04/10/2009 | Yazar: Nevin Öztop

Esmeray, ‘Türkiye’de Kadın Olma Halleri’i söyleşisinde ‘Transseksüel hareketi içinde bir feminist olmak’ ya da ‘Feminist hareket içersinde bir transseksüel olmak’ üzerine konuştu. 

Esmeray, ‘Türkiye’de Kadın Olma Halleri’i söyleşisinde ‘Transseksüel hareketi içinde bir feminist olmak’ ya da ‘Feminist hareket içersinde bir transseksüel olmak’ üzerine konuştu. 

Söyleş, 12 Eylül 2009, Cumartesi günü, Kaos GL Derneğinde yapıldı. Feminist aktivist ve stand-up sanatçısı Esmeray, ‘Türkiye’de Kadın Olma Halleri’* başlığı altında; 19. sohbet
‘Trans Hareketinde Feminist Olmak / Kadın Hareketinde Trans Olmak’ söyleşisinin konuğuydu.

Moderatör: Şubat, 2009’dan beri Kaos GL olarak yürüttüğümüz süreğen söyleşilerimiz oluyor. Genel başlık olan ‘Türkiye’de Kadın Olma Halleri’i altında toplam 24 söyleşi ve Esmeray 19. sohbetimizin konuğu. Onu, ‘Transseksüel hareketi içinde bir feminist olmak’ ya da ‘Feminist hareket içersinde bir transseksüel olmak’ üzerine dinlemek için davet ettik İstanbul’dan buraya.
 
Esmeray: Keşke daha çeşitli kurumlardan kadın katılsaydı çünkü transseksüel hareketin ve feminist hareketin arasında pratikte çok ciddi sorunlar olduğunu düşünüyorum. Kimlik karıştırılıyor… Kavramlar karıştırılıyor… Seks işçiliğinin ayrı, travesti kimliğinin ayrı şeyler olduğu konusunda hem transseksüellerin çok ciddi bir şekilde kafaları karışık, hem de feminist hareket çok ciddi kavram kargaşası içerisinde.
 
‘Ben neden feminist oldum?’ sorusu ile başlamak istiyorum sohbetimize. Eskiden ‘Ben doğal feministim. Doğal olarak feminist olmuşum.’ derdim. Feminizm kavramını duymamıştım ancak kadın ve erkekliği çok sorgulamışım yıllar öncesinde. Biyolojik olarak erkek doğdum ve belirli bir yaşa kadar bana o erkeklik dayatıldı. On sekiz yaşımda ilk etek giydiğimde, rollerin nasıl dayatıldığını hemen fark etmiştim. Bir erkek arkadaşım vardı; onunda diğer erkek arkadaşları… Onlarla ilişkilerim gayet erkekçeydi. Yanımda küfrediyorlardı, beraber geziyorduk ve ilişkilerimizde bir pürüz yoktu. Ne zaman etekle gördüler beni, direkt bir mesafe girdi aramıza ve ben hemen ‘yenge’ oldum. Yanımda küfür etmemeye başladılar; hâlbuki 2 gün öncesine kadar yanıma küfür ediyorlardı. Bende de değişiklikler oldu… Eskiden evde kim müsaitse, o çay yapardı; ben ise, mutfağa gidip, sürekli ikram etme sürecine girdim. Hesap birden elimden gitti. Erkek arkadaşım bir gün, ‘Boş ver. Sen gitme bankaya. Ben gider, senin adına hesap açtırırım.’ dedim. Hâlbuki düne kadar ben kendim gidiyordum… Ben etek giydikten sonra, direk namusu oldum; inanılmaz bir şekilde korunma altına alındım. İnanmayacaksınız belki ama kavga ettiğimiz zamanlarda ona karşılık verirken, o eteği giyince artık karşılık vermiyordum. Kocam bana tokat atıyordu; susuyordum ve ağlıyordum. Sonra baktım ki, ben, kocaları tarafından dövülen kadınların ağlamalarının taklidini yapıyorum. En can alıcı şey de ‘Sen masayı kaldıramazsın; belin ağrır.’ tepkisiydi. İki gün önce aynı masayı kaldırmıştım hâlbuki… Öyle denince ben de incelmişim, kırılmışım…
 
