20/06/2017 | Yazar: Ali Özbaş

Margo yüksek bir binadan kente bakarken ‘kâğıttan bu kent ve insanları’ diyor ancak filmin genelinde yaşanılan kent böyle bir resim çizmiyor.

Margo yüksek bir binadan kente bakarken “kâğıttan bu kent ve insanları” diyor ancak filmin genelinde yaşanılan kent böyle bir resim çizmiyor.

Fragmanını ilk gördüğümden itibaren heyecan duyduğum, vizyona girdiğinde izleyemediğim, sonrasında büyük umutlar besleyerek izlemeyi beklediğim, nihayetinde izlediğimde de hayal kırıklığı yaşatan filmlerden biri “Paper Towns-Kâğıttan Kentler” ne yazık ki… Öncelikle ismi beni cezbetmiş, bana çok şeyler vadetmişti. Sonrasında “Aynı Yıldızın Altında-The Fault in Our Stars” filminin yapımcılarından ibaresi de ayrı bir umut vermişti. Ama işte güzel bir iş yaptılar diye, her yaptıkları çok başarılı olacak gibi bir kural yok, öyle bir güzellik de hiçbir zaman olmadı maalesef. Hele ki Hollywood camiasında güzel iş yapanların bu işi çözdük, başarılı oluyoruz, benzer güzellikler yaratalım diye bir kaygıları yok ki. En fazla, “iyi bir gişe yakaladık, övgüleri de topladık, gelin bunu ne kadar sömürebilirsek sömürelim” mottosu var sanırım. Bunu unutup da umut beslersem böyle hayallerimin kırılması ile kalırım işte…

Küçüklüğünde yeni komşularının kızı Margo’yu gördüğü anda ondan etkilenen Quentin’in anlatısı ile aktarıyor olayları film. Lise son sınıfa geldiklerinde Margo ayrı bir arkadaş grubu oluşturmuş, aralarında bağ kopmuş, okulda karşılaştıklarında selamlaşmamaktadırlar bile. Ancak Quentin hâlâ ondan hoşlanmaktadır. Margo bir gece Quentin’in kapısına gelip, kendisini arabası ile birkaç yere götürmesini istiyor ve Quentin, yeniden beraber vakit geçirecek olmalarından dolayı, hemen olmasa da kabul ediyor bu öneriyi. Gecenin sonunda da eğlenmiş hissediyor kendini. Ne var ki sonrasında Margo ortadan kayboluyor. Ailesi hiç endişe etmiyor, “bu kaçıncı ortadan kayboluşu” ne de olsa. Yakın arkadaş çevresinden intikam oyunları ile kopmuş olsa da neredeyse hiçbiri “bu kız neden ortadan kayboldu, başına bir şey gelmiş olmasın aman yarappim” bile demiyor. Tek endişe eden Quentin oluyor. Böylesine bir durumda açıkçası seyirci olarak ben de endişelenemedim. İlginç, tuhaf, şok edici bir durumun çıkacağını düşünmedim bu kayboluştan ki sürprizinizi bozmak adına söyleyeyim, çıkmıyor da zaten öyle bir durum. Quentin’in “onu çok sevdiğini” söyleyen iç sesi dışında sevgilerine inandıracak hiçbir duygu, olay, bakış göremiyoruz da zaten. Hele ki Margo’yu bulmak için çıktıkları yolculukta yaşanılan kaza çok saçma olmuş. Anlaşılan geceyi orada geçirmeleri, bazı karakterlerin o gece birliktelik yaşamasını sağlamak için ihtiyaç duyulmuş bu kazaya ancak hiç inandırıcı durmuyor.

Peki, hayal kırıklığı yaratan başka neler vardı? Film adının karşılığını veremiyor. Öncelikle “kâğıttan kentler” denildiğinde neredeyse tek boyutlu her an yıkılmaya, yırtılmaya müsait, yapaylık dolu bir kent algısı uyandırıyor. Oysa filmde Margo karakterinin yüksek bir binadan kente bakarken “kâğıttan bu kent ve insanları” demesi benzer bir kent imgesi yaratsa da filmin genelinde yaşanılan kent böyle bir resim çizmiyor. Zaten aslında harita çizenlerin, kendi yaptıkları haritaların izinsiz kullanıldığı takdirde bu kişilerin yakalanmasını sağlayan teknik bir detay olduğunu öğreniyoruz “kâğıttan kent” teriminin. Haritanın bir yerine aslında olmayan bir şehir yerleştiriliyor. Sonrasında o bölgede boş bir bina vs. gibi yer de hayalet kasabanın adı ile anılıyor. Kopyacı haritacılar bunu bilmeden kendi haritaları gibi sundukları takdirde de haritadan o kâğıttan kenti çıkarmadıklarından yakayı ele veriyorlar. Filmin finaline doğru çözülecek düğüm tam da böyle bir noktada geçtiğinden filmin adı oldukça teknik kalmış oluyor.

Ayrıca filmin karakterlerini canlandıran oyuncular olmamış, uymamış, götüremiyorlar filmi… Şirin çocuklar. Ama hepi topu o. Ekrana baktıkça şirin çocukları görmek dışında, içi dolu, etkileyen bir karakter göremedim. Üstelik ana karakterlerden Quentin yukarda bahsettiğim diğer filmde de önemli bir rolü canlandırmış ve etkileyici olmuştu. Dolayısıyla genç oyunculara “başarısızlar” demek istemiyorum ve gönlüm de buna elvermiyor ama casting denen ve Amerikan sinemasının bu konuda çok başarılı olduğu sistem bu filmde işlememiş ya da çok yanlış kullanılmış. Margo karakterini canlandıran oyuncu da kesinlikle sevimsiz bir tip olmuş. ‘Güzel kızlar ve yakışıklı erkekler yerine çirkin oyuncuların da başrol karakteri olabilmesi’ masalını bir kenara bırakalım. ‘Seyirci güzel kişi görmek ister karşısında’ demeyi de bir kenara bırakalım. ‘Yapımcılar para harcadıkları filmden kazanmak isterler, bunun yolu da rüya gibi bir oyuncu kadrosudur’ önermesini de yok sayalım. Çirkinlik ya da güzellikten bağımsız bir olmamışlıktan bahsediyorum. Bahsedilen karakterin canlı hali o kız değil, bunu hissediyorsunuz. Sert bir yüz çizgisi kendi ayaklarında durmak isteyen, intikamını almak için deli planlar yapan, ailesi dâhil kimseyi takmayıp ortadan kaybolabilme cesareti gösteren bir karakter yaratmıyor örneğin. Sadece güzelce ama sevimsiz bir kız görüyorsunuz karşınızda o kadar.

Ayrıca “intikamını almak için deli planlar yapan” dememi de çok ciddiye almayın, çünkü yapılan plan ve uygulamalar hiç de delice değil, çokça çocukça şeyler. Aileye ispiyonlamak, çıplak fotoyu çekmek, arabayı streç filmle kaplamak, kaşın birini tüy dökücü kremle traşlamak… Olaylar, örgüler, duygular zayıf kalmış. Ama kim bilir, belki de söz konusu karakterler ve aslında hitap ettiği kitle olan yeniyetmeler için yeterli ve beğenilecek bir filmdir.

Ali Özbaş'ın sinema yazılarının tamamına ulaşmak için burayı ziyaret edebilirsiniz.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam