Ve bir anda belki de o an “hipodrom”da bulunan herkesin düşüncesini dile getiren o slogan duyuldu: “Nika!” (Zafer!) İşte o söz tarihe Nika Ayaklanması olarak geçecek bir hareketin ilk şiarıydı. Yeşiller (zanaatkar ve tüccarlar) ve Maviler (çiftçi ve toprak sahipleri) valiliğin altında bulunan zindanda bulunan tutsakları özgür bırakıp valiliği ateşe vermişlerdi. Bu yangın günlerce sürmüştü. Hatta bu yangının sıçramasından Ayasofya Kilisesi de nasibini almıştı. “Hipodrom”da başlayan ve İmparatorluğun devrilmesine kadar varan bu ayaklanma Justinianos ‘un ayaklanmayı kanla bastırmasıyla sonuçlanmıştı. Kaynaklara göre 30.000 civarında insan bu ayaklanmada öldürülmüştü. Anlatılara göre “Hipodrom”un beyaz merdivenleri kan yüzünden görünmez hale gelmişti. “Nika!” diyenler tarihin unutulmaz yazıcıları olmuşlardı.

Şimdi zaman makinesinde yaptığımız yolculuğu bugüne getirelim tam 1484 yıl sonrasına… Dış politikada soğuk, iç politikada sıcak savaş içerisinde olduğumuz günlere… Yani bugüne… Cizre’de, Silopi’de, Sur’da sokağa çıkma yasaklarının ve katliamlarının yaşandığı zamanlardayız. Doğu’da mermiyle, ateşle sağlanan düzen Batı’da gözaltıyla, tutuklamayla, gaz bombasıyla, plastik mermiyle sağlanıyor. Savaş ekonomisine yapılan harcamalar halka vergi olarak, zam olarak geri dönüyor. Mavi yakalısı, beyaz yakalısı, pembe, sarı, turuncu bütün renklerdeki yakalılar huzursuz, öfkeli… Sonra önce Amed’de patlıyor bir bomba ardından Suruç’ta, ardından Ankara ve son olarak Sultanahmet… Her yer kan her yer gözyaşı oluyor. Tıpkı 532 yılında “Hipodrom”da olduğu gibi… Kaderin bir cilvesi gibi 532 yılında beyaz merdivenleri kan yüzünden görünmeyen Hipodrom aslında Sultanahmet Meydanı’nın o zamanki adıdır. 1484 yıl sonra tekrar haykıralım: “Nika, Nika, Nika!”


Etiketler:
İstihdam