03/07/2013 | Yazar: Erdal Partog

Gezi Parkı Direnişi iktidar yanlıları dışında bütün ötekilere iyi geldi. Ötekilere iyi gelen şey özgürleşirken koşulsuz özgürleşme fikriydi.

Gezi Parkı Direnişi iktidar yanlıları dışında bütün ötekilere iyi geldi. Ötekilere iyi gelen şey özgürleşirken koşulsuz özgürleşme fikriydi.
 
Sosyalizmin ne olduğunu ve sosyalistlerin de ne istediğini toplumun büyük çoğunluğu bilmez, bir kısmı da yanlış bilir. Ancak ne olduğunu ve ne istediklerini doğru bilseniz de klasik sosyalizmin öyle süper dört başı mağrur bir ideoloji olmadığını görürsünüz. En azından ülkemiz sosyalizminin günümüzün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir donanımdan oldukça uzak görürsünüz. Bu yüzden yazıya sosyalizm bitti komünizm alır mısınız başlığını koydum.
 
Çünkü ülkemizde sosyalizm katı bir ideoloji, esnek değil, felsefi ve politik bir zemini ise oldukça zayıf, insan yaratıcılığından oldukça uzak, günümüz koşullarına hiç cevap vermiyor. Sosyalizm geçmişte yaşanan ve denenen ama başarılı olmayan bir reçete, günümüz ve gelecek için ise nereyse imkânsız kurtuluşçu bir söylem.
 
Üstelik sosyalizm komünizm fikrini kemiren bir kurt, komünizme ket vuran ona elbise biçmeye çalışan bir ideoloji. Her komünist imkânda her komünist deneyimde ortaya çıkan sonsuz kurtuluşu bize müjdeleyen bir din. İnsana, kadına, işçiye ve doğaya elbise biçen bir din. Oysaki komünizm üzerine elbise biçilemeyecek kadar yaratıcılıkla dolu. Devletsiz mi devletli mi bir gelecek kaygısından uzak yaratıcılıklarla dolu. Bu yüzden bizim sosyalistlerimiz ne kadar sosyalistlerse o kadar az komünistler. Çünkü bizim gibi komünizm fikrini düşünenlerin derdi devlet sistemleri değil, bizim gibi komünistlerin derdi insanın yaratıcılığı ve bu yaratıcılığı özgür ve adil bir şekilde yaşama imkânıdır.
 
Ancak Türkiye’de sosyalistler bu gerçeği görmekten oldukça uzak bir hayatın içindeler. Bir nevi sosyalist dergâh hayatı yaşıyorlar. Kendi kitaplarını okuyor kendi gibi düşünen insanlarla düşüp kalkıyorlar. Sadece bir tane yok bu dergâhlardan irili ufaklı oldukça fazla sosyalist dergâh var. Her sosyalist dergâhın bir lideri var. Ana peygamberleri Marx, ama Marx’tan daha çok kendi liderlerini seviyor ve onların ne dediğini daha önemli buluyorlar. Marx’ın ya da Lenin’in kitaplarını adeta kutsallaştırıyorlar. Sosyalizmi devleti ele geçirme strateji olarak okuyorlar. Hep akılları köşesinde devleti nasıl ele geçiririm fikri var. Bazen şiddet ile bazen de demokratik yöntemlerle bu iş olur mu diye düşünüyorlar. Bütün dertleri kapitalist devletin yerine sosyalist devleti kurmak.  
 
Gezi Parkı Direnişi’nde bu tarz sosyalistlerin acaba buradan bir halk devrimi çıkar mı buradan kapitalist devlet yıkılır mı hayaline kapılmaları oldukça doğal. Fakat öylesine bir paradoks var ki sosyalistlerin bu hayalleri tuzla buz oluyor. Çünkü klasik sosyalistlerin sıkça dillendirdikleri öncü parti hangisiydi bu Gezi Parkı Direnişi süresince oldukça karışıktı bu. Çünkü sosyalist bir devrim için öncü partiye ihtiyaç vardı ama ortada adı sosyalist olan onlarca parti ve grup meydandaydı. Hepsinin adında sosyalist kavramı var ama hepsi farklı bir örgüt. Bu anlamda sosyalistlerin zaten devrim hayali kendileri tarafından krize sokulmuştu. Bu kriz hepsinin ortak paydası olarak gördükleri sosyalizm kavramını da kapsıyordu. Kapitalizmi krize sokan şeyin aynı zamanda sosyalizmi de krize soktuğunu gördük.
 