Bunların hepsini sorgulamaya başladım bir süre sonra. Şeytanın avukatlığını yapacağım şimdi… Şimdi söyleyeceğim fikirlerim, LGBT harekette çok ciddi eleştirilerle karşılaşıyor. Transseksüel bireyler, sokakta çok dişi olurlar mesela. Biraz önce anlattığım pratikler, beni sorgulamaya itti ve kendimi çektim. Ancak, içine girdiğimi düşünsenize… Kaşımı yaptıracaktım, burnumu yaptıracaktım, oramı aldıracaktım, buramı aldıracaktım, kalçamı kırdıracaktım ve daha kadın ve daha kadın olacaktım. Transseksüel kadın bireylerler olarak, biyolojik kadınlığa adapte ediyoruz kendimizi ve dişiliğimizi daha çok göze batırıyoruz. İşte ben, feminizmi bilmeden önce, bütün bunları sorgulamaya başlamıştım aslında. Aklımdan sürekli, ‘Demek ki annem istese tırpan biçebilirdi. İsteseydi şunu yapabilirdi. Bunu yapabilirdi…’ geçiyor. Sokağa etekle çıkıyorum. Müşteri erkek, polis erkek, koca erkek, sokakta sana şiddet uygulayan erkek, kaçırmaya çalışan erkek, üzerine tüküren erkek…  Tabii buna sadece biyolojik cinsiyet üzerinden bakmamak lazım; ataerkil sistemde yaşadığımız için aynı şeyleri biyolojik kadınlar da yapıyor. Tansu Çiller kadındı ama başa geldiğinde hangi feminist alkışladı? İstemihan Talay kaç yaşında kadındı ve hâlâ bakire havalarındaydı… Kürtaj konusu, kimsenin döneminde gündeme gelmediği kadar onun döneminde tartışıldı.
 
Seks işçiliği konusuna gelecek olursak… Benim, bu işçilik ile çok ciddi problemlerim vardı. İlk başladığımda namus kavramı benim için çok önemliydi. Feodal bir aile yapısından geliyordum ve Kürt’tüm. Namus kavramı inanılmaz bir şekilde önemliydi ama -şimdi düşünüyorum da- köylülerin samanlıkta, ahırda, tarlada, yayla yolunda ve derede yapmadıkları şeyler de yoktu. Seks işçiliği yaptığım ilk gün ‘Ben artık namussuz oldum. Dünyanın en iğrenç insanıyım.’ diye düşünmüştüm. İşin içine girince, öyle olmadığını görüyorsun, -derler ya ‘kanıksanır, alışılır’- alışılıyorsun ve bir sürü insanın bu işi yaptığını görüyorsun. Bunun çok ciddi bir sektör ve meslek olduğunu fark ediyorsun. Ancak Esmeray, o mesleği sevmedi, ona alışmadı hiçbir zaman. O sektörde, erkekliğin, inanılmaz şekilde yeniden üretildiğini ve heteroseksizmin tekrardan şekillendiğini gördüm. Bir zamanlar, ‘kadın bedenine yönelik bir şiddet’ olduğunu düşünmüştüm ama benim annem köyde 2 saatin içinde 300 tane koyun sağardı. Bu da kadın bedenine yönelik bir şiddet değil mi? Seks işçiliğine hangi taraftan bakılması gerektiği üzerine çok düşündüm. Şu an bana sorarsanız ‘Neden seks işçiliğini bıraktın?’ diye, ‘Dayatıldığı için bıraktım.’ derim.  ‘Sen travestisin. Öğretmenlik dışında hiçbir şey yapamazsın; sadece öğretmen olacaksın.’ Deselerdi, ben şu an seks işçiliği yapıyor olurdum, buna karşı çıkmak için.
 
