05/12/2016 | Yazar: Alina

Geçmiş olsun. Sen başta olmak üzere bütün eşcinsellere geçmiş olsun. Çünkü bu durumun kitlesel imgesi vardır.

Kerimcan Durmaz, bazılarının son derece severek ve taklit ederek izlediği, takip ettiği, bazılarımızın ise maruz kaldığı/bırakıldığı bir sosyal medya fenomeni olarak çıktı karşımıza.

Arkadaş sohbetlerinde, bir kafede zaman geçirirken hemen yan masada, iş arkadaşlarım ile toplantı yaparken sık sık ismini ve repliklerini duymaya başladım.

Kendisini takip edip, onunla eğlenenlerde ise, Bülent Ersoy yasaklı iken yasağını savunanların, yasak sonrası ise İzmir Fuarı’nda izlemeye giden veya Huysuz Virjin’in şovuna çocuklarının elinden tutup giden ama asla ve asla çocuklarının gey, lezbiyen, trans olmasını istemeyen şen şakrak ailelere özgü bir ikiyüzlülük gözlemledim, değişen jenerasyon farkıyla. Kerimcan bir gerçek değil, sahnelere özgü bir projeydi. Sahnede kalmak zorundaydı ve gerçek hayata sızmamalıydı.

Üstelik bu kitle Kerimcan üzerinden tüm eşcinselleri aynı tutmaya başlamıştı bile. Çünkü bu kitle sığ idi ve her şeyi severek, gülerek, özenerek tüketmeye hazırdı. Üstelik bu kitle Kerimcan’ın kendi başına bir birey olduğunu, kimseyi temsil etmediğini, eşcinsellerin mühendis, şovmen, DJ, yazar veya modacı olabileceğini düşünemeyecek kadar köşeli beyinliydi. Bu kitle tüm dünyayı temsil eden orta sınıftı.

Kerimcan, bana hiçbir zaman komik gelmedi. Çünkü sosyal medya üzerinden kendisini popülerleştiren konuşma tarzı, kelimeleri, replikleri benim doğal ortamımın, yani lubunya ortamımın özdiliydi. Bugün her hangi bir lubunyanın, lubunya arkadaş ortamında konuştuğu dilin, yaptığı gullümün ta kendisiydi yani.

Geçen haftalarda kendisinin bir röportajı çıktı karşıma. ‘Muhafazakarım, kuran okuyup, namaz kılıyorum’ gibisinden bir şeyler söylemişti. Eğer muhafazakar biriyse, bunu neden ifade etme gereği duydu, acaba görünürlülüğü üzerinden tehdit altında mı, diye geçirdim aklımdan. Çünkü kimliğinizi özgürce ifade ettiğiniz alanı size sadece laiklik sağlayabiliyorsa ve laikliğin kendisi dahi tehdit altındayken, siz diğer tarafı da hoş tutmak istiyorsanız, muhafazakarlık çok güçlü bir koruma zırhı yaratabilirdi. Biraz sistemin sırtını okşuyor, gönlünü hoş tutuyordu yani.

Bu hafta ise, tüm ülkenin içler acısı, utanç verici homofobikliğini gözler önünde seren bir haber ile karşılaştık. Olay yeri Karadeniz’di. Fatihlerin, Yasinlerin, Ogün Samastların bitmediği Karadeniz’di. Erilliğin, milliyetçiliğin övünç kaynağı olduğu, bunun üzerinden nefret ateşleri yakılan, etrafında ölüm salyaları akıtılan Karadeniz’di.

Hrant Dink’i öldüren, bununla övünen, Karadenizli olmayı kutsal sayan insanların bölgesiydi. Aynı nefretti, aynı kindi. Farklı gördüklerine duyulan aynı öfkeydi.

Kerimcan Durmaz, Samsun’da, DJ’lik yaptığı bir mekanda saldırıya uğramıştı!

