13/04/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

KCK iddianamesi açıklandı. DGM’lerin öz evlatları "özel yetkili mahkemeler" tarafından yürütülen ve uzun tutuklama süreleriyle gündeme gelen davanın iddianamesi ise davaların ‘tutuklama’ amaçlı birer ‘tutsak etme’ sürecinden ibaret olduğunu kanıtlar nitelikte.

KCK iddianamesi açıklandı. DGM’lerin öz evlatları "özel yetkili mahkemeler" tarafından yürütülen ve uzun tutuklama süreleriyle gündeme gelen davanın iddianamesi ise davaların “tutuklama” amaçlı birer “tutsak etme” sürecinden ibaret olduğunu kanıtlar nitelikte.
 
Davayla ilgili çok şey söylenebilir. Dava sürecinde mahkemelere milletvekillerinin dahi zaman zaman kolluk kuvvetlerince sokulmaması başta olmak üzere sanıkları ve davayı izleyenleri ciddi anlamda terörize eden bir süreç hem medya ayağında hem de hukuki alanda süregeliyor.
 
Eğer iddianameyi okumaya zamanınız olursa, özellikle iddianamenin son bölümündeki Kürt legal siyasetini özgürlük diğer uzuvlarıyla eş tutarak kapatma eğilimine evrildiğini göreceksiniz. Zaten KCK’nin iddianamenin başından sonuna STV’nin diliyle yazılması, “terör örgütü” olarak anılması gibi durumların tamamının ciddi anlamda iddianamenin bir “niyet” iddianamesi olduğunu görmek şart.
 
Siyaset Akademisi’nden Oslo’ya: Not Okumak Yasaktır!
 
Özellikle Kürt hareketinin batıdaki varlık alanının en ciddi anlamda irdelendiği noktalardan biri “Siyaset Akademisi”ne katılan ve sonradan ifade veren isimlerin söyledikleri. Bir çoğu “gizli” tanık olan tüm bu isimlerin söylemlerinin temelinde BDP Siyaset Akademisi’nde Abdullah Öcalan’ın fikir ve görüşlerinin endoktrine edildiği, örneğin kadın konulu bir derste dahi Öcalan’ın avukatlarıyla konuşmalarının metinlerinin okunduğu söyleniyor.
 
Hatırlanacaktır ki benzer bir durum MİT-KCK görüşmeleri için de geçerliydi. Eminiz ki ilk elden Başbakan’ın önüne giden bu görüşmeleri okumak ise “Kürtler” için suç sayılmış ve iddianamelerdeki yerlerini almışlardı.
 
Başlangıçta Özel Yetkili Mahkemeler ile ilgili olarak kullandığım DGM’nin öz çocukları tavrı birçok anlamda sırtlarını dayadıkları gizli tanıkların ifadeleriyle kendini gösteriyor. İddianamenin özensizliği ve bazı kısımlarının “kalın”la belirginleştirilerek kamuoyuna dağıtılması ise artık gazetelerin nasıl da savcı gibi davranabildiklerinin yahut bizzat mahkeme görevini de aşan kolluk kuvvetliği görevini gördüklerinin kanıtı.
 
Örneğin iddianamede yaklaşık elli yerde geçen Öcalan’a dair notların ve görüşlerin paylaşılması, Kürt hareketinin siyasetine dair çeşitli argümanların ve fikirlerin yayılması bir suç unsuru. Açıkçası, kendi ideolojik propogandasını, Milli Eğitim  Bakanlığı’nca dağıtılan kitaplarına kocaman bir fotoğrafı eşliğinde yerleştiren bir iktidarın döneminde böylesine bir uygulamaya rastlamak mizahi bir durum olsa gerek. Dahası, her biri ideolojik kurumlar olan siyaset akademileri gözetildiğinde AKP’nin siyaset akademisinde de Cin Ali’nin okutulduğunu düşünmüyoruzdur umarım.
Örneğin “bugün kadına baktığımız zaman hani hem devletin tecavüzü altında hem emniyet tecavüzü altında hem ezilen bir ulus kimliğini taşıdığı için ezilen bir kimliğe sahiptir” cümlesine baktığımızda “emniyet tecavüzü” sözcüğünün altının çizili olduğunu görüyoruz. Acaba adliyeler birer şirket mi? Bu alt çizme gibi meselelerin genel olarak şirketlerde çalışma arkadaşlarımızın işini kolaylaştırmak adına yapıldığını unuttuk mu? Yahut emniyetin tacizkar politikalarının var olduğunu söyleyen yalnızca X-10 kod adlı şahıs mı iddianamedeki? Bu madde eğer bu kadar rahatsız ediciyse Sibel Üresin’i kapsamamak üzere AKP’nin de kadınlarla ilgili tüm aktiviteleri durdurulmamalı mı? Kadına yönelik şiddeti nerden geldiğine göre kategorize etmek imla ve noktalama konusunda oldukça başarısız bir savcıya mı kalmış durumda?
 