Tabii ki seks işçiliği çok ciddi bir şekilde tartışılması gereken bir konu çünkü inanılmaz şekilde erkekliği, şiddeti ve heteroseksizmi yeniden üreten bir alan. Bir genelevde çalışan erkek transseksüel bir arkadaşım vardı. Kadın bedeninde bir erkek transseksüeldi. Dışarıda erkek transseksüeldi ama genelevdeki rolü kadındı. Seks işçiliği yapan geyler, geylik yaşamıyor; biri erkeklik rolüne giriyor diğeri de kadın. Roller çok net. Seks işçiliği yaptığım dönemlerde, rolleri değiştirmek isteyen müşteriler gelirdi. Ben ‘koca’ olacaktım; o da benim ‘karım’. Bu sektörde, kadınlık-erkeklik ve heteroseksizm de yeniden üretiliyor, toplumun her kurumunda ve alanında olduğu gibi. Bu anlamda tartışmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Ben seks işçiliğini yavaş yavaş bıraktığımda, hemen feminist hareketle değil, sol hareketle tanışmıştım. İlk izlenimlerim şunlardı; ‘Lay lay lom. Devrim olmuş. Kadın-erkek ilişkileri burada ne kadar güzel… Bu erkekler, dışarıdakiler gibi değil…’ Sonra bir baktım ki, bana gelip para veren, beni meta gibi gören erkekler sendikaların yönetiminde duruyor. Başıma orada da tacizler geldi. İşte o zaman ‘Bu da değil… Sadece işçi sınıfı üzerine gitmemek lazım; çok ciddi kadın sorunu var.’ demiştim.  Gerçi bu, kadınların sorunu değil, sistemin sorunu; kadınlık ve erkeklik sorunu… ‘Bu mantıkla devrim olsa ve işçi sınıfı gelse, ne olacak…’ diye düşünüm. Eğer kadın, kendi adını koymazsa; eğer transseksüel, kendi adını koymazsa; kimse kendi tanımı ile mücadele etmezse, farklılıklarımızla nasıl yan yana dururuz? Kendi kendinizi tanımlayamadığınız her ideoloji korkunç bana göre… O yüzden kadınlar pozitif ayrımcılık istiyor. O yüzden transseksüel hareketi, ‘Önce bir kendi irademizle karar verelim ve ondan sonra başkalarıyla bir araya gelelim’ diyor. Bazı erkekler geliyor ve ‘Ben feministim.’ diyor. Sen gerçekten bunu hissedersen, gelip kadınlara ‘Ben feministim.’ demezsin. Bu, kadınlar hakkında bir şey söyleme hakkı kendinde bulmaktır. Zaman belirli bir saati geçtiğinde, sokağa çıkma korkusu sarar biz kadınları... Bir erkek de sokağa çıkıp çıkmama gibi bir durumu hissediyorsa, belki biraz inanırım feminist olmasına. Aksi halde, alan sizin, oteller sizin, ailelerinizin evleri sizin, karakollar sizin, parklar sizin. Allah aşkına, ‘Ben burada feminizm üzerine birlikte bir şey yapıyorum.’ diyeceğine,  git ve etrafındaki dangalak erkekleri topla ve ayrı bir şey yap.
 
Feminist ile tanışmama gelince… ÖDP’ ye üye olmuştum ama oradan ayrıldım. Bu arada, her ne kadar mekânımız olmasa da eşcinsel hareketin de içerisine girmiştim. Sonra feminist hareketin içine girdim ve zamanla feministlerin çok şeyden kurtulmamış olduklarını fark ettim. Katılımıma çok ciddi bir şekilde biyolojik kadınlık üzerinden baktılar. Kurumsal bir tepki yoktu ama konuşulanlar tek tek kulağıma çok gelirdi. Hatta feminist hareketin önde giden kadınları bile, ‘Transseksüellik çok ayrı… Onlar kendilerini koruyorlar ama ben kendimi koruyamam.’ demişlerdi. O dönemde travestiler Merter’de her gün bir cinayette kaybediliyordu. Araba ile üstlerinden geçiliyordu; travesti olduklarını görenler, bir daha üzerinden geçiyorlardı.  Böyle bir dönemde, feminist bir kadın kalkmış bunu söylüyor… Travestiler kendilerini nasıl koruyor? Mutlaka feminist hareket çok önemi adımlar attı ancak yapılanlar çok yetersiz yapıldı. Duracaksın, oturacaksın, bir kadının başına bir şey gelecek, bir araya gelinecek, bir şeyler söylenecek, sonra gidilecek eve ve oturulacak… Öyle değil hayat. Feministsen 24 saat feminist olacaksın. Sol hareket de böyleydi yıllarca… Bir eylem olunca solcusun ama onun dışında sistemin içinde kaynıyorsun. 24 saat boyunca, her halinle ve her hareketinle feminist olacaksın. Bu, iyi midir, kötü müdür bilmiyorum. 24 saat feminist olduğum için on yıldır hayatımda kimse yok ve 2 yıldır da kimseyle sevişmiyorum. Dedim ki kendime, ‘Bundan sonra bir partner bulursam, kesinlikle politikaya girmeyeceğim. Önce bir sevişeyim, ondan sonra politika konuşurum…’ Gidiyor adamlar… Kavga ediyorum. ‘Bu çok erkekçe…’ diye söyleniyorum. En son olayımda, ‘Sadece sana özel. Yatakta sen benim fahişemsin.’ dedi. Aaa, lafa bak… Neymiş? Fanteziymiş… ‘Niye senin fahişen oluyorum? Sen pezevenk misin?’ Solcu bir kadın arkadaşım var; kocası yıllardır bu lafı söylüyormuş. Bunları sorgulamak lazım ciddi anlamda… Yatak odalarımıza girmeniz lazım çünkü özel olan politiktir. Dileklerimizi pratiğe dönüştürmezsek, konuşmamız bir işe yaramayacak.
 