Ortada kendi ifadeleri ile ne klasik bir işçi sınıfı ne de öncü bir parti vardı. Ancak bu kendini imkânsız duruma sokan ideoloji ve örgütlenme biçimi maalesef klasik sosyalizm ütopyasından bir türlü vaz geçmesini de bilmiyordu. Meydana diktikleri bayraklar onlar için bir halk devriminin başlangıcıydı. Devrim olmuştu artık Türkiye’ye sosyalizm gelecek algısı bu kesimlerin kafasında yer etmişti.
 
Ancak çok uzun sürmedi birkaç gün sonra bu tarz sosyalistler bu direnişin bir devrim olmadığını nasıl olduysa anladı. Bu direnişin sosyalizmle ilgisi de olmadığını en azından kendi akıllarındaki sosyalizme benzemediğini anladı. Ancak buna rağmen hâlâ sosyalizm gelecek, ülke kurtulacak ütopyası tabii ki kalplerinde yaşamaya içten içe devam etti. Bu anlamda bu ülkenin sosyalistleri kendilerinden farklı olan ve kendileri gibi düşünmeyen ama aynı derdin peşinde olan insanları yeterince gördü mü hâlâ belirsiz.
 
Bu anlamda İnsanın iyi şeyleri istemesi için sosyalist olması gerekmiyordu. Doğayı korumak için, her kamusal alanın sermayeleştirilmesine karşı olmak için sosyalist olmak gerekmiyordu. Çünkü insanın özgürlüğe ve adalete olan arzusu ideolojileri aşan bir şeydi. Gezi parkı Direnişi’nde bu yaşandı.
Gezi Parkı Direnişi sosyalizm yaşanmadan, birkaç hafta da olsa komünizmi yaşatan bir yaşam alanına dönüşmüştü. Çünkü kapitalist devlet ortada olmadığı gibi sosyalist devlet ya da sosyalist devlet emelleri olanların hâkimiyeti de yoktu. Orada olan insanın özgürlük arzusu ve doğa arzusuydu. Onurlu yaşam arzusuydu. Bu arzuyu sosyalistlerden çok kendini hiçbir ideolojinin ya da partinin mensubu görmeyen kalabalıklar hisseti. Bu arzu Gezi Parkı Direnişi süresice sayısız şiddetsiz yaratıcılıklara dönüştü. Paranın olmadığı yardımlaşmanın ortaklaşmanın yaşandığı bir yaşam biçimine dönüştü.
 
Jacques Ranciere’in komünizm tarifi Gezi Parkı Direnişi ile vücut buldu adeta. J Ranciere bir şeye komünizm demek için üç gerekçe ortaya atar; “Birincisi zekâların birliği ve eşitlik ilkesini vurgulaması. İkincisi bu ilkelerin kolektifleştirilmesi sürecinin olumlayıcı yönünün vurgulanmasıdır. Üçüncüsü bu sürecin kendi kendisini aşma yetisini henüz hayal edilmeyecek gelecekler yaratma becerisini beraberinde getiren sınırsızlığı vurgulaması.” Yani sürekli bir arayışın ve yaratıcılığın adı komünizmdi. Bu çerçeveyi darlaştırmak ona sınırlar çizmek ise komünizme ket vurmak onu yaratıcılığına sınırlamaktı.
 
Ancak bu yaşanları algılamak bunlardan yeni dersler çıkarmak maalesef bizim sosyalistler için henüz oldukça erken. Çünkü bu tarz sosyalistler insan gönül indirmiyor ideolojiyi insanın başına kakıyordular. İşçi olmayan herkesi küçük görüyor sürekli bu kesimleri aşağılıyordular. Aynı zamanda kendi ideolojilerine güzelleme yapıp insanın yaratıcılığını öldürüyordular.
 
