26/08/2016 | Yazar: Özge Göztürk

Sergide de belirtildiği gibi iç çamaşırının temel amacı hiç bir zaman hijyen ve rahatlık olmadı: Konu her zaman ahlâk, toplumsal cinsiyet ve seksti.

Victoria&Albert Müzesi objelere olan düşkünlüğü ile bilinir. Son derece geniş arşivi (233.742 müze parçası-2.044.441 kitap) hem bireysel hem akademik çalışmalar için herkese açıktır. Müzenin içinde ise arşiv parçalarının yanında bolca da imitasyon eser bulunur. Londra’daki pek çok müze gibi pazar yerini andıran bir kalabalığı vardır. Heykellerin önünde resim yapanlar, teleobjektiflerle –çaktırmadan- fotoğraf çekenler, ortalıkta koşuşturan çocuklarıyla son derece rahat bir atmosfere sahip olan V&A’in kuruluş yılı 1852’dir.

‘Giysisiz’ isimli iç çamaşırının kısa tarihini içeren sergide müzenin geniş arşivinden bazı özel parçalar ve Agent Provocateur gibi bilinen markaların sergiye hediye ettikleri özel parçalar iyi bir düzenleme ile sergilenmiş. Girişi ücretsiz olan müzenin içinde ücretli olarak ziyaret edilebilen bir bölüme yerleştirilmiş ve yaklaşık yarım saatte gezilebiliyor. 

Sergi 18.yy iç giyimi ile başlıyor. Kadınların –balina kemiğinden yapılan-korse ve erkeklerin gömlek giymeden sokağa çıkmalarının ayıp karşılandığı bu döneme ait bazı örnekler üzerinden dönem insanlarının özel hayatı sergilenmiş. Korselerin üzerindeki işlemelerinde aşk ve cinsellik üzerine yazılar ve semboller kullanılırmış, genç kızlar aşık oldukları erkeklerin bazen adını yazdırır bazen onlara hediye edilen çiçeği işletir bazen de eğlenceli ve seks çağrışımlı figürler kullanırlarmış. Fakir kadınlar evde kendileri korselerini dikerlerken zenginler korse terzileri ile çalışıyormuş. Korse terziliği hem anatomi hem dikiş hem kumaş bilgisi gerektiren önemli bir işmiş ve erkeklerin tekelindeymiş. Bu terziler hakkındaysa pek çok dedikodu dolanırmış, tabi ki sebebi müşterileri ile yakın temasta olmak zorunda kalmalarıymış.

18.yy dedikodularıyla keyiflenen serginin ileri kısımlarında korsenin yol açtığı anatomik bozukluklara, sakatlık ve ölümlere değinilmiş. Röntgen filmleri üzerinden kaburga kemiklerinin zaman içerisindeki deformasyonu gösterilmiş. Ardından 1913lerde başlayan “Hacim” modası, yani popo kabartan demir çıkıntılar, kabarık etekler geliyor. Vitrinde sergilendiğinde birbirinden şeker duran bu ‘prenses’ etekleri ve fırfırlı etek-üstü popo aksesuarları hoş bir görüntü sergilerken, kadınların bu aksesuarlarla sandalyenin sadece ucuna ve ancak öne eğilerek oturabildiklerini görüyoruz. Daha da fenası, altında bu teller üstünde de korselerle pek çok kadının sokaklarda sık sık bir yerlere takılıp düşmesinin o dönemde normalleştiğini ve bu tür kazaların pek çok sakatlık ve ölümlere sebep olduğunu görüyoruz.  Hatta hamilelerin ve emzirenler kadınların bile bu tür aksesuarları kullanması beklenmiş. İşçi kadınların çuval bezlerinden diktikleri, demir kancalarla tutturulmuş korselerini çalışırken de kullanıyor olduklarını da özellikle vurgulamak gerekli.

Sergide erkekler ile ilgili pek az eşya vardı ve bunun sebebi tabi ki erkeklerin daha basit malzemeler kullanmaları ve daha hafif değişimler geçirmeleriydi. Kadınların korse kullandığı dönemde erkeklerden kollarının ve boyunlarının açıkta kalmaması bekleniyor ve bunu bir gömlekle çözüyorlardı. Bazı erkekler bel bağına merak salmış ve kısa bir dönem bu toplumsal zorunluluk haline gelmişti. Fakat asıl; 1950’ler ile 1970’ler arasındaki, Y külotla başlayan ve penisi dolgun gösteren slip külotlara kadar genişleyen çamaşır versiyonları erkekleri de doğal ve yapay arasındaki çatışmaya sokmuş olması bakımından kayda değer bir bölümdü.

