14/01/2013 | Yazar: Erdal Partog

Hâlihazırda son iki haftadır süren Devlet-Öcalan görüşmeleri kendi bağlamı içinde önemli ama Türkiye tablosu içinde oldukça eksiktir.

Geldiğimiz son süreçte Devlet-Öcalan görüşmelerinin başladığı kamuoyuna duyuruldu. Bu iyimser görünen tablo geçmişe baktığımızda bize gelecek hakkında henüz net bir şey söylemekten oldukça uzak. Çünkü Türkiye’de son otuz yılda oluşan siyasi zihniyet kalıbı birdenbire değişmeyecek. Aynı şekilde otuz yıldır dağda silahlı mücadele yürüten PKK’nın da kalıplaşmış zihniyet anlayışı birdenbire değişmeyecek.
 
Bu yüzden kimi gazetelerde çıkan yol haritalarını oldukça dar düşünmenin yansımaları olarak görüyorum. Çünkü müzakere, diyalog ya da çözüm dedikleri ya da bazılarının ifade ettiği bütün bunlara başlama süreci maalesef Kürtler ve Türkler arasındaki bir meseleye sıkışmış görünüyor. İşte bu sıkışmış siyaseti aşmak için konuşma ve düşünme özgürlüğü çerçevesinde yeni bir takım siyasi iradenin bu iki aktöre bağlanmadan ya da bağlı olarak aşılması gerekiyor.
 
Çünkü o zaman ancak insanlar açık bir konuşma ve düşündüğünü ifade etme konumuna geçebilirler. O zaman insanlar barış dilinin kurumsallaşması için konuşma ya da düşünce özgürlüğünün ikliminden yeni yaratıcılıklara yelken açabilirler.
Ancak gerçeklerin hiç de bu kadar kolay olmadığını en başından itibaren vurguladık.  Bundan dolayı öncelikle siyaset ve siyasetçinin en önemli görevi her koşulda, koşulsuz konuşma ve düşünce özgürlüğünü yasal olarak koruma altına almak için harekete geçmesidir. Çünkü siyaseten konuşmayı ya da düşünce özgürlüğünü garanti altında almak toplumun tüm kesimlerinin konuşabilmesinin de önünün açılması bakımından oldukça elzemdir. Bunun için toptan bir anayasa değiştirme sürecini beklemeye de gerek yoktur.
 
Fakat az önce ifade etmeye çalıştığım gibi devletin en büyük sorun olarak hâlâ şiddeti ve Kürtleri gördüğü gerçeği de bir tarafta tarihsel bir gerçek olarak duruyor. Yani kendisine yabancılaşan siyaset anlayışı bu tarihsel refleksini hemen bırakmayacaktır. Çünkü sorunun şiddetten ya da Kürtlerden kaynaklandığını düşünenler sonuçları olayların nedeni olarak yanlış bir şekilde okuyabilmektedirler. Bu tarz siyaset ve siyasetçinin kendilerinin yarattığı çorak siyasi iklimi kabullenmeleri oldukça zordur. Bu yüzden de bugünden yarına silahların susmasının yeterli olacağını düşünmek yanıltıcıdır.
 
Bu anlamda toplumun tüm kesimlerinin konuşma ve düşünce özgürlüğünü garantiye alınması, bunun yasal olarak sağlanması iyi başlangıç olacaktır. Bu ortamda yasalar sadece ötekiler için değil aynı zamanda bu devletin kalıplaşmış zihniyetini de kıracak bir etkiye sahip olmalıdır. Sadece Kürtler Türkler için değil herkes için özgürlük olmalıdır. Bu anlamda hâlihazırda son iki haftadır süren Devlet-Öcalan görüşmeleri kendi bağlamı içinde önemli ama Türkiye tablosu içinde oldukça eksiktir.
 
Çünkü konuşma ve düşünme özgürlüğü ne bir ırka ne bir dine ne de bir cinsiyete aittir. Düşünme ve konuşma özgürlüğü insan varlığı için yaşama tutunmasının özüdür. Bu anlamda düşünme ve konuşma özgürlüğü meselesi bütün Türkiye vatandaşlarının eşit talebi olmalı siyaset ve siyasetçi kendi bindiği dalı kesmemelidir. Yoksa müzakere ve diyalog her kimle yapılırsa yapılsın bu gerçek anlamda demokratikleşme adına yapılmaz siyasi tarafların çıkarları adına yapılır ki buradan sadece geçici çözümler çıkar.
 