Feminist hareketin içinde yaşadığım diğer sorunlardan da bahsedeyim… Feministler beni fark etmiyorlar. Bir transseksüel olduğumu unutuyorlar. Bir Kürt olduğumu unutuyorlar. Bir yoksul olduğumu unutuyorlar. Benim farklılıklarım var ve bu farklılıklarımı görmeniz gerekiyor. Ben kendi farklılıklarımla, sen de kendi farklılıklarınla, nasıl yan yana durabileceğimizi tartışalım. Bir süre sonra Amargi dönemi başladı. Amargi’nin şimdiye kadar beni tutan tarafı, yatay örgütlenme olmasıydı. Amargi’de mutlaklık yok; ortak bir sürü ilke var. Son zamanlarda inanılmaz bir şekilde ‘yol-geçen hanı’ olması çok güzel bir şey. İnsanlar değişiyor sürekli… Atölyelerimiz ve bireysel çalışmalarımız var. Bu, şimdiye kadar beni tutan şey oldu...
 
Ben, transseksüel bir kadın olarak, bir feminist olmalıyım. Neden? Çünkü ben eteği giydi. Keşke bütün biyolojik ve transseksüel kadınlar feminist olsa ama ‘travestilerin hepsi feminist olsun mutlaka’ diye bir dayatma yapamam ben… Hayatın her alanında herkesin her şey olabilmesi gerektiği gibi… Pantolonu bırakıp, eteği seçtiğim için bütün bu zulüm bana reva görülüyor. Kadınlığı seçtiğim için bütün bunlar geliyor başıma… Tabii keşke herkes feminist olsa ya da buna yönelik çalışsak… Bir de ben hâlâ şu sorunu çok yaşıyorum ve bunu yaşadığı halde bunun farkında olmayan çok transseksüel arkadaşım var. Diyelim ki bir toplantıda ciddi anlamda eleştirilecek bir şey söyledim ama ‘O bir travesti. Burada olması gerekir. Eleştirmeyelim.’ fikirlerinden dolayı ses çıkarılmaz. Beni eleştirin çünkü yanlış bir şey söylemişim. Bu, ötekileştirmenin feci bir hali… Ya da, küçük bir şey gördüğümüzde, herkese ‘Transfobik!’ deyiveriyoruz.
 
‘Transfobik’ kelimesinden artık ben nefret ediyorum. Öyle bir muamele yapılmış ki bize… Hiç kırılmamışız, hiç dokunmamışlar bize, hiç eleştirilmemişiz… Sonra bir travesti yanlış bir şey yapıyor ve sen ona ‘yanlışsın’ dediğinde, sana ‘Transfobiksin!’ deniyor. Şimdiye kadar idare etmiştin, onun yanlışlarını çok bariz bir şekilde görüyorum… Sol ve feminist hareketin içinde olan transseksüel arkadaşlarımı eleştirmekten ben bile korkuyorum. Bana bile ‘transfobik’ denebilir… ‘Transfobi nedir?’i tartışalım önce. Sorsam onu da bilmeyecek belki… ‘Yeter ki burada olsun…’ demek ve idare etmek kadar kötü bir şey yok. İdare ediyorsun, bir sürü şey birikiyor ve inanılmaz bir şekilde patlak veriyor.
 
Bir de, seks işçiliğini ayrı bir yere koymamız lazım; transseksüelliği de çok ayır bir yere…  Ben bunu transseksüel birey olan arkadaşlarıma anlatamıyorum bir türlü çünkü bu iki konu çok karıştırılıyor. Az önce belirttiğim gibi, ‘Seks işçiliği, eleştirmemiz gereken bir alandır.’ dediğimde, travestiler hemen ‘transfobiksin’ derler. Sanki travestiler sadece seks işçiliği yapıyor… İki kavramı birbirinden ayırmak lazım bir şekilde ve bunu yapabilmemiz için, birbirimizi asla idare etmememiz lazım. İdare ederek, karşımızdaki kişiyi dikkate almamış oluyoruz. Dikkate alsaydınız, beni eleştirirdiniz, yanlışlarımı benimle birlikte teker teker ortaya dökerdiniz…
 
* ‘Türkiye’de Kadın Olma Halleri’ başlığı altında 2009 yılı boyunca gerçekleştiriyor olduğumuz söyleşiler, Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından desteklenmektedir. 


Etiketler: kadın
İstihdam