20/01/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

Başkasının acısını hissedebilmenin yolu, kendi acımızdan onu sorumlu tutmaktan değil onun acısındaki kendi sorumluluğumuzu anlamaya çalışmaktan geçiyor. Bizi bundan sonra ancak tutulmamış yaslarımızı ortaklaşa tamamlamak birleştirebilir.

Abdullah Öcalan ile Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata görüşmesi ile süre giden savaşı bitirmek için iktidar bir kez daha yeni bir ‘açılım’ı başlattı.
 
Görüşme süreci bu kez sanki kamuya açık ve şeffaf olarak yürütülecek gibi bir izlenim oluşmuş durumda.
 
Barışa giden yolda iktidarın samimiyeti ve güvenilirliği bu güne kadar çok zedelenmiş durumda. Bu kuşkunun en önemli nedeni barıştan ne anlaşıldığının en azından iktidarın ne anladığının, belli olmaması. Görüşme sürecini iktidar adına ‘devletin’ istihbarat kurumunun yürütmesi güvenilirlik sorununu büyütüyor.
 
Yine de ne olursa olsun üzerinde deneyimlerden gelen bin yıllık kuşkular da olsa barış için uğraşmak savaş için çalışmaktan en azından daha erdemli. Barış için oluşan her umudun peşine, hayalciliğe kapılmadan düşmek gerekli.
 
Barış için yola çıkanlar geçmiş hatalarından ders alarak eylemde bulunmalı. Daha önceki, özellikle "Habur açılımı", tek amaç barış olmayınca yapıp edilenlerin savaşı daha da körüklemekten, kırgınlık ve düşmanlıkları çoğaltmaktan başka bir işe yaramadığını kanıtladı. Taraflar, görüşme- müzakere sürecini kendi amaçlarının gerçekleşmesi yolunda bir strateji güderek değil sadece ama sadece barış için yürütmeliler. 
 
Barışa giden yolun iki aşaması olmalı. Barıştan sonra nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz sorusuna verilen yanıtlarda uzlaşılmalı ki, nasıl barışılabileceği üzerine gayret gösterilebilsin.
 
Barışa giden yolu, barıştan ne anlaşıldığı da belirleyecek.
Barış kolay gelmeyecek ama halklar iktidarlardan daha hazırlar barışa. Halklar en kötü barışı bile savaşa tercih ederler. Süreçte toplumsal hassasiyetler diye tanımlanan her şeyin aslında toplumun değil siyasi grupların hassasiyetleri olduğu bilinmeli.
 
Savaşın nedeni ruhsal değildi, barış da ruhsal müdahalelerle gelmeyecek. Ama savaş bu coğrafyanın ruhunda çok derin bir yara açtı. Öyle ki coğrafyanın ortak bir ruhu bile neredeyse kalmadı.  
 
Görüşme- müzakere süreci ancak yeni bir dil kullanarak sürdürülebilir. Bu yeni dil, savaşın kirlettiği kavramları dağarcığından çıkarıp atmalı. Kırmızı çizgiler, ihanet, hain, şehit, bölücü, gerilla, vatan, kardeşlik gibi sözcükler kullanılmamalı.
 
Bu kirlenmiş dilin en kirli kavramları ihanet ve hain sözcükleri. Savaş yarasının ruhsal düğümünü, ihanete uğradığını düşünen bir halkın hain diye görülmesi, atmıştı. Kürtler kendilerine, kimliklerine, varoluşlarına ve haklarına Cumhuriyet’in ihanet ettiğini düşünürlerken Türkler, Kürtlerin ‘vatanın ve milletin bölünmez birliği ve bütünlüğü’ ne ihanet ettiklerini düşünüyorlar.
 
Bu ihanet dili sadece karşılıklı intikam duygularını besliyor ve yine en kirli kavramlardan biri olan ‘kardeşin kardeşe ihaneti’ söylemini körüklüyor.
Toplum barış istiyorsa hain arayışından vazgeçmek zorunda.
Türkler ve Kürtler kardeş değil arkadaş olmayı öğrenmeliler. Kardeşlik kan bağından doğan zorunluluktur ve hiyerarşi içerir. Arkadaşlık ise gönüllü beraberliktir.
Birlikte yaşamak zorundayız değil birlikte yaşamak istiyoruz diye konuşulmalı.
 
Savaş ülkede çok ama çok acı  biriktirdi. Üstelik bu acıların yası da tutulamadı. Türkler ve Kürtler yanlarına Ermenileri, Rumları, Ezidileri, Çingeneleri, bu topraklarda ayrımcılığa uğramış herkesi alarak bir yas ortaklığına girmeliler. Kürt sorununu çözmek değil ülkenin özgürlük sorununu çözmek için çalışmak gerekiyor.
Başkasının acısını hissedebilmenin yolu, kendi acımızdan onu sorumlu tutmaktan değil onun acısındaki kendi sorumluluğumuzu anlamaya çalışmaktan geçiyor. Bizi bundan sonra ancak tutulmamış yaslarımızı ortaklaşa tamamlamak birleştirebilir. 

Etiketler:
İstihdam