İşte bu noktada yazı boyunca üzerinde durmaya çalıştığım konuşma ve düşünme özgürlüğünün önündeki engelleri bu sürecin dışında bizzat siyaset ve siyasetçiler tarafından kaldırılması ilk adım olacaktır.
 
Bu ilk adımın ardından baş edilmesi daha zor gibi görünen yine de aşılmaması için de hiçbir neden olmayan konuşdaşlık iklimini kurmak bunun için bir süreci örmek daha fazla emek ve daha fazla zaman gerektirecektir.
 
Yine de temkinli davranmakta fayda olacaktır. Çünkü ilk aşamadan sonra yani konuşma ve düşünme özgürlüğünün önünü sonuna kadar açsanız da tarihsel olarak kırılmış, acı çekmiş insanları bir arada yaşatmanız hiç de kolay olmayacaktır. Kırdığınızı düzeltmek ona yeniden ayağa kalkması için destek noktaları oluşturmak hemen gerçekleşmeyecektir. Bu yüzden bu sürecin ikinci aşaması sadece Kürtler için değil tüm ötekiler ve egemen siyasî zihniyet kalıbının yeniden biçimlenmesi, kendini bulması için de elzem bir süreç olacaktır.
 
Bundan sonraki sürecin adı konuşdaşlık kültürünü kurumsallaştırmaktır. Bunun için de gelenekten siyasete oradan felsefeye ve tabii ki insanın özüne dönmek tarihten dersler çıkarmak önemli olacaktır.
 
Bundan dolayı bir zamanlar bazı kültürlerde olan ama bugün bizde olmayan konuşdaşlık anlayışını yeniden tesis etmek siyasete ve siyasetçiye düşmektedir. Bunun için de bir konuşdaşlık siyaseti ya da felsefesine ihtiyacımız var. Özgür konuşmayı ve düşünceyi ortak bir değer haline getiren ve bu değeri sürekli konuşarak yenileyebilen siyasete ihtiyacımız var.  Ancak bu şekilde konuşdaşlık; konuşma ve düşünce özgürlüğünü sürekli yenileyen ona güç katan onu bir seviye daha geliştiren insanın yapabilme kapasitesine dönüşebilir. Çünkü insan ancak yapabildiği kadar özgür, yapamadığı kadar kısıtlıdır. Konuşdaşlik insanın yapabilme kapasitesini herkese açan konuşma ve düşünce özgürlüğünü garanti eden siyasi iklimin adıdır.
 
İnsanlar ancak birbirleri ile konuştukları ve konuştuklarını konuşdaş haline getirdikleri zaman konuşdaşlık ortamını yaratmış olacaklardır. Her yapılan konuşmanın ortaklaştırılması o toplumun zenginliğinin de bir göstergesi olacaktır.
 
Bu bağlamda konuşdaşlık kültürünü sadece Kürt ve Türk bağlamında değil, Alevi-Sunni, kadın-erkek, heteroseksüel-eşcinsel, zengin-yoksul arasında da sürdürülmesi oldukça önemlidir. Bu konularda ne kadar çok insan düşünür ve konuşursa konuşdaşlık kültürü de o kadar zenginleşecek ve çeşitlenecektir.
 
Bu noktada konuşdaşlık kültürüne ulaşmak için var olan Kürt ve Türk bağlamındaki özgür konuşmaları ve düşünceleri korumak, siyaset ve siyasetçi olarak bu ortama sahip çıkmak onu yasal bir korumaya almak oldukça önemlidir. Bu koruma sadece Kürtler için değil toplumun tüm kesimleri için yeni bir konuşma kültürünün de garantörü olacaktır. Siyaset ve siyasetçiden beklenen de budur. Yoksa sorunların nedenlerini çözemeyenler sonuçları çözseler de başka sorunların çıkmasına engel olamazlar.
 
Unutulmamalıdır ki insanın en büyük gücü onun özgürce düşünebilmesi ve konuşabilmesi ile mümkündür. Bir devlette de bunlar garanti altına alınırsa o devlet demokratik bir devlet olur. Demokrasi o zaman gerçek anlamda hak ettiği saygınlığa erişebilir. Çünkü insanın kendini aşmasının, kendi kısıdından kurtulmasının yolu özgürce konuşmaktan ve düşünmekten geçmektedir. Konuşmak ve düşünmek insan varlığının kendisi kadar gerçektir. Siyasetin ve siyasetçinin bu gerçeğe karşı direnmesi sorunları çözmeyecek sorunları daha da arttıracaktır. Bundan dolayı siyaset ve siyasetçi için umarım Devlet-Öcalan görüşmeleri yabancılaşan siyasetin gözden geçirilmesine bir vesile olur.    

Etiketler:
İstihdam