24/01/2011 | Yazar: Yıldırım Türker

Şimdi kimilerinin şaşırma vaktidir.

Şimdi kimilerinin şaşırma vaktidir.
CHP-MHP koalisyonunu AKP’den kurtulmanın yegâne yolu belleyenler, yani Kemalist Kişilik Bozukluğu’ndan mustarip olanlar herhalde tatlı bir rüyadan uyanıyorlar. Mutlaka bedbin bir mahmurluk içinde.
Öte yandan kan kızılı milli korku ülkesine bir daha dönmemek için AKP’nin demokrasi çadırında hep ileri bakarak, umuda sarılıp bağdaşa duranlar da sanırım çadırın su geçirdiğini kabul etmek zorunda.
Yepyeni bir ülkeye doğacağımıza inandırıldığımız referandum sonrası AKP, bileğini büktüğü ordusunun diline sarılmakla kalmadı, deliler gibi MHP’nin tabanına oynuyor.
MHP, adını bir an evvel koyup rahatlamakta yarar var, bu ülkenin fren balatasıdır. Ne kadar oy aldığı önemli değildir. MHP, bu memleketin demokrasi müsameresinin üstündeki gölgedir.
Seçim dönemi yaklaştı mı bütün partilerin sözcülerinden MHP’nin söyleminden apartılmış demeçler, en ırkçı milliyetçi duygulara körük açıklamalar dökülüverir. Her parti, MHP’nin tabanına göz dikmiş, o yiğit Türklere bağrını açmıştır.
AKP’nin demokrasiyle ilişkisinde hepimizi heyecanlandırıp ona payeler verdiren, Genelkurmay’la girişmiş olduğu mücadele oldu. Kimi iyi niyetli bezginlerin AKP’nin milliyetçi damarını görme konusunda ne kadar isteksiz davranmış olduğunu da biliyoruz.
Bu tatsız konu, yiğit Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun hayati uyarılarını okuduğumda üstüme kaldı.
Bakan, büyük hedefleri olmayan milletlerin, kurumların tarih sahnesinden silinmeye mahkûm olduğunu belirterek başladığı sözlerine şöyle devam etmiş: “Türkiye’nin büyük hedefleri var. Dolayısıyla, gençlerimizi bu ideallerle, bu ülküyle, bu ‘Kızıl Elma’ ile yetiştirmemiz lazım.”
İstanbul’da bir ilköğretim okulunun isim değiştirme töreninde konuşmuş. “Geçmişte atalarımızın ‘Kızıl Elma’sı vardı. Herkes bu hedefe kitlenirdi. İnşallah hocalarımız da bu gençlere büyük idealleri, büyük hedefleri gösterir.”
Önce bir Öztürk Çevre Bakanı’nı hatırlayalım. Hani Allianoi’un sular altında kalmasına karşı çıktığı için Tarkan’ı azarlamış, “Sen ne anlarsın, kendi işine bak” mealinde cevap yapıştırmıştı ya:
“Burada Peri Kızı adında bir heykel var, bir mozaik var, bir de sütun var. Bunlardan ibaret. Ben DSİ Genel Müdürü olduğumda baraj yıllardan beri bekliyordu. Bizzat yerine giderek kazı çalışmalarının bir an önce tamamlanmasını istedim. Bölgedeki vatandaşların barajın gecikmesi nedeniyle yılda 50 milyon lira gibi bir maddi kayıpları söz konusuydu. Arzu edilirse, baraj ömrünü tamamladıktan sonra tekrar çıkarılması mümkün. Roma döneminden kaldığına göre yıllardır demek ki toprak altında. Birkaç yüzyıl daha toprak altında kalmasının bize göre bir mahzuru yok” sözleri de konuya ne denli hâkim olduğunu önümüze sermişti.
***
Şimdi öğrencilerin eylemini kriminalize etmek, aklı sıra lekelemek için onları ‘Marksist, Leninist’ ilan eden referandum öncesinin gözü yaşlı vicdan kumkuması Başbakan başta olmak üzere AKP hükümetinin başından beri en yakın olduğu, yürekten desteklediği kesim, milli hassasiyetleriyle silahlanmış, linçe bir ıslık uzaklıkta duran ülkücülerdir. Cesurluğuyla nam salan Başbakan’ın ne emekçilerin hayatını en azından daha güvenli kılma konusunda ne Kürtlerin hayatını yaşanılası kılma konusunda, ne çevre ne geçmiş cinayetler konusunda cüretkâr adımlarını görebildik.
Mutki’deki jandarma çöplüğünden çıkan ölülerin sayısı 20’yi geçti. Hükümetten bir açıklama gelmediği gibi oturup Başbakan’ın yeni açılan stadyumda gördüğü ‘nankörlük’ üstüne hayıflanalım isteniyor.
Eroğlu’nun Kızıl Elma’sının zehirli olduğunu kimseye anlatmamız gerekmiyor.
Bundan yıllar önce o zamanlar organize suç örgütü lideri olmaktan DGM’de yargılanan Sedat Peker’in davetiyle bir araya gelen memleket seçkinlerinin açılışını kutladığı bir site vardı. O davette herkes dev bir kızıl elmanın gölgesinde çocuklar gibi şendi. Şimdi hatırlamayanlara, Eroğlu’nun ve gibilerin paylaştığı o rüyayı hatırlatalım. ‘ozturkler.com’dan, mümkünse yüksek sesle Oğuz Kağan’ın Türklük duasını okuyalım. Üveylerden biri olarak duanın ilginç bulduğum yerlerini aktaracağım elbette: “Ulu Tanrı...TÜRK’ün gönlüne her şeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK’lük sevgisini koy!..TÜRK’e zevk ve rahat verme! Bilakis zahmete alıştır!..TÜRK’ten hırsız, namussuz türerse hemen kahret!..Öç almayı TÜRK asla unutmasın!..Ulu Tanrı! Namussuz bir tek TÜRK yaratacağına dünyayı yık, daha iyi! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et!...TÜRK’ü çalışkan et! Tembel TÜRK’ü hemen öldür!” Duanın en vurucu, en muhteşem bölümüne geçerken; daha 5 bin yıl önce, Türklüğe karşı bir baş belası olarak zuhur edecek insan hakları meselesini teşhis eden yiğit hanın derin fikriyatına saygı isterim. Bu sözleri kulaklarımıza küpe diye takıp titreyerek okuyalım: “TÜRK’e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK’e sağlam, sürekli irade ver!..En büyük kuvvetin TÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK’e öğret! YÜCE ALLAH TÜRK’Ü KORUSUN”


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam