06/07/2020 | Yazar: Seyhan Arman

Aslında maceralarım macera değil, hepsi birer nefret öyküsü. Bir dışlanma, yok sayılma, görülmeme öyküsü. Bu travmaların macera olarak anlatılmasını sağlayan tam olarak da benim.

Kürk Mantolu Lubunya Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Maceraları anlatılan, yaptığı "ayarsızlıklar" dilden dile dolaşan, “Bir olay yaşasa da duysak, duysak da bilmeyene, tanımayana anlatsak.” diye beklenilen birisi var ya hah işte o benim.

Aslında maceralarım macera değil, hepsi birer nefret öyküsü. Bir dışlanma, yok sayılma, görülmeme öyküsü. Bu travmaların macera olarak anlatılmasını sağlayan tam olarak da benim. Aslında ben de değilim butlar budu zırıl olan savunma mekanizmam. Sen kalk milletin bunalımdan bunalıma koşacağı, intiharın eşiğine geleceği, travmaların en babasını yaşayacağı olayları Bomonti Gökkuşağı birasının yanına çerez yap.

Beş çayının kurabiyesi kıvamında anlatılan bir çay bahçesinden kovulma hikayemi duymaya hazırsanız başlıyorum. Baştan söyleyeyim komik olma garantisi yok. Bazı bireylerin travmaları gün yüzüne çıkabilir, haberiniz olsun. Ay gerçi bu o bireylerin sorunu. Büyük balık küçük balığı yutar şekerim, ne yapalım. O zaman “let's go” kızlar, kızımsılar, kızgibiler ve kızımkızımkızışmışlar. Yani ne kadar "kız" sayılmaya namzet etiketliler varsa toplaşsın. Malum dedikodu dediğin sadece kızlar arasında olur. Erkekler haşa yanaşmazlar. Digin Ayseller sizde gelin, ay çekinmeyin.

Ana kezban karakterimiz olan şehirden metropole inmiş güzeller güzeli -ki o ben oluyorum- genç kızımız, henüz LGBTİ bir birey olmanın ne demek olduğunu bilmediği, trans deneyim kelimesi ile karşılaşmadığı, dünyayı kendi kadar kezban zannettiği bir yeni yıl gecesi yaklaşırken, plan yapmıştır. Taşı toprağı altın Istanbul'da yaşayacağı ilk yılbaşı gecesinde: “Nasıl olsa herkes çıkıp eğleniyor, ben neden eksik kalayım ay.” diye düşünüp Taksim meydandaki eğlencelere katılmaya karar vermiştir. Tabii o zamanlar henüz "travesti dehşeti" saçmasını, kendisini korumasını, zalim İstanbul’un zalimlik derecesini, tabii ki o zamanlar Taksimde yapılan yılbaşı eğlencelerinde Yeşilçam filmlerinde gördüğü düzgün Istanbul lehçesi kullanan but ka insanların değil de bir sebepten buralara gelmiş varoşların "eğlendiğini" bilmiyormuş.

2 hafta önce tanışıp evinde ve hayatındaki neredeyse tüm kararları almasını hak gördüğü "kocasının" yılbaşında beraber içme teklifine bütün özgür kızlığı ile hayır demiş ve çalışma bahanesini öne sürmüştür. Tabii aşırı taş fırın kocası konu ekmek parası olunca tüm maçoluğuna rağmen kabul etmek durumunda kalmıştır. “Yalnız” demiş “12'ye beraber girelim. Sen işe erken çık, ben saat 10 gibi mekana giderim. Sen en geç saat 11 de gelirsin, 1'e kadar beraber takılır, eğleniriz. Sen sonra işine devam edersin. Ben de arkadaşlarımla takılır sabah 7-8 gibi eve gelirim uyuruz.” “Olur.” demiş gerçek aşkını bulduğunu düşünen Sindirellamsı kızımız.  Hem çalışırım, hem kendi kendime eğlenirim, hem de kocamla zaman geçiririm. Tabii onsuz zamanlarda istediğim fındıkları kırıp sabah kıllı koynunda uyurum.

