24/05/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

İnsan kadere ya acıdan ya da sorumluluktan kaçmak için sığınır.

İnsan kadere ya acıdan ya da sorumluluktan kaçmak için sığınır. Sığınan kendi hayatının sorumluğundan kaçan biriyse, sonuçta onun seçimi deyip, geçmek mümkündür. Peki ama iktidar kadere sığınırsa ne demek gerekir? İktidar kadere neden sığınır?

Sanılanın aksine kader kavramı sadece dine/ dinsel düşünceye özgü değildir. Din kader ilişkisi kurgusaldır. İnsanın kendi sorumluluğundan kaçmak için başvurduğu temel açıklama modeli kader kavramıdır. Din sadece bu kavramın ortaya çıkardığı boşluğu doldurur.

Yağışlı yolda, hız sınırına uymayan ve hatalı sollayan biri kaza yaparak ölüme yol açmış olsun. Kazayı yapan, kazanın “kötü kaderin bir oyunu” olduğunu söylesin ve ölenin yakınları da ölen için “kaderi buymuş” desinler.

Bu örnekte her iki kader gerekçesi de açıktır. Kazayı yapan, trafik kurallarına uymakla sorumludur, çünkü trafik kurallarına kaza yapmamak için sürücüler uymak zorundadır. Sürücü, trafik kurallarına uyma sorumluluğunu yerine getirmemiştir. Ancak bunu kabul ederse hem hukuken cezalandırılacak hem de vicdanen suçluluk duyacaktır. Sürücünün  ölüme yol açmanın suçluluk duygusundan ve verilecek cezadan kurtulmak ya da cezaya katlanabilmek için, kazayı kadere bağladığını anlamak kolaydır.

Ölenin yakınları ise beklenmedik ve kendilerinin ya da ölenin engel olamadığı kaybın yaratacağı yoğun acıya dayanabilmek için kadere sığınırlar. Yakınlar  hem ölümü engelleyememiş olmanın yol açtığı çaresizliğe hem de kaybın kendisinin neden olduğu acıya katlanabilmek için kadere sığınırlar. Bu da anlaşılabilir bir ruh halidir.

Ama kazayı kadere bağlayan üçüncü bir kişi ya da kişiler de vardır. Sürücünün yakınları. Bu tür kazalarda Türkiye’de genellikle ölenin ailesine taziyeye giden sürücünün yakınları başsağlığı dileklerine “kader böyleymiş” açıklamasını da eklerler. Bu açıklama her zaman masum bir acıyı paylaşma isteğinden kaynaklanmaz. Taziyeden bir süre sonra ilk teması sağlayan sürücünün yakınları, ölenin yakınlarına tekrarlayan ziyaretler ve aracılar eşliğinde kaderden daha çok söz etmeye başlarlar.

Bu aşamada din de yavaş yavaş devreye sokulur. Kadere karşı çıkılmaz; kaderin çizdiğinin hesabını sormak kula düşmez;  hepimizin kaderini Allah belirlemiştir; kazayla yanına aldığına göre bir bildiği vardır; Onun bilgisini sorgulamak kulun haddi değildir, gibi çeşitlemelerle, ölümün kaderin/ Allah’ın takdiri olduğu işlenir de işlenir. Sonunda sorumluluğun Allah da olduğu bir eylemde sürücü de aynı kaderin suçlusu değil, kurbanı haline dönüşür.

Son hamle kurbanın sorumlu olmadığı bir acıdan ceza görmesinin Allah’ın adaletine uymayacağı, Allah’ın takdirine kulun söz etmesinin günahlığına bağlanarak yapılır. Ölenin yakınları nerdeyse Allah’ın takdirini kulun mahkemesinde kendileri yargılatıyorlarmış, gibi hissetmeye başlatılırlar. Bu önemli, hissetmeye başlamazlar, hissetmeleri sağlanır.

Bütün bu kader oyunun sürücü ve yakınları açısından tek bir amacı vardır. Sürücüyü eyleminin sorumluluğundan sıyırmak ve en az ceza ile yırtmasını sağlamak.

İşte “bu mesleğin kaderinde bu var” ve hemen izleyen “sen kadere iman etmiyorsan seninle tartışmam” cümlelerinin anlamı tam da burada yatar. Kurnazca dil oyunu ‘kadere iman etmiyorsan’dır. İman kadere değil Allah’a edilen bir eylemdir. Hınzır bir sözcük ikamesiyle, kadere iman etmiyorsan denir ama Allah’a iman etmiyorsan diye anlaşılması sağlanır. Bu en stratejik hamledir. Deyim son derece bilinçli olarak  farklı sözcükle söylenir ama aynı anlamın anlaşılması sağlanır.

Bu hamle gerçekte “iman etmeyenin” kim ve amacının ne olduğunu açık eder. Sorumluluğu kadere yıkarak cezadan kurtarmak.

Madencinin yüzündeki kara, “yüz karası değil kömür karası”dır, çünkü “böyle kazanılır ekmek parası”. Kader oyuncularınınki ise sadece yüz karasıdır, çünkü ancak böyle kazandırılır taşeronların kirli parası.

Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
nefret