03/07/2014 | Yazar: Ömer Akpınar

Beni eşcinsel olarak yaratıp sonra da beni günahkâr ilan edecek olan Allah mıydı rahman ve rahim olan?

Din dersinde hocamız eşcinselliğin İslam’daki en büyük günahlardan biri olduğunu söylemişti. Lisedeydim ve aklıma gelen her soruyu ağzıma düşürecek kadar özgüvenim yoktu. “Müslüman eşcinseller ne olacaktı? Beni eşcinsel olarak yaratıp sonra da beni günahkâr ilan edecek olan Allah mıydı rahman ve rahim olan?” Hiçbirini soramadım.
 
İnternetle ve İngilizceyle yeni yeni tanıştığım yıllardı. Sınıftaki diğer çocuklar haftasonlarını “Age of [Empires]” oynamakla geçirirken, ben başka bir internet kafede “gay Muslim” kelimeleriyle arama yapıyordum. Çok nadir de olsa Lût Kavmi’ni farklı yorumlayan âlimler vardı ama çoğunluk “günahkârsın, cehennemde yanacaksın” derken “sevmek suçsa Allah affetsin” diye gülüp geçmek zordu.
 
Uzunca bir süre bana olduğum haliyle kapılarını açmayan bir din anlayışı içinde acı çektim. Namaz kıldım, ağladım. Gittiğim Cumalardaki hiçbir hutbede benim mutsuzluğum, çare bulunması gereken toplumsal bir yara olarak ele alınmadı. Cemaat için iç dünyamla Allah arasında bir bağ kurmaya çalışmamın bir değeri yoktu. Eşcinselsen günahkârsın, nokta. Ya hetero taklidi yap, ya terk et! Ben de terk ettim İslam’ı...
 
Yıllar yılı açılmadı İslam sayfası. Seni kabul etmeyen dinin sen neyini kabul edeceksin, matah bir din olsa İslam ülkelerinin hâli böyle mi olurdu, Allah yok din yalan diyen arkadaşlarımla yolundaydı her şey. Özgürleşmiş bir eşcinseldim ben ve 1400 yıl öncesinden kalma cinsiyetçi, heteroseksist ve türcü bir kitabı başucuma koymayacak kadar akıllıydım!
 
Bundan 2 yıl önce İsveç’te bir etkinliğe katıldım. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinin, manevî yanlarını hiçe saymayı gerektirmediğini düşünen Hıristiyan ve Müslüman eşcinsel, biseksüel ve translarla tanıştım. O zamanlar kendini agnostik olarak tanımlayan biri olarak, gözlerimi kapayıp “Allah eşcinsel kullarını da sever” diyerek huzur bulmak seküler dünyanın doldurmakta pek başarılı olamadığı boşluk hissime çok iyi gelmişti. Yalnız değildim; kendimden büyük bir gücün içinde, yaratılan ne varsa bir bütün halinde, seviliyordum.
 
Artık kendimi ateist olarak tanımlasam da LGBTİ’lerin (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) maneviyatla kurduğu ilişki hâlâ ilgimi çeken bir konu. Yalnızca anaakım din anlayışları tarafından değil, hayatın her alanında lanetlenen insanların her şeye ve herkese rağmen iç dünyalarını güçlü tutabilmeleri sıklıkla görmezden gelinen bir direnme biçimi.
 
Ne yazık ki direnişin manevî biçimi “gerçek din” başlığı altında toplanabilecek peşin hükümlerle en iyi ihtimalle değersizleştiriliyor. İslam’a dair pek çok konuda rahatlıkla görebileceğimiz çeşitlilik, konu eşcinsellik olunca çoğu zaman eşcinsellerin de desteğiyle nefret dolu yargılarla çıkmaz bir sokağa dönüşüyor.
 
Bunun en yeni örneğini Avustralya’da LGBTİ Müslümanların oluşturduğu MARHABA grubuyla yaptığım haberlere gelen yorumlarda gördüm. Hayatı rasyonelliğe sıkıştırmaya çalışan yorumlar, en koyu heteroseksist âlimlerden daha acımasız yorumlar yaparak İslam’da huzur bulan LGBTİ’leri hain, sistem yardakçısı ve hatta meczup olarak damgalıyordu.
 
LGBTİ’lerin din ile ilişki kurmasından bu kadar rahatsız olanlar arasında pek çok LGBTİ’nin de yer alması beni düşündürüyor. Kapıları koşulsuz şartsız herkese açık bir din anlayışında zorunlu olarak kesilen maneviyatlarının yarattığı öfkeyi mi hatırlıyorlar? Anaakım din söylemleri karşısında denizde bir damla bile olmayan bu görüşleri nasıl oluyor da bir nükleer savaş tehdidi olarak algılayabiliyorlar? İster spagetti canavarına taparsın, istersen Ronaldo’nun bacaklarına beni ilgilendirmez diyenler Allah’a tapan bir eşcinsel karşısında neden dumura uğruyorlar?
 
Ben şahsen Lût Kavmi’nin “gerçek” hikâyesini zerre merak etmiyorum. Benim için önemli olan, hayatı boyunca kendinden nefret etmiş yaşlı bir lezbiyenin, din ile ya da dinsiz, kendini sevmesi. Benim için önemli olan, ergenliğe yeni girmiş bir trans erkeğin, ister Kuran okuyarak isterse de okumayarak, intihar düşüncesinden uzaklaşıp hayatını mutlu bir biçimde yaşaması. Benim için önemli olan, şimdiye kadar bize anlatılan dinde adları yalnızca günahkârlar olarak geçenlerin dini kendi anladıkları şekilde bize yeniden anlatabilmesine destek olmak.
 
Birbirimize alan açalım. Hayata daha sıkı sarılabilmemiz için birbirimizi kollayalım. Birbirimizin sözlerini ağızlarımıza tıkmayalım, can kulağıyla dinleyelim.
 
Allah ile kulları arasına girenler, bir çıkın nefes alın! 

Etiketler: yaşam, din/inanç
nefret