Yılbaşı gecesi gelmiş çatmış, bizim külkedisimsi akşam 6 olmadan soluğu Tarlabaşı’nın meşhur kuaförü Aylam Kuaför’de almış. Kızlarla biraz gullüm şamata derken sırası gelmiş, saçı taranmış, makyajı yapılmış. Elbisesini, ayakkabısını giymiş, çantasını takmış ve: “Nasıl oldum?” demiş. Allah sizi inandırsın kuafördeki tüm kızlar fesatlıktan çatlamışlar. Kolay kolay hiçbir şeyi beğenmeyen Şükrü Abi bile: "Çok kaliteli olmuşsun kız." demiş. Tabii kıllı Nazan fırsat bu fırsat diye düşünüp "Kalite para etmez, hiç kimse kolilemez seni bu halde, Oskar Töreni’ne mi katılacaksın çakma Anjelina." demiş. Herkesin çok bozulacağını düşündüğü Rapunzelimsi kızımız saçlarını atıvermiş yan tarafa ve: "Rakibim senin gibi kızlar olduğu için haklısın. Beni bu halde kimse kolilemez ama bu kıyefet laçomla mekanda eğlenmek için seçtiğim kombinim. Çark için Salı pazarından aldım anne, sen zannederler beni o derece eprimiş. Hatta kampanya varmış 2 tane de jilet hediye ettiler." dediği anda saç saça, baş başa bir kavga başlayamamış çünkü Aylam Kuaför Tarlabaşı’nın en meşhur kuaförü olmasının yanında en elit kuaförüymüş. E tabii bir de yılbaşı olunca gullüm denilmiş geçilmiş. Kıllı Nazan rövanşı resmi tatil olmayan bir güne bırakmış. Kuaförde gazı alan Pamuk Prensesimsimiz gerçekten kıyafetlerini değiştirmiş ve soluğu çarkta almış. Kocası ile buluşacağı son ana kadar çalışıp, beldeleri cukkaladıktan sonra giyinmiş kuşanmış ve mekana doğru yola çıkmış. Evden mekana gidene kadar laf atmanın biri bin para olmuş. Güzelimler, bebeğimler, tanrıçalar havada uçuşmuş. Götü kalktıkça kalkan kızımız mekana girdiğinde de Abdo'nun ıslığı ile karşılaşmış. Heyecanla ve bütün asaleti ile girmiş mekana bakmış bakmış kocasını görememiş. Tuvalette herhalde diye oturmuş bara beklemeye başlamış. 5-10-20 dk derken kocadan eser yok. Barmen Enis’e sormuş yok, garson Bilal’e sormuş yok, müdüriyette Hasan Abi’ye sormuş yok. Birazdan gelir diye beklerken gelmiş tekilalar, gitmiş votkalar. Saat 12 oldu olacak derken Külkedisimsi kızımızın duygu durumu dalga dalga dalgalanmış ve çok sinirlenmiş. Defalarca aramasına rağmen telefonun başında çaresiz beklemiş beklemiş ama kocası: "Aloo gelmek üzereyim karım." dememiş. Telefonu kapalı kocasına ders olsun diye eski planına geri dönüp Taksim meydanında "herkes gibi" herkesle birlikte yeni yıla girmeye karar vermiş. Kutu kolayı döküp votka elma içkisini doldurmuş içine ve soluğu İstiklal Caddesi’nde almış. İlk bir dakika falan fark etmemiş ama bir bakmış bir fotoğrafçı fotoğraflarını çekiyor. Tabii kızımız, dizüstü taşlı çizmeleri, siyah degaje yakalı bedenine tam oturan elbisesi, gerçek zannedilecek kalitede küpeleri, saçı, başı ve tabii ki üzerindeki %100 gerçek kürküyle adeta bir Hollywood starı, bir Bülent Ersoy havasıyla tramvay hattında yürüdüğünü, arkasında Candan Erçetin'in klibindeki gibi bir kalabalığın olduğunu o an fark etmesiyle irkilmiş. Magazinciye çıplak yakalanmış star edasıyla o fotoğrafları yayınlarsan seni bulurum diye çıkışmış. Halbuki en uyduruk gazetede bile çıksa ertesi gün Aylam Kuaför’ün manşetinde olduğunu biliyormuş. Adama teşekkür edip, güzel çek diyeceğine çıkışıvermiş tüm lubunyalığıyla. Bu çıkışı duyan varoşlardan gelme cis hetero genç erkekler bir "Ooooo…" çekmiş. Ooo'nun arkasından “Vaaayy..” gelmiş, “helaaall…” gitmiş. Tabii doz arttıkça pandikler, dönmeler, “Ahmet Ablaaa…”lar