06/08/2009 | Yazar: Ece Dorsay

Hava sıcak… Limonata bardağım masada… Yakında çıkmasını planladığım ikinci albümüm ve ilk şiir kitabımın düzeltmeleri ile uğraşıyorum. Çok ürkütücü bir süreç… Çünkü insan kendi yazdık

Hava sıcak… Limonata bardağım masada… Yakında çıkmasını planladığım ikinci albümüm ve ilk şiir kitabımın düzeltmeleri ile uğraşıyorum.
Çok ürkütücü bir süreç… Çünkü insan kendi yazdıklarını tekrar okumaktan korkabiliyor. Özellikle de amaç düzeltme yapmaksa… ‘Mükemmel, iyinin düşmanıdır’ derler. Bu fikre tamamen katılıyorum. Mükemmeliyetçiliğin sonu yok. Platon’a bazen güvenmemek lazım!
 
Elime geçen kitaplara bakıyorum. Ekofeminizmle ilgili bir kitap bugünlerde elimden düşmüyor. Kadının doğa ile ilişkilendirilmesi ve bunun yüceltici olacağı yerde aslında kadının ‘evcil’ ve ‘anaç’ olduğunun vurgulanması amacıyla bu ilişkilendirmenin yapıldığı görüşleri yer alıyor. Bilimin, erkekle doğanın ise kadınla özdeşleştirildiğine vurgu yapılıyor. Aklın erkeğe, sezgilerin kadınlara layık görülmesinden vazgeçmek gerekiyor. Daha doğrusu kitabın yazarı, bu yanlış yargılardan sıyrılmak için ‘ekolojik bir feminizmin’ kurulması gerektiğinden dem vuruyor. Doğanın, aklın karşıtı olmadığı bir dünya görüşünü benimsemek gerektiğini söylüyor. Daha insancıl ve daha eşit bir düzende yaşamak için doğayı ve onun uzantısı olarak görülen kadını kontrol eden erkek egemenliğinin son bulması ve yeni bir perspektif geliştirilmesi gerektiğini iddia ediyor ki ben de burada yazara katılıyorum. ‘Kadın doğanın parçasıdır’, ‘Erkek kültürün parçasıdır.’ gibi klişeleşmiş söylemleri yıkmanın gerekliliğini gösteriyor.
 
İnsan kimliğini ve varoluşunu, doğanın egemeni olarak değil bir parçası olarak algılayıp deneyimlediğimizde çok daha adil bir dünyada yaşayabileceğimiz gerçeği beni de heyecanlandırıyor. Dünyayı, ikilik hiyerarşiler üzerinden görmeyi bırakabildiğimizde (kadın/erkek, siyah/beyaz, akıl/doğa gibi ikilikler) çok daha fazla yol kat edebileceğimize inanıyorum. Farklılıkları kabul etmeyi de kapsayan çocuksu, naif ama zengin ve bilinçli bir ruh hali gerekiyor bizlere.
 
Limonatamdan bir yudum alıyorum ve fazla teoriyle kimseyi sıkmak istemediğime karar veriyorum… Dergiden web siteye geçişim olan bu yazımda aslında daldan dala atlamayı uygun görüyorum. Tabii kendimce bağlar kurarak…
 
Dışarıda yağmur yağıyor. Penceremi dövüyor damlalar. Bazısı nazikçe dokunup gidiyor. Bazısı hoyratça çarpıp çaresizce yere damlıyor. Biz insanlar da yağmur damlaları gibiyiz aslında… Bazen birbirimize karşı çok nazik ve anlayışlı ama benzerimiz olmayana karşı önyargılı… Farklı dünyaları algılayabilecek kadar uzun bir yaşamımız ve geniş bir yürek kapasitemiz olsa ne kadar güzel olurdu her şey…
 
Dün gece müzisyen bir arkadaşım beni Nick Drake’in kendi halinde, doğayla iç içe, akustik gitarını şefkatle çalan fotoğrafına benzetti.
Oldukça sevindim. Nick Drake’in müzisyenliği ve kişiliği beni her zaman etkilemiştir. Tek trajedisi düzene adapte olamayışıydı sanırım… Ya da kendinin bile bilmediği engin iç dünyasında kayboldu. Jeff Buckley’i de çok severim…
 
Androjen güzellikteki bu sanatçılar her daim sesleriyle de rehber olurlar kırık ruhlara… Dün gece beni Mark Kozelek’in Lost Verses albümüyle tanıştıran müzisyen arkadaşıma ve gündüzümü aydınlatan güzel dostlara, Janis Joplin Junior’un güzel sesine (bana 19 yaşımdaki halimi hatırlattı) minnet duyuyorum.

Etiketler: kültür sanat
İstihdam