21/03/2016 | Yazar: Can Yaman

Eve dönerken aklımdan geçen tek şey en son ne zaman âşık olduğumdu. Hatırlayamıyordum. Gerçekten sevmiş hatta sevilmiş miydim?

Yedi yaşında bir kedim var ve onu evlat edindiğimden beri aynı veteriner kliniğe götürmekteyim. Klinikte iki hekim çalışmakta, birisi üzerinden ruhsat dönüyor. Hekimlerle aram gayet iyi. Hatta fazla iyi. O kadar iyi ki artık enseye tokat minçoya şaplak muhabbeti dönmekte. Hâl böyleyken benim için açılmak kaçınılmazdı. Yalnız hekim arkadaşlarla kimi zaman cinsel algı sorunu yaşayabiliyoruz. Örneğin kedimin tıbbi gereksinimleri bittikten sonra işlevselciliğin mirasını hetero kankaların cinsiyetçi fıkraları devralıyor. Tabi bunda benim de payım var. Ara ara politik doğruculuk üzerinden ayar versem de hekimliğine güvendiğim kişilerle madileşmek istemiyorum. Çünkü bu alışkanlığım yüzünden birçok kişiyle aram açıldı. Kedim için bu riske girmek istemiyorum.

Kliniğe kısa bir zaman önce, Moldovya kökenli genç bir kadın geldi ve hekim yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Hatun bildiğin taş abla ama bunun konumuzla alakası yok. Aksanlı konuştuğu Türkçesiyle kendine hoş bir duruş katan kadın yardımcı, “nasıl olduysa” benim gey olduğumu öğrenmiş. Kedimin gene rutin kontrolleri için veteriner kliniğine gittiğim bir gün, genç kadın merakının ele verdiği nükteli konuşmasıyla benle sohbet etmek istediğini söyledi. Sohbet, ilerleyen vakitlerde kliniğe giren diğer hasta yakınlarının diyaloğa kulak kesmesiyle ilginç bir hâl aldı.                   

Sohbetin en ilginç kısmı, “siz geyler âşık oluyor musunuz” sorusuydu. İlk başta hatun benle güllüm geçiyor sandım ama daha sonra neden bu soruyu sorduğunu merak ettim. Moldovya’daki LGBT hareketinin durumunu bilmiyordum. Fakat bu soruyla karşılaşmam pek de ileri düzeyde olmadıklarının kanıtıydı sanırsam. Sonra bu cehaletin Doğu Avrupa’yla sınırlı kalmadığını hatta Atlantik’in öbür tarafında da halen devam eden heteroseksizm döngüsüyle varlık gösterdiğini düşünmeye başladım. Çünkü LGBT hareketinin uluslararası arenadaki politik duruşu, eşcinselliğin beynelmilel pazarlanma süreciyle tamamen zıttı. Bu “marketing” sürecini bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde anlatmak ve yaşatmak gayet zordu ama batılı ülkelerdeki tezahürlerini Moldovyalı bir kadın arkadaşta görmek çok olasıydı. Elbet onun bu konu hakkındaki bilgisizliği bir ölçü değil. Lakin genel arama motorunda LGBT yazınca ekrana, Wilde’ın reading zindanı balad’ı değil de pornografik imgelerin gelmesi üzücüydü ve ne yazık ki aşk, gey life’a ait bir ürün değildi. 

Queer as Folk dizisinin Amerikan versiyonunun sonunda, ana erkek karakterin gey evliliğe ramak kala yüzük atması, bana anlamlı gelmişti. Soluğu gey kulüpte almasıysa bir o kadar hazin. Hüznüm ahlakçılıktan değil, gey karakterin kendisine yaşam alanı olarak seçtiği yegâne yerin bir gey bar oluşuydu. Bu hapsediş bir hak edişin göstergesiydi. Tercümesi, sevgiyi üreterek değil, kendini tüketerek var olabilmesiydi. Aslında sistemin istediği tam da bu değil miydi?

Sohbet müptezel gülüşlerle noktalanmış, ben eve yol almıştım. Kedim huysuz, ben huzursuzdum. Eve dönerken aklımdan geçen tek şey en son ne zaman âşık olduğumdu. Hatırlayamıyordum. Gerçekten sevmiş hatta sevilmiş miydim? Aşk neydi? Emek? Emekse eğer neden buharlı mekanların tere dönüşen su damlacıklarında buluyordu kendini. Neydi bu katı halden sıvı hale geçişteki tensellik. Yoksa hiç var olmamış, yaratılmamış mıydı? Benim için, bizim için bu kadar uzak mıydı aşk? Neredeydi aşk, nerede?


Etiketler:
nefret