havalarda uçmuş. Bizim kalbi kırık, prensi tarafından ekilmiş uyuyan güzelimsi dilberimiz bakmış ki meydanda eğlenmek bir yana, mis sokağa bile sağ salim varamayacak:  "Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin." diyerek rotayı  Ömer Hayyam’a çevirmiş. Laçolara güven olmaz, ne varsa lubunyalarda var, zaten gecem mahvoldu bari Burçe’nin yanına gideyim de kızlarla eğleneyim diye düşünüp Burçe’ yi aramış. "Hayırdır kız, senin gibi ka lubunyanın bu ucuz yerde ne işi olur?" demiş Burçe. “Ay abla gelince anlatırım sen bir masa ayır beraber oturalım. Ama o madi laçolar falan olmasın.” demiş. Telefonu kapatır kapatmaz az biraz tacizle soluğu "Dert Bende Meyhanesi’ nde almış. O uyduruk meyhanenin kapısında oluşmuş kalitesiz kalabalığı bütün Kraliçe Elizabetimsi havasıyla yarıp kapıya geldiğinde, kapıdaki kazma "Höddoögthsh" demiş. Tabii tam olarak öyle dememiş ama o anların kaydı hepten yanmış gitmiş. Tabii bizim Lady Dianamsı kızımız "Pardooon!" demiş. Pardonun ne olduğunu muhtemelen bilmeyen kapıdaki kazma: "Buraya giremezsin" demiş. Bu defa gayet net ve kapıdaki kalitesiz kitlenin duyabileceği bir şekilde anlaşılmış her harf ve her kelime. "Pardon!" demiş yine bizim kız, “Pardon!” "Seni almıyoruz buraya!" cümlesiyle kendine gelen şiller şili lubunyamız Pamuk Prensesin üvey annesine öykünerek " Bir kendine bak bir bana, ben böyle ucuz bir yere girer miyim sence? Burçin’e bir şey söylemeye geldim." deyivermiş. "Neye gelirsen gel almıyorum kardeşim." lafıyla hem Burçin’i arayıp hem de sevgili kazmayı avazı çıktığı kadar bağırarak azarlamış. "Kürkümü görmüyor musun dümbük? Ben buraya girer miyim? Git Burçin’i çağır asabımı bozma." Gariptir kapıdaki kazma bu atara cevap bile vermemiş. Sıradakileri içeriye almaya devam etmiş. Şaşkınlığını üzerinden atmadan Burçin "Noooluuyoo ayol." diye kapıda bitivermiş. "Ay hayatım sana şeyi verecektim ya bu hanzo içeri gireceğimi zannetti, almadı beni bu aşağılık yere." diye kapıdaki kalabalığa duyura duyura anlatmış. "Gel kız ben seni aldırırım, o kim ay, boşver." lafı bile sakinleştirememiş romanlara konu olacak asaletteki kızımızı ve reddetmiş. "Yok anne sağol, zaten laçomla buluşacaktım. Öyle seni de göreyim diye 2 dakika uğrayacaktım. İyi yıllar." demiş ve daha Burçin bir şey diyemeden uzaklaşmış o diyardan. Kendi çöplüğüme gideyim bari diye düşünüp son 3-4 ayda müdavimi olduğu 4 katlı klübe doğru yola çıkmış. Bir yandan aniden başlayan ve hafif çiseleyen yağmurdan sakınmaya çalışırken ara ara laf atanlara aldırmamış ama ısrarla peşinden gelen pespaye adamın "Kaç para fıstık?" sorusuna belki onlarca kez “Çalışmıyorum.” demiş. Aslında o adamla oyalanması diğerlerini görmezden gelmesini kolaylaştırdığı için teşekkür etmesi gerekirken adamın ısrarına çok sinirlenmiş. Her seferinde biraz daha sertleştirmiş tonunu ve “Çalışmıyorum.” diye çıkışmış. Tam son 3-4 aydır müdavimi olduğu 4 katlı klübe yaklaşırken ve yağmur şiddetini arttırmışken "Kaç paraysa veririz." diyen pespaye adama "Çalışmıyoruuumm…." diye bağırıp bir Osmanlı tokatı atmış ve adam tek tokatla iki seksen yere kapaklanmış. Aslında adam sadece sarhoş ve onu arzulayan bir garibanmış. Adamın yere düşüp öylece kalmasına çok üzülmüş. Eğilip yerden kaldırmamış ama sinirini de engelleyemeyip duvarı yumruklarken bağırmaya devam etmiş "Çalışmıyorum lan, çalışmıyorum, ça - lış - mı - yo - rum!!!"

