20/03/2012 | Yazar: Özlem Sönmez Ertem

Feminist arkeoloji perspektifinden bakıldığında her ne kadar söz konusu tarihsel figürün (Kibele) cinsiyeti tartışmalı görünse de, tıpkı sanatçı Canan’ın kendi gebelik sürecini çalıştığı yandaki işinde olduğu gibi, bir gösteren olarak kabul edilmesinde hiçbir sakınca yok.

Feminist arkeoloji perspektifinden bakıldığında her ne kadar söz konusu tarihsel figürün (Kibele) cinsiyeti tartışmalı görünse de, tıpkı sanatçı Canan’ın kendi gebelik sürecini çalıştığı yandaki işinde olduğu gibi, bir gösteren olarak kabul edilmesinde hiçbir sakınca yok. Hatta yakın değil uzak a(t)nalarımızla kurduğumuz ilişkiyi anlamak açısından da sembolik bir önemi var. Canan, daha önce “Çeşme” isimli çalışmasıyla konuk olmuştu bloga. Bu son derece kuvvetli video enstelasyonu, Ana Öğün isimli kaydı görsel olarak tamamlamıştı. Bugün ise, gebelik ve annelik deneyimi üzerine girdiğim son kayıtlarla yan yana geldiğinde anlamlı olan “Kibele” isimli işiyle…
 
Şöyle diyor: “Ana tanrıça analığın tam bir temsilcisidir uygarlık tarihinde. Bereketi, bolluğu ve gücü simgeler. Bedenimdeki bu değişiklikler ister istemez bu benzerliği keşfetmemi sağladı. Ben de bu görüntüyü çalışmama yansıtmayı bir fırsat olarak düşündüm.”
 
Benim bu uyaranla keşfettiğim ise, daha önceki kayıtlarda ifade edildiği gibi, gebelikle birlikte tekrar hatırlananlar, bilinçdışı çağrışımlar, çatışmalar, tetiklenen iç dünyalar. Bu deneyimin her aşaması, daha önce fiziksel ve zihinsel olarak yaşanmış pek çok “eski” duruma gönderme yapıyor. Sadece tek başına büyüyen memeler bile, ergenlik döneminde sıkıntılı bedensel ve psikolojik değişimi yeniden çağırıyor. İşte bu fiziksel değişimlerin, görsel olarak da burada çağırdığı bir öncekiyle (anne olacak olanın annesiyle) ruhsal ilişkisini anlamlandırabilmek için vesile kabul edip, Psikanaliz Yazıları’nın 14. sayısında Elda Abrevaya’nın “Annelik ve Kadınsılık” isimli makalesinden bir paragrafı paylaşmak istedim:       

"Her ne kadar annelik deneyimi bir kadının ruhsallığında ve cinselliğinde köklü dönüşümlere yol açsa da, nihai bir evreye denk gelmez. Asıl menopozu kadının ruhsal gelişimindeki en son aşama olarak nitelendirebiliriz. Bu dönem, daha evvel aşılan cinsiyetler arası farklılık, ergenlik, cinsel birleşme anlarında olduğu gibi, bir krize karşılık gelir. Krizlerde fazlasıyla uyarımlara maruz kalan benlik, savunmalarını devreye sokamadığı için, acil olarak benliğin yeniden örgütlenmesini zorunlu kılar. Menopoz sınavını aşabilmek bir kadına gerçek anlamda bedenini annesininkinden kurtarabilme olanağı verir. Kadın o zaman belki tam anlamıyla kadınsı cinsel hazza, kendisinde gömülü olan annenin rahminden kurtulan bir vajinaya ilişkin cinsel hazza erişebilir. Bir kadının cinsel gelişiminin en ileri düzeyine böylesine “geç” varabilmesi de şaşırtıcıdır. Florence Guignard bir kadının anneliği sayesinde, kendi rahmini annesininkinden ayrıştırabildiğini belirtir. Gebeliğe değin, kadında bilinçdışı düzeyde annenin rahmine geri dönmeye ilişkin füzyonel bir arzu söz konusu olduğu ölçüde, annenin rahmine olan bilinçdışı yatırım yoğun ve çiftdeğerlidir. Ancak annelikle birlikte kadın kendi rahmine sahip çıkabilir. Oysa Jacqueline Schaeffer, kadının kendi vajinasının annenin rahminden kurtarabilmesini daha da geç bir evreye, yani menopoza iter. Bedensel düzeyde yaşanılan annelik deneyimi, bir kadını kaçınılmaz olarak kendi annesine bağlar. Kendi çocukluğuna ilişkin anne imagosu yeniden canlanır. Bu bağlamda kadının menopozla birlikte artık çocuk sahibi olamaması, onu anneye bağlandığı imgesel zincirden kopma olanağı taşır." 
 
Daha önce Menopoz başlıklı kayıtta kadınlığın yitimi olarak tanımlanan bu fiziksel değişim, burada başka türlü bir kazanıma işaret ediyor. Birbirinden farklı gibi görünen bu iki durum, aslında bakılan yere göre değişmiyor. Her ikisini de içinde barındırıyor.  

 


Etiketler:
İstihdam