İlk açıklaması ‘büyütmeyin, benle alakalı değil, mekanda arbede olmuş, menajerim beni çıkarırken ayağım burkuldu o kadar’ oldu. Çünkü muhafazakar bir kadın olmak bunu gerektirirdi. Zehir içip, kızılcık şerbeti içtim, demeyi, ‘aman Ali Rıza ağzımızın tadı bozulmasın’ diye ortamı sakinleştirmeyi kendine görev bilirdi. Sistemin şiddetini örter, farkında olmadan, gerçeği saklayarak şiddeti körüklerdi.

Sonradan bu vahim saldırının aslını öğrendik. Kerimcan’a bir grup mekan içinde, mekan çıkışı ise başka bir grup, elinde kırık bardaklarla, sopalarla ve palalarla saldırmışlardı. Asistanının kolu kırılmış, kendisinin ise kaşı çatlamış ve burnu kırılmıştı.

Saldırganlar daha sonra gidip teslim olmuş, ‘Bahçeli ve Erdoğan duysun, tek dişli canavarlar bizi ibne yapamazlar, Karadeniz bunları kaldırmaz, büyük şehirlere gitsinler, buraya sığdırmayız’ diye kahramanlık naraları atmışlardı.

Ps: Trans cinayetleri, eşcinsel cinayetleri politiktir, derken ne demek istediğimizi daha net ve doğrudan anlatamazdı hiç bir şey!

Eşcinseller küçük yerlere sığmazlardı, şehirlere gitmelilerdi. Şehirde belirli semtlere, belirli semtlerde belirli mahallere, belirli gettolara, belirli şiddete gitmelilerdi. Eşcinseller sahnelere, make up dükkanlarına, moda bahçelerine, güzellik alanlarına, sanat dünyalarına sıkışmalılardı, sıkışmıyorlarsa da gizli kapaklı yaşamak zorundalardı!

Sistemin eziciliğinin en güzel kanıtıydı leş ağızlardan dökülen bu sözler…

Bu olayın bir benzeri ‘muhafazakar bir eşcinselim’ diyen Cemil İpekçi’nin, yıllar önce Bodrum’da bir markette saldırıya uğraması olmuştu. Pek çok yönden benzerlik gösteren bir süreci ihtiva ediyordu iki olay.

Demek ki sistemin ezici çarklarını övmek, gönlünü hoş tutmaya çalışmak, sırtını okşamak kimseyi korumuyormuş. Muhafazakarlık birilerini nefretini sana kolayca sunmasını ve bunun arkasında durmasını kolaylaştıracak bir erkekmiş, nefretliymiş. Gariptir ki sana saldıranlar da gücünü bu çarklardan alıyorlarmış, muhafazakarlarmış.

Geçmiş olsun. Sen başta olmak üzere bütün eşcinsellere geçmiş olsun. Çünkü bu durumun kitlesel imgesi vardır. Sadece sana yapılmış bir şey değildir, senin ünün üzerinden tüm eşcinsellere edilmiş bir tehdittir. Homofobi, hepimizin meselesidir.

Özelikle Karadeniz olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde, kırsalında, taşrasında yaşayan, hayatta kalabilmek için, kendinden, hayatından, cinselliğinden, dünyasından taviz vermek zorunda kalan eşcinseller geldi aklıma en çok. Kendilerini nasıl tehdit altında hissettikleri, korktukları, bir sonraki güne çekinerek uyandıkları, dışarı çıktıları düşüncesi sardı beni.

Romantik bir endişeden çok, tecrübeyle sabit deneyimlerden yola çıkıp hissettim bunu. Ailesini, yaşamanı, hatıralarını bırakıp, hayattan azıcık yaşamak için ‘rahat’ diyarlara göçmek için gün sayan eşcinsellerin sabırlarını, baskılanmalarını hissettim.

Bu yazıyı biri okuyorsa içlerinden, en güzel umut dolu hislerle kendilerini kucaklıyorum ve kalpten öpüyorum her birinin bin Karadeniz’e değen hırçın, güçlü varoluşlarını. Hepsinden daha güzel ve değerlisiniz!


Etiketler:
İstihdam