Karşıt hareketlere de yer verilmiş. Bazı doktorların hijyene ve anatomiye aykırı gelişen iç çamaşırı kültürünün, çamaşırın temel kullanım amacını aştığına dair şiddetli eleştirileri olmuş. Ve tabi ki sergide 1969’da başlayan ‘Güle güle sutyen!’ akımından da bahsedilmiş. Bu sefer kadınların liderliğinde süren hareket, konunun temeline; kadının toplumdaki duruşuna getirilmiş ve yetmişli yıllarda yükselen özgürlük sürecinde büyük bir destek vermiş. İç çamaşır markaları bu yeni harekete hemen uyum sağlamış ve daha hafif, pamuklu ve keten kumaşlardan rahatlığı (özgürlüğü) öne çıkartan koleksiyonlar üretmeye başlamış. Özgürlük, fetişin de önünü açmış ve çamaşırda çeşitlilik artmış (deri ve deri görünümlü kumaşlar, kırbaç ve göz bandı benzeri aksesuarlar, daha önce kullanılmayan siyah, sarı yeşil ve diğer renkler, taytlar...).

Üst katta ise tanınan modacıların ve ünlü markaların devrim yaratmış parçaları vardı. Meraklılarının tanıyacağı Helen Newman (1970 yapımı altın rengi metalden bir büstiyer), Vivienne Westwood (1990 yapımı, önüne parlak bir inci yaprağı aksesuarı iliştirilmiş ten rengi erkek taytı) gibi tarihi tasarımlar yanında; Jan Paul Gaultier, Elie Saab, Atelier Bordelle (2016-2017 sezonun muhteşem bir çamaşırı!) ve daha pek çok tanınmış isimin ünlü parçaları sergileniyordu. Bu kısımda daha çok markaların yarattıkları kadın imajlarına odaklanılmış. Birbirinden kaliteli ve teknik açıdan da gelişmiş malzemeler olabildiğince gösterişli kullanılmış. Elastanlar sayesinde korsenin verdiği yaralardan kurtulmanın rahatlığını izleyiciler de hissediyor ve cinsellik tabusunun kısmen yıkıldığı dönemlere ait çamaşırları izlemek daha zevkli hale geliyor.

Sergi iç çamaşırının tasarım dünyasındaki eğlenceli ve değerli varlığını överken bir yandan da pratikte masum bir eğlence olarak kalmadığına –az da olsa- değinmiş. Serginin en vurucu parçası Julian Opie’nin eseri Sara’ydı. Eskiden sakız paketlerinden çıkan kartlar vardı sağa sola salladığımızda resimdeki çocuk koşardı. Julian Opie’nin Sara adını verdiği kadınsa soyunuyor, salonun içinde sağa sola ilerlerken bu kadın vücudunun önce iç çamaşırıyla sonra da çıplak kalmasını çocuk oyunu gibi izliyoruz. Sanatçı, “Sara giyinip soyunarak insanları eğlendiriyor ama maalesef hemen hiç kimse yüzünün olmadığını fark etmiyor” demiş.

Sara’yı izledikten sonra, içinde bulunduğumuz salonda başı olmayan seksi figürlerle donatıldığımın farkına vardım. Opie’nin çalışması izleyiciyi çarpıcı bir gerçekle yüz yüze bırakıyor. Eğlencelik kıyafetler olarak baktığımız bu nesnelerin her biri bir duruşu temsil ediyor ve bu duruş sıklıkla kişinin bireyselliğinin önüne geçiyor. Etrafıma baktığımda camekanların içindeki yüzü olmayan mankenler bana bir yandan Amsterdam’da Red Light Street de camekanların ardına yerleştirilmiş kadınları, bir yandan Teyzem filminde başı cama sıkıştırılmış Müjde Ar’ı, diğer yandan 90’larda gazetelerin ikinci sayfalarında gözlerine siyah bir bantla yer alan öldürülmüş ve arka sayfalarında tam boy sergilen afili kadınları, yüzüne kezzap atılmış Afgan kız öğrencileri ve yüzleri, kimlikleri silinmeye çabalanmış daha nicelerimizi hatırlattı.

Sergide de belirtildiği gibi iç çamaşırının temel amacı hiç bir zaman hijyen ve rahatlık olmadı: Konu her zaman ahlâk, toplumsal cinsiyet ve seksti.

Yazıda kullanılan fotoğrafların tüm hakkı Victoria and Albert Museum'a aittir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam