05/04/2013 | Yazar: Koray Doğan Urbarlı

Kiminle konuşsak, hangi avukatla görüşsek ‘Siz madencilerle baş edemezsiniz’ diyorlar ama biz mücadeleyi bırakmayacağız.

Kiminle konuşsak, hangi avukatla görüşsek ‘Siz madencilerle baş edemezsiniz’ diyorlar ama biz mücadeleyi bırakmayacağız.
 
Şimdi düşünelim;
 
“Kaz Dağları’nda bir köyde yaşıyoruz. Orada doğmuşuz. Hatta babamız, onun babası ve dedemizin babası da Kaz Dağları’nda doğmuş. Yaşamımızı doğadan, ekip biçerek, kazanıyoruz. Para biriktirmek, sermaye oluşturmak gibi bir derdimiz de yok. Çünkü para biriktirip, bir dağ köyüne, bir kıyı kasabasına yerleşip emekliliğin tadını çıkarmak gibi bir hayalimiz yok. Zaten o hayalin içerisinde nesillerdir yaşıyoruz.
 
Günün birinde birileri geliyor ve köyümüzün yakınlarında altın olduğunu söylüyorlar. Maden diyorlar, zenginlik diyorlar, para diyorlar, kalkınma diyorlar. Ne kadar tehlikesiz olduğunu anlatıyorlar bize madenciliğin. Bizi de işe alacaklarını ekliyorlar. Hayatınız kurtulur diyorlar. Karşı çıkacak gibi olunca, ülkemizi sevip sevmediğimizi sorguluyorlar. Karar verilmiş bir kere. Aslında tüm bu konuşmalar formalite. Altının nasıl çıkacağı, nereye gideceği, kimin işleyeceği bile belli. Sadece kimin reklamını yapıp, kimin takacağı belli değil. Fakat bir de anlatılanlar var.
 
Biraz güneyimizde Bergama var. Oradaki köylülerin madencilere karşı çıkışları var. Madencilikte kullanılan zehirler var. Dedemizin babasının su içtiği dereler, geçimimizi sağladığımız bitkiler, yaşadığımız yere özünü veren canlılar var. Madencilikte kullanılan zehrin, bunlar üzerine etkisi var. Fakat karar verildiği için bir kere ne kadar karşı çıksak da durduramıyoruz. Maden çalışmaya başlıyor. Doğanın, dağların altı oyuluyor. Günün birinde sularda bir değişiklik oluyor.”
 
Buraya kadarı gerçeğe yakın bir perspektif denemesi. Bundan sonrası ise gerçek:
 
“Kaz Dağları’ndaki bazı köylerde altın arama sahasındaki sondaj borularının patlaması sonucu kimyasal atıklar dereye karıştı. Karaköy Köyü ile Kızılelma Köyü arasında yer alan altın arama sahasındaki borunun patlaması köylüleri endişelendirirken, Karaköy Köyü Muhtarı Ramazan Çakır içme suyu kaynaklarına ulaşan ve aynı zamanda tarımda ve hayvancılıkta sulama kaynağı kaynağı olarak da kullanılan dereden su örneği alarak savcılığa suç duyurusunda bulundu. (…)
 
Suyun griye dönen rengini farkeder farketmez hayvanların dereye yaklaşmasını engellediklerini ve tarımsal sulamayı kestiklerini anlatan Çakır, “Dere suları temizlendi gibi gözüküyor ama tehlike geçmiş değil. Kiminle konuşsak, hangi avukatla görüşsek ‘Siz madencilerle baş edemezsiniz’ diyorlar ama biz mücadeleyi bırakmayacağız. Şimdi halktan imza toplayıp bu imzalarla Ankara’ya gitmeyi düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.
 
Maden ocağının altında 25 köye içme suyu veren doğal bir kaynak olduğunu kaydeden Karaköy Köyü Muhtarı, “Bu adamlar bu kaynağı kökten yok edecekler. Baraj yapıp insanlara oradan içme suyu vereceklermiş. Kaç gün, kaç ay su vereceksin? Havalar yağmazsa nasıl olacak? Doğal su kaynağını yok etmenin ne alemi var? Kendi elimizle yaşamımızı yok ediyoruz burada. Biz çocukluğumuzda orada balık avlardık. Şimdi bırak balık avlamayı, bir kurbağa bile göremiyoruz. Burası yapılırken bizi hep kandırdılar, ‘Sizi etkilemeyecek’ dediler ama gerçek öyle değil. Biz de kandık, kendi başımıza çare arıyoruz” dedi.“
 
Şimdi de soralım;
 
Ne hakla? Ne hakla bu yapılıyor, ne hakla insanlara bunlar yaşatılıyor ve doğa yok ediliyor? Kaz Dağları’nın altında 338 ton altın olduğu tahmin ediliyor. Bu 338 ton altını ortaya çıkarmak için kullanılacak olan siyanür miktarı ise 400 bin ton. Tüm işlem 10 sene içerisinde başlayacak ve bitecek. 10 sene sonra ne maden kalacak, ne altın. Fakat siyanür kalacak. Hatta sadece siyanür kalacak. 10 sene içerisinde doğaya binlerce ton siyanür verilecek, 338 ton altın alınacak ve para kazanma peşinde koşanların Kaz Dağları ile işi bitecek. Başka bir madene, başka bir doğal yaşama gidecekler ve oradaki insanları kandıracaklar. Peki geriye ne kalacak? Geriye zehirlenmiş toprak, içilemeyen su kalacak. Muhtarın söylediği gibi balık tutulan sularda, şimdiden kurbağa bile görülmüyor. İşleri bitince daha da kötü bir durum ortaya çıkacak.
 
Soruya geri dönersek, 10 senelik bir maden ve tahmini 40 milyar dolarlık bir gelir için binlerce yıllık bir yaşam alanı ne hakla yok edilir peki? Bahsi geçen yer de herhangi bir yer değil, ki herhangi bir yer olsa bile böyle bir hakkı kimseye vermiyor yaşam. Bahsi geçen yer, sadece ekonomik olarak, yine hesaplamalara göre yılda 7.5 milyar dolar artı değer üreten bir bölge. Bu gibi örneğine sıkça rastladığımız durumları açıklamak için kullanılan güzel bir tespit var. Bu tespit bu davranışın ardındaki düşünceyi çok güzel özetliyor: “Kazanç özelleştiriliyor, risk kamulaştırılıyor.”
 
Kamulaşan risk patladı Kaz Dağları’nda, derelere karıştı tarlalara, Kaz Dağları’ndan kıyılara akıyor. Özelleşen kazanç da birilerinin cebine akıyor. Türkiye durdurulması gereken bu sistem ile binlerce yıllık yaşamı, 10 yıllık, 20 yıllık kazançlara “bozduruyor”, yaşamı yok ediyor. Hayalleri para olanlar, insanların emeklilik hayallerini ya da yaşam gerçeklerini öldürüyorlar. Ve bunu Türkiye’nin her köşesinde yapıyorlar.

Etiketler: yaşam, ekoloji
İstihdam