Nitekim reel sosyalizmin yaşandığı ülkelerin, bir bir sosyalizmden vaz geçmelerinin nedeni insanın yaratıcılığına sınır çizmesiydi. Sadece ekonomik eşitliğin özgürlük getireceğini ve her şeyin bu yolla çözüleceğine dair inançtı. Ancak bu inanç insanın yaratıcılığı karşısında tuzla buz olmuştu. Ancak bizim sosyalistlerimiz bu gerçekliği bir türlü okumak istememişlerdi.
Bu tarz sosyalistler için sosyalist devletlerin yıkılma nedeni yine kapitalizmin işiydi. Sosyalist sistemlerde yaşayan halkın bu oyuna geldiğini düşünüyorlardı. Halkın aldatıldığını düşünüyorlardı. Ortak zekâyı üç beş kişinin oyunu olarak okuyorlardı. Tıpkı bugünlerde Tayyip Erdoğan’ın aynı şeyi düşünmesi gibi düşünüyordular. Gezi Parkı Direnişi sırasında yaşananları bir oyun, ortak zekâyı ise küçük gören bir söylem. Bazen Türkiye’de muhafazakârların kibri ile sosyalistlerin kibri birbirine çok benziyor. Birisi teolojiden kaynaklanıyor diğeri teleolojiden. Tam da modernizme sıkışmış ideolojilerin algısı bu.
 
Bu anlamda bizim sosyalistler böylece geçmişi okuyamadılar bugün de Gezi Parkı Direnişi’ni hakkıyla okuyamıyorlar. Hâlâ ben sosyalistim diyip böbürleniyorlar. Sosyalizmi kurtuluşçu bir din gibi yaymaya çalışıyorlar. Kuranı Kerim’i anlamadan okuyan Müslümanlara benziyorlar. Marx’ın kitaplarını birçoğu okumadan laf ediyorlar. Okuyanlar da yanlış çıkarımlar yapıyorlar. Marx’ın komünizmin ön aşaması sosyalizmidir lafını besmele gibi görüp kendilerini ona göre programlıyorlar. Bizim sosyalistimiz de bizim Müslüman’ımız gibi meselenin özünü kaçırıyor...
 
Bu özün komünist bir öz olduğunu unutuyorlar. Ancak benim komünizmim hiç de onların anladığı komünizm değil tabii ki, benim komünizm tekilliği kolektife feda etmeyen kolektifi tekilliğe feda etmeyen bir komünizm. Benim komünizmim insanın özgürlük ve adalet arayışını destekleyen ona güç veren bir komünizm benim komünizmim devleti değil insana değer veren bir komünizm.
Ancak bizim sosyalistlerimiz kızmasın hepten sosyalizm içeriğine karşı değilim sadece bu kavramın komünizmin önünü tıkayan komünizmi içeriden kemiren bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak Bolivarcı Sosyalizmi bir komünizm süreci ve deneyimi olarak da pekâlâ okumak mümkün. Çünkü Chavez’in 2005 yılında Porto Alegre’de yaptığı konuşma klasik sosyalizmi değil aslında insanın yaratıcılığına odaklanan bir komünizmi tarif ediyordu. Onun “Sovyetler Birliği’ndeki çarpıklığının aynısı olacak bir devlet kapitalizmine başvuramayız. Sosyalizmi bir tez, bir proje ve bir yol olarak yeniden talep etmeliyiz; fakat makineleri ve devleti değil, insanları her şeyi üzerinde tutan yeni ve insancıl bir sosyalizm türünü” diyerek Spinoza’dan Marx’a uzanan gerçek özü de ortaya çıkarmış oluyordu. Bu öz komünal üretim ve tüketim kültürü yaratmaktı. Yer yer Bolivarcı Sosyalizm Venezüella’da bunu yaşıyor. Bizler de Gezi Parkı Direnişi süresinde bunu yaşadık. Ne abartacak kadar büyük bir şeydi ne değersizleştirecek kadar küçük. Yani komünizm normdan çıkmak ana yoldan çıkma deneyimiydi. Bildiğimiz bütün kalıpları kıran yaratıcı bir deneyimdi.
 
Bundan dolayı Gezi Parkı Direnişi ne bir devrimdi ne de bir isyan, Gezi Parkı Direnişi vicdanı ve onuru ön plana çıkaran bir özgürleşme deneyimiydi. İdeolojisiz yaratıcı bir deneyimdi. Gezi Parkı Direnişi iktidar yanlıları dışında bütün ötekilere iyi geldi. Ötekilere iyi gelen şey özgürleşirken koşulsuz özgürleşme fikriydi.
 
Fotoğraf: May Bindner / Kaos GL

Etiketler:
İstihdam