15/12/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Demokrasilerde politikacılara yumurta, domates, diğer sebze ve yiyecekleri atmanın, başından aşağı boya dökmenin şanlı bir tarihi var. Tarihçesi binlerce yıl geriye gidiyor.

Demokrasilerde politikacılara yumurta, domates, diğer sebze ve yiyecekleri atmanın, başından aşağı boya dökmenin şanlı bir tarihi var. Tarihçesi binlerce yıl geriye gidiyor. Tarihçi Suetonius’a göre; neredeyse 2000 yıl önce Nero’dan sonra başa geçen Roma İmparator’u Vespasin, Hadrumentum’daki başkaldırıyı bastırmaya gittiğinde, halk kendisini turp yağmuruna tutmuş. Modern zamanlarda Tony Blair başbakanken, babalık hakları için mücadele veren “Fathers for Justice” grubu üyeleri, hem de parlamentonun içinde başından aşağı içi mor unla doldurulmuş prezervatifler yağdırmıştı. (Mor, herhalde küflenmiş un olduğunu göstermek için olsa gerek.) Birleşik Krallık(BK)’da bir protesto şekli olarak yumurta ve domates atmak o kadar bilinen ve kabul edilmiş bir eylemdir ki, öğrenciler ve işçiler yumurtaları ve domatesleri önceden çürütme yöntemleri geliştirmişlerdir. Gaye çürük yumurta ve domates fırlatmaktır. Mesaj ise; hedefin, ki genellikle politikacının kokuşmuş olduğudur!

Yine 2000 yılında İngiltere’nin Aliye Kavaf’ı Ann Widdecombe, bir anti-ırkçılık protestosu sırasında suratına göçmen hakları savunucuları tarafından yapıştırılan bir yaş pasta yemişti. Nixon Peru’da işçilerin yumurta yağmuru ile karşılaştı. Hatta genllikle parti politikalarının üstünde olmaya dikkat eden BK Kraliçesi 2. Elizabeth bile uzun kraliçelik döneminde yumurta atmalardan payını düşeni birçok kereler almıştır. Yumurtalı protesto eylemleri sadece Batı Demokrasilerine has bir şey de değil. Bu sene Nisan ayında Ukrayna Parlamentosu’nda Rus Donanması’nın Karadeniz’deki Ukrayna limanını kullanıp kullanmama tartışmaları sırasında milletvekilleri yumurta yağdırmışlardı... Recep Bey, 1970 yılında kendisine atılan yumurtalara “Muhalefet hükümet olursa, kimsenin cebinde yumurta alacak parası bile olmayacak” diye esprili bir şekilde karşılık veren zamanın BK Başbakanı Harold Wilson’dan esinlenmiş olsa gerek, ki eylemci öğrencilere yumurtaları omlet yapıp yemelerini tavsiye etti! Hatta yaşadığımız dünyada bir “Dünya Yumurta Atma Federasyonu” bile var ve dünyada yumurta atmayı bir spor olarak yapan ve izleyen milyonlarca insan var!

Kimse yumurta protestosuna hedef olmak istemez. Hedef olan politikacıların, bu protestolara dünyada iki tane ana karşılık verme şekilleri oluyor. Demokrasiden yana olan, “vatandaş haklarını” içine gerçekten sindirmiş olan politikacılar, genellikle “yanlış anlaşıldım, ben böyle bir protestoyu hak etmedim ama şikayetçi değilim” der. Özünde demokrat olmayan, olamayan, politikaya hizmet etmek için değil de iktidar olabilmek için atılmış politikacılar ise, genellikle “benim kendimi ifade etme hakkım ne olacak, bu faşizan bir saldırıdır, sorumlular nerede, bu saldırının(!) hesabını kim verecek?” diye feryat figan ederler. Bu tabii ki çarpıtılmış bir mantıktır, çünkü demokrasi eksikliğinden şikayet eden politikacı ile yumurta atan protestocunun kendilerini ifade eşitlikleri yoktur.

