08/01/2009 | Yazar: Kıvanç Tanrıyar

LGBT bir bireyin belirli bir eğlence mekânında (heteroseksüel olarak kodlanmış daha doğrusu norma uyması itibarıyla cinsel kimlik sorunsalı üzerinden kodlanmaya gerek görülmeyen bir mekânda) kendini k

LGBT bir bireyin belirli bir eğlence mekânında (heteroseksüel olarak kodlanmış daha doğrusu norma uyması itibarıyla cinsel kimlik sorunsalı üzerinden kodlanmaya gerek görülmeyen bir mekânda) kendini kendi tanımladığı üzere var ettiğinde başına gelecek şiddet olağan hatta zorunludur. Birçok kişiye aktarıldığında vereceği ilk tepki, gireceği ilk duygulanım budur. Acaba bu böyle midir? Böyleyse neden böyledir? 

Bu tepkinin böylesi olağan, böylesi sıradan, böylesi doğal fışkırıvermesini sağlayan mantığın arka planında ikili bir oyun kendini sürekli var eder: eğlence mekânlarının kendine has bir yapısı vardır; hem kamusal hem özel alandır eğlence mekânları. Toplumun, devletin, yasanın ve kalan kurumsal nitelikli güç odaklarının tarif ettiği üzere özel alandırlar çünkü eğlence adı üstünde politik olanın ötesine itildiği ve aynı zamanda bireyin kendi özgür iradesine göre kendisini gerçekleştirdiği yerdir. Birey, ona yüklenen sorumluluklarından kalan zamanda varoluşunu kendisini anlamlandırdığı gibi gerçekleştirme özgürlüğüne sahiptir ve bireye özgür iradesi hak olarak verildiği andan itibaren özel alandaki varoluşu politik olanın berisine itilmiştir.

Ama eğlence mekânları aynı zamanda kamusal alana da dâhildir çünkü normatif özne (toplum, devlet, yasa ve kurumsal güç odakları) eğlence mekânını özel alan olarak tanımladığı anda yabancının yabancıya temasına olanak sağlaması yoluyla onu kamusal alana dönüştürür. Tramvay durağı kadar kamusal bir yerdir eğlence mekânı aynı zamanda.

Bu noktada şiddete maruz kalan ya da potansiyelde kesin şiddete maruz kalması beklenen LGBT birey nasıl konumlanıyor? Bu soru normatif öznenin LGBT bireyi nerede tanımladığı ile ilişkili. Her şeyden önce, LGBT bireyin LGBT oluşu salt özel alan üzerinden tanımlanır – tanımlanışında ‘tercih’ kavramı ‘yönelim’ kavramıyla yer değiştirdiğinde bile- çünkü özel alan tanımı itibarıyla arzu üzerinden, arzuya göre inşa edilmiştir, arzuya gem vuran sorumluluk alanından kaçış ve özgürlük vaat eden alandır. Bu arzu üzerinden kurgulanan özelinde ‘apolitik’, genelinde sorumluluklarını yerine getirmesi gereken diye ikiye bölünmüş birey modelinde dikkat edilmesi gereken bir şey vardır. Kamusal alan özel alan ayrımını yapan normatif özne, ayrımı nasıl kurgularsa kurgulasın arzuyu özele itebilmek için onu ahlak üzerinden tanımlar ve bazı normatif öznelerin ahlak anlayışı diğerlerine oranla daha primitiftir. Bu durumda ahlak, yasa koyucu/üretici işlevini görmekten ziyade ‘namus’ gibi arkaik ve muğlâk kavramlara sürekli geri dönerek kendini anlamlandırmaya çalışan bir yapıya dönüşür. Kısacası arzu, özelin kamusallaştığı anda (belki de daha kamusallaşmadan) arkaik kavramlar üzerinden yargılandığı ve bu yargının icra edildiği bir alana dönüşür. Bu yüzden, LGBT birey, o sıradan edim ve sonucun içerisinde salt arzunun sınırlarına hapsedildiği anda arzunun aşkın niteliğini imlediği için (bu noktada özelin kamusalda pratiğe geçirilmesinde belirli bir özel alan tasarımını aşan bir edimde bulunduğu için) bir tehdit unsuru, arkaik olanı yıkma potansiyeli taşıyan bir unsur haline gelir. O maruz kaldığı kaba şiddet eyleminin ve bu sıradan ve olağan olayın anlamı budur.

Soruya yeniden dönersek, LGBT birey şiddete maruz kaldığı o bir tek edimiyle ne yapmış olur? Özetlemek gerekirse, varsayılan ama iddia edilen ilk özel alan tasarımını anlıkta çürütür. Kabaca söylemek gerekirse, mekânı o an terörize eder. Bu onun özel alanına dair yaptığı ekonomiye (eğlenmek) dayanarak yaptığı bir şey değildir çünkü sonuçlarını tasarlamamıştır ve arzulamadığı bir edimdir (çünkü bireyin LGBT varoluşu kendi tasarımında doğaldır, o alana doğal olarak aittir LGBT birey). Ama bu eylemleşememiş edim (sonucun amaç olmadığı hareket) LGBT bireyin bilincinde bir bükülme yaratır. O kamusal özel ayrımının kesişme noktasında kamusalda üstlendiği sorumluluğunun hakkını eğlence olarak alan herkesten biri değildir. Kendi farklılığı ona eşitsizliğe uğradığı hissi üzerinden hatırlatılmıştır.

Bu olayın sonucu olan bu hissiyat gösterir ki LGBT birey aynı zamanda kendini salt arzu üzerinden tanımlamayan bir bireydir yani kendini tam olarak normatif öznenin tanımladığı gibi tanımlamaz. Dolaysız (arzu uyandıran) ya da dolaylı yoldan (arzunun beyhude yasaklandığı aşkın anlamını hatırlatması anlamında) bir arzu nesnesine dönüşmek istemez çünkü kendini arzu nesnesi olarak değil, özne olarak tanımlamıştır. Kendi varlığını özel alanının dışında ifşa etmeyi arzulaması doğal bir sonuçtur çünkü özel alanı zaten çoktan ihlal edilmiştir. Bu noktada, verili/varsayılmış/ ima edilmiş LGBT kimliğini normatif olarak ‘arzu’dan arındırılmış kamusal alanda hatırlatarak, kendini ona atfedilmiş tanımı zorlayacak şekilde var edecek yollar açması olası ve doğaldır.

Belki bir LGBT bireyin heteroseksüel olarak tanımlanmış ya da cinsiyet sorunsalı üzerinden tanımlanmamış, kamusal/özel eğlence mekânlarında şiddete uğraması son derece olağan, sıradan ve hatta doğal olabilir ama bu olay, o unutulmaya bırakılmışlığında, asla bu kadar basit değildir.

Etiketler: yaşam
nefret