Örneğin yine X-10 isimli şahsın “Türkiye İtayla Fransa gibi devletlerin sömürgesi olmuştur bu sömürgeyle birlikte tüm bunlara karşı sömürgelik ulusal bir bir mücadele verirken tüm değerleri bunlara peşkeş çekerken o da kalkıp Kürtleri sömürüyordu değil mi” ifadesinin suç barındıran yanı nedir ki kalın harflerle belirtme ihtiyacı güdülmüştür? Acaba, Türkiye sol hareketin yıllardır emperyalizm üzerine oluşturduğu tezlerde binlerce kullandığı hatta birçok legal partinin tez olarak öne sürdüğü şeylerin kalınla belirtilecek kadar mühim olduğunu düşünen bir savcının KCK’ye bakış açısı nedir? Sol ve devrimci siyasetlerden etkilenmiş bir hareketin olayları “Büyük, güçlü artık beş çocuklu Türkiye” düzleminde değerlendirmesini değerlendirmek bir hukuk problem olmaktan çok bir algı problem değil mi?
  
BDP’yi ve Diğer Demokratik Organizasyonları Terörize Etmek
 
İddianamenin başında değinilen KCK sözleşmesi ise iddianameyi yazan savcının fazlasıyla moralini bozmuş olsa gerek ki, sık sık sözleşmeye atıfta bulunuyor. Bunun arkasındaki neden de açık. KCK sözleşmesinde yer alan amaçların bir çoğu her demokratik halk hareketinin amaçları arasında bulunuyor. Örneğin erkek egemenlikten arınmış bir dünya istemi gibi maddeler kimi rahatsız edebilir.
 
Yahut İddianame’deki ESP (Ezilenlerin Sosyalist Partisi) ile ilgili kısma bakalım. Partinin “ezilenleri” bir grup olarak görerek isyana teşvik etmesine varan abuk subuk bir durum var ki, kapitalizmin sosyalizmi yargılamasından ve klasik “cadı avı”ndan bile, soğuk savaş Amerika’sından bile daha geride bir MTTB kalıntısı sağ ideolojinin iddianameyi yazdığı açıkça belli oluyor. Seçime katılabilecek kadar örgütlü bir parti olan ESP’nin kuruluş amaçları arasında “devrim”in bulunması bile birileri için rahatsız edici oluyor, hatta buna iddianamede onlarca cümle eşlik ediyor.
 
Bir başka açıdan da Kürtlerin dört parçasını birleştirerek gibi ifadelerin tamamı “suç” sayılıyor. Anlaşılamayan nokta ise şu, devlet tarafından yazılan raporlarda dahi Batı, Güney, Doğu Kürdistan denerek ayrılabilen, iddianamede de “bunlar 4 ülkeyi de bölecekler” anlayışıyla zikredilen durumun dile getirilmesi nasıl oluyor da suç olabiliyor? Ayrıca bu savcının Türkiye savcısı olduğu göz önüne alındığında Suriye ve benzeri ülkelerdeki Kürt bölgelerine ilişkin “hassasiyeti” nereden ileri geliyor? Acaba Suriye’yi “hazır işgal edecekken” oranın da hukuki sürecine müdahil olma ihtiyacı mı hissediliyor?
 
İddianame hakkında daha çok şey söylenebilir; ama savcının bir internet Troll’ü edasıyla yazdığı son “büyük harfli ve kalın yazılmış bölümlerde” açıkça “ Kaldı ki Siyaset Akademilerinin BDP’nin tüzel kişiliği altında açılarak terör örgütünün eğitim kamplarına çevrilmesi dahi bu partiyle terör örgütü arasındaki organsal bağı ortaya koyduğu anlaşılmakla” gibi kalıpların kullanılması KCK iddianamesinde asıl amacın devleti “korumak” değil Kürt’ü dövmek olduğu, bir legal siyasi partinin daha kapanması için ter akıtıldığının göstergesi. Ne diyelim, ileri demokrasimize hayırlı olsun.

Etiketler:
İstihdam