Burhan Kuzu maalesef ikinci tip politikacı olduğunu bir kere daha gösterdi. Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanını sorumlu tutuyor ve istifasını istiyor. Akademisyen kimliği ile çelişen bu tutumundan da hiç de rahatsız değil. Öğrencilere “beyinsiz” dediği anlamı çıkarılan sözleri için birçok haklı tepki aldı ama bence tartışmalar sırasında yaptığı daha da kötü bir şey var. “Ergenekon içeride sıkışmış vaziyette, güvendiği asker ise kendi alanına çekildi, normalleşiyor. Mücadele yükü verilen yargı da son anayasa paketi ile kendi alanına çekildi. Şu anda ellerindeki tek koz, öğrenciyi sokağa dökmek.” diyerek, dünyanın herhangi bir yerinde son derecede kabul edilir bir eylemi ve bu eylemin katılımcısı olan gençleri damgalamıştır. Umarım böyle bir iddiayı dile getirmek ve bu gençleri vebal altında bırakması için elinde yeterli deliller vardır ve en kısa zamanda kamuoyu veya mahkemelerle bu delilleri paylaşır. Aksi takdirde hem Türkiye’de hem de Avrupa’da gittikçe yaygınlaşan “Ergenekon davasının” iddianamelerinin aksine, AKP karşıtlarını sindirmek için yargının kullanıldığı fikri güçlenecek. 

Burhan Kuzu’nun kamuoyu önünde, Başbakan tarafından memleketimizi vesayet anayasasından kurtararak demokratik yeni bir anayasa yazmak ile görevlendirilmiş bir politikacı olduğunu biliyoruz. Anayasaların kalıcı olabilmesi için konsensusla çıkmaları gerektiğini de biliyoruz. Hangi aklı selim insan bu kadar toleranssız, dünyadaki protesto demokrasi kültüründen habersiz, homofobik, kısacası toplumun birçok kesimiyle kavgalı bir politikacının, bu görevi layıkıyla yerine getirebileceğine güvenebilir, inanabilir? Halihazırdaki vesayet anayasamızın başka bir vesayet anayasası ile değiştirilmemesi için AKP Genel Başkanı’nın, Burhan Kuzu’yu bu görevden alması gerekir.

Protestosuz demokrasi olmaz. Bir ülkede hele hele gençlerin hiçbir şeye itiraz etmeden, hiçbir şeyi sorgulamadan sessiz sedasız biat etmelerini beklemek, üniversite gençliğini “ezberle, diplomanı al”a iter; ki bundan da demokratik ve hür düşünceli ve iradeli nesiller çıkarmak mümkün olamayacağı gibi, o ülkenin önünü açmak da mümkün olmaz. Başbakan’ın medyada ilan ettiği “gençlerle buluşma” toplantısına sadece AKP gençlik kollarından seçilmiş “uslu çocuklar” davet edilir ve alınırsa o da bir hükümet propagandası olur. Bu toplantının inandırıcı olup bir işe yarayabilmesi için özellikle “Kollektif Yumurta Şenliği’nden”, Öğrenci Kollektifi’nden” ve “Genç-Sen’den” gençlerin bu toplantıya davet edilip kendilerini ifade etmelerine imkan sağlanmalı.


*Burhan Kuzu daha önce bu köşede yazdığım bir yazı nedeni ile hakkımda hakaret davası açmış durumda. Hayatımda bir ilk olan bu tecrübe, Türk adalet sisteminin nasıl işlediği konusunda beni birinci elden bilgilendiriyor. Dava sonuçlanır sonuçlanmaz, gözlemlerimi sizlerle paylaşacağım. Otosansürün, bir gazetecinin  başına gelebilecek en şerefsiz şeylerden biri olduğunu bildiğim için Bay Kuzu hakkında yazmaya devam ediyorum.



Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam