02/01/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Başkalarının acılarının aktarılması sürecinde ‘anlam’ nerede diye sorduğumda, aklıma hep onca fotoğrafın sağına soluna yazılan cümleler gelse de, bugün, neredeyse medyanın tamamında aktarılan o fotoğrafların üstüne bir şey söylemek, onu söylemek için söylemek değil, söylediğinizin bir ‘anlam’ yahut amaç taşımasını gerekli kılıyor.

Uludere’de olanlar üstüne kalem oynatmak zor. Başkalarının acılarının aktarılması sürecinde ‘anlam’ nerede diye sorduğumda, aklıma hep onca fotoğrafın sağına soluna yazılan cümleler gelse de, bugün, neredeyse medyanın tamamında aktarılan o fotoğrafların üstüne bir şey söylemek, onu söylemek için söylemek değil, söylediğinizin bir ‘anlam’ yahut amaç taşımasını gerekli kılıyor.
 
Tüm gazetelere gezdiriyorum gözümü. Katliama suçlu arıyor muhalif olanlar; ‘asıl suçlu kim’ sorusuna o kadar odaklanmışız ki bir kısmımız, mağdurların sesine kulaklarımız tamamen tıkalı. Tam ters tarafta ise, bambaşka bir eğilim duruyor, sadece mağdurları gören, bunu bir ‘yol kazası’ olarak gören demokrat pabuçlu çocuklar.
 
Oysa olay, Kürtlere yönelik ulus devletçe yıllardır sürdürülen bu savaşın başından beri apaçık ortada: Kürtler, bu topraklarda her daim ‘katline ferman’ verilmiş bir halk olarak yaşıyorlar ve ‘ölüm ihtimali’ onlar için korkulacak bir şey değil. Hatta bir kısmı için ‘sıradan bir yaşantı’ varlıklarına ihanet gibi, onlar bu yaşantıların onları beyazlaştırmasından dem vuruyorlar…
Korktuğumuz, söyleyemediğimiz, her şeyi yaşıyorlar. Kendimize yakıştıramadığımız işleri onlara yaptırıyoruz yıllardır. Hatırlayın Nazım’ın o şiirini, Türk’ler, idam işini bile çingenelere bırakan, dahası Kürtler’in ölümünü bile Kürt bir Bakan’ın özrüyle ‘perdelemeye’ çalışan bir siyasal mantığın yaratıcıları olarak sokaklardalar.
 
Hayatta neden utanıyorsun deseler, belki de ‘kendimden’ deyip sıyılırdım… Öyle garip, öyle sert çünkü gerçeğimiz. Bir yandan erkek olmaktan utanıyorum bunca kadının orta yerinde, bunca soykırımın ortasında müslüman bir ailenin çocuğu olmaktan, bunca Kürt  katliamının orta yerinde Türk bir ailenin çocuğu olmaktan, bu garip, bu berbat kimliğin koruyuculuğunda yaşamaktan utanıyorum.
 
Utanç, yetmiyor tek başına. İnsan çekip atmak istiyor kimliğini kendinden, sırtından atmak istiyor bu “Türk”lüğün, bu katilliğin yükünü. Bunca katille aynı ‘sanılmanın’ yükünü atmak istiyor insan sırtından, atamadıkça deliriyor, atamadıkça, bir mutsuzluk büyüyor insanın içinde.
 
Sonra o kaymakamın görüntülerini görüyor, soruyorum kendime, ne farkımız olabilir; onca katliamın orta yerindeki bir halkın gözünde o adamdan, ölü bedenlerini eşeklerle taşıdıkları oğullarının hesabını kim verecek o halka?
 
Herkes, öyle ya da böyle bir suçlu arayacak, aklımıza şiirler, kahramanca türküler gelecek, isim de bulamayacağız, sokak da kendimize. Kaçış yok diyeceğiz, ne kendi lanetimizden kaçabileceğiz, ne Kürtler kurtulacak biz üzüldükçe, hüzün, aramızda kocaman akan bir ırmağın adı olacak zamanla. Kürtlerden istediğimiz tüm özürleri dileyelim, paramparça olana dek sürünelim dizlerimizin üstünde, tüm o kardeşlik masallarıyla bir kez daha aldatmaya çalışalım onları, olmayacak.
 
Ben, oğlumun cesetini eşekle getirdikleri o sabahı görsem, bir başka sabah görmek istemezdim. Bu ülke, Kürtler kendi kaderlerini çizmedikçe kendi sabahını göremeyecek, o güne dek hep karanlık, hep! Biz bu karanlığa mahkum muyuz? Elbette hayır; ama hüzünlerin ve yasın bizi kurtaracağını sanıyorsak yanılıyoruz, Kürt gibi yaşayamıyorsak da Kürt gibi yas tutmalıyız, Kürt gibi tutmalıyız sokak başlarını, kapanmalı kepenkleri dükkanların, susturulmalı tüm devlet frekanslı sesler.
 
Ağabeylerinin, babalarının cenazelerindeki ağıtları bile anlayamayan çocuklardan dilenecek özürler artık anlamsız artık, hiçbir kardeşlik türküsü de eskisi gibi tınlamıyor kulaklarda, ne bizim dilimiz ‘tanıdık’ kaçar barışa artık ne Kürtçe’ye yer bıraktılar sokaklarımızda. Aynı şarkıları söylüyoruz evet; ama aynı ölülere aynı şekilde ağlamıyoruz.
 
Çoğumuza göre ‘sayı’ olan onca ölüm, Kürt topraklarında isim oluyor, anne oluyor, kardeş oluyor, baba oluyor, oğul oluyor…
 
Çoğumuza göre ‘hikaye’ olan onca an, Kürt topraklarında bugün oluyor, dün oluyor, kötü birer anı oluyor.
 
Biz, televizyondan izlediğimiz, üstüne ‘dahiyane’ fikirler ürettiğimiz bu savaşı yaşamıyoruz. Biz bu savaşı izliyoruz. Ne okullarımızın bahçelerine helikopterler iniyor, ne bir ölü bedeni eteğimizde toplayıp götürüyoruz kırdan eve…
 
‘Biz’ -her kimsek- can ile cananı ayıranlarla aynı tarihin mirasyedileri, bu toprakların utançlarıyız. Ne dizlerimizin üstünde çökmek, ne gözyaşı dökmek, hak yerini bulana dek, kimse kimseyi affetmeyecek! 
 
Sarphan Uzunoğlu
Agora Kitaplığı Asistan Editörü 

Etiketler:
İstihdam