17/06/2016 | Yazar: Umut Güner

2015 Kasım seçimlerinde oyu 259 bin olan bir partinin, 2014 yılında 100 bin kişinin yürüdüğü bir yürüyüş için ‘Türk toplumu’ hassasiyetlerinden bahsetme çabası üzerine yazmak zorunda hissettim.

Bu yazıyı yazmayı hiç istemedim. Hatta bu tarz yazılardan hiç hazzetmem ama Onur Yürüyüşü söz konusu olduğunda; 2015 Kasım seçimlerinde oyu 259 bin olan bir partinin, 2014 yılında 100 bin kişinin yürüdüğü bir yürüyüş için “Türk toplumu” hassasiyetlerinden bahsetme çabası üzerine yazmak zorunda hissettim.

Büyük Birlik Partisi Türkiye’de yaşayan herkesi kastederek “Türk toplumu hassasiyeti” tanımı yapıyor. Peki, Büyük Birlik Partisi 2015 yılında %0,54 oy oranı ile 259.572 oy aldığının farkında değil sanırım.

Farkında olmadığı ikinci bir gerçek ise Onur Yürüyüşü’nde 2014 yılında 100.000’i aşkın insanın yürüdüğü ve sayının her sene katlanarak arttığı ve muhtemelen geçen sene yürüyüş engellenmeseydi bu sene Büyük Birlik Partisi’nin seçmenine yakın bir insan İstanbul’da onuruyla yürüyecekti.

Ortaokulda öğrendiğimiz Aristo mantığı ile bakacak olsak bir Büyük Birlik Parti’sinin “Türk toplumu” üzerinden kurduğu cümlelerin yarısı kadar bir cümleyi biz de gönül rahatlığıyla kurabiliriz ki! Hatta Büyük Birlik Partisinin %0,54 aldığı seçimlerde CHP’in %25,31 ve HDP’in de %10,76 aldığını hesaba katarsak ve bu iki partinin Onur Yürüyüşü’nün engellenmeye çalışılmasına karşı çıktıklarını da aklımızın bir yerlerinde tutarsak başka bir hesaplamaya gerek kalmaz!

Başka hesaplamalar demişken, KESK’in açıklamasını, Tabipler Birliği’nin açıklamasını hesaba katınca, Halkevlerini ve diğer siyasi partilerin açıklamalarını da ekleyince sanki “kelle sayısı” itibariyle 259 binden daha fazla bir temsiliyetten bahsediyoruz gibi geliyor.

Bu kadar basit bir akıl yürütmesini yazmak zorunda kalmak utanç verici. Ancak sevgili Melek Göregenli her daim der, ayrımcılık aptalcadır. Zeka gerektirmez, akıl oyunları, analizlere gerek yoktur. Ayrımcılık yaparken düşünmezsiniz bile…

Neyse bu kadar sığ bir noktadan bir adım öteye geçmek istiyorum.

Eşcinsel, trans, biseksüel varoluşun yaşamımıza ait olmadığını söylemenin “önermeleri” vardır. Bu önermeleri ters düz ettiğinde anlamsızlaşırlar ama heteroseksist ideoloji ters düz edecek zeka kırıntılarını da yok ettiği için tekrar tekrar aynı klişelere yanıt vermek zorunda kalırız.

Bunlardan birini dün yazmıştım. “Hastalık ezberi” ve hastalık ezberine karşı “onlar hasta değil sen hastasın” kavramsallaştırma çabası. İkinci klişemiz de Onur Yürüyüşü yasaklanması sırasında çok fazla kişinin tekrar ettiği ve hatta köşe yazarlarının bile yazılarına konu edindiği, “Karaman’daki tecavüz ile Onur Yürüyüşü arasında bağlantı kurma çabası”!

Bu çabayı iyi irdelemek lazım! Bu iki olayı karşılaştırırken ne yapıyoruz, ne düşünüyoruz? Hiç düşündük mü?

“Karaman’da tecavüz olayına tepki vermeyenler neden Onur Yürüyüşü’ne tepki veriyorlar? Asıl ahlaksızlık oydu”. Zihnimizin bir yerinde bu cümle geçiyor. Asıl ahlaksızlar onlar. İbneler sahte ahlaksızlar ya da en iyi ifadeyle “genel geçer ahlak kodlarıyla bugün ahlaksız ilan ettiğiniz insanlar ama aslında sizden daha ahlaklılar” diyorsunuz. Ve eşcinselliğin arka planında toplumun genelinde olduğunu varsaydığınız “ahlaksal” durumu kurcaladığınızı düşünüyorsunuz. Ve alttan alta, “evet burada ahlaksal bir sorun var ama bundan daha büyük ahlaksal sorunlar da var” diyorsunuz.

Düşünülmesi gereken ikinci bir olay da, Onur Yürüyüşü’ne tepki gösterenler ile tecavüz olayının kıyaslanması. Sosyal psikoloji alanında yapılan araştırmalar, herhangi bir yerde bir cinsel suç işlendiğinde akla ilk gelen fail profilinin “eşcinsel erkekler” olduğunu ama aslında cinsel suçların %99’unun heteroseksüel erkeklerin işlediğini söylüyorlar. Buradan iki çıkarsama yapmak mümkün. Birincisi, Onur yürüyüşü ile Karaman’daki tecavüze verilen tepkileri kıyaslayarak, “toplumun” eşcinsel varoluşa ilişkin en büyük önyargılarından birini besleyen bir sürece katkı veriyorsunuz. İkincisi insanlar suç ortaklıklarını ifşa etmek istemez! Onur Yürüyüşü’ne verilen tepkiler ile karaman olayını karşılaştırmak yerine mesela Muhammed Ali’nin cenaze törenindeki skandalı karşılaştırın ya da Cizre’deki, Sur’daki katliama sessiz kalan çoğunluğa sorun neden ona sessiz kaldınız diye?

Karaman meselesine tepki verilmemesini genel ahlak çerçevesinde değerlendirmenin kendisi de sıkıntılı bir durum. Karaman meselesinde cinsel suç var ve insan hakları meselesidir. Toplumsal olayların genel geçer ahlak kuralları ile değil evrensel insan haklarıyla değerlendirilmesi lazım.

***

Eşcinsel, biseksüel, translara yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak istediğimizde hemencecik bazı kavramlara ve ezber basmakalıp cümlelere sığınan “toplumun bir kesimin rahatsız olduğu”, “Türk toplumunun yapısına uygun olmadığı”, “mahalle sakini”, “mahallelinin tepkisi”  ezberleri ile karşılaşıyoruz.

Türk Toplumu diye tariflemeye çalıştığınız toplum kim? İnsan haklarına saygısı olmayan, insanların özel hayatına umarsızca müdahale eden, hepsinin erkek, Müslüman olduğunu varsaydığınız bir topluluk mu? Peki ibneler, dönmeler ve aileleri, dostları bu toplumun parçası değil mi? Neden onlar “toplum”, “toplumun bir kesimi”, “mahalle sakini” oluyor da biz bu toplumun parçası, toplumun bir kesimi, topluluğun kendisi olmuyoruz?


Etiketler:
İstihdam