Şiddetini arttıran yağmur saçlarını, sinirden ağlaması makyajını mahvetmiş. Hemen yandaki büfeye girip bir selpak istemiş en kibar haliyle. Adam “Selpak kalmadı.” dese de hemen sakızların yanında onlarcası duruyormuş. Hiçbir şey demeden koşar adım son 3-4 ayda müdavimi olduğu 4 katlı klübe varmış. Her zaman bedava girdiği klübün yılbaşına özel giriş parası talebine onay verdiği gibi güvenliğe de güzel bir bahşiş sıkıştırmış. Sanki herkesin tek merakı saçı ve makyajıymış gibi ve hiç kimse oralı bile değilken sahte sahte gülmüş ve "Yağmurdan." demiş.

Parayı alan kasiyer içki fişi ile kartondan yapılma yılbaşı kukuletasını uzatmış ve güzel bahşişi kapan güvenlik eşliğinde klübe Very Important Person olarak girivermiş. Tabii hemen kendini tuvalete atmış; biraz sakinleşip, yüzünü gözünü düzelttikten sonra barın en köşesine kuruluvermiş. Telaştan içki fişini unutup tam 3 bardak üst üste peşin para ile içmiş. Kafası yeniden yerine gelince keyfini çıkartmak için ayağa kalktığı anda baya sert bir pandik yemiş. Ani bir refleksle tutmuş pandik atanın elini, bakmış yüzüne "Hadsiizzz" demiş ve tokat atmış. Üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldiği anda bir pandik, bir pandik daha... Hangi birisine haddini bildireyim mahşer yeri gibi kalabalık bu klüpte. Bu avam takımı, bu sarhoş ve azgın adamlarla uğraşamam diye düşünmüş ve çıkışa yönelmiş. Sinirden kürkünü bile almamış vestiyerden. Bir elinde kağıttan yapılma eşantiyon kukuletası ile koşar adım ve patlamaya hazır bomba olarak evinin yolunu tutmuş. Tam sokağına gelmiş, tam evine girecekken kızlı erkekli 4-5 kişilik bir gruptan bir kız "Aaa travesti!" demiş ve sesli bir kahkaha atmış. Adeta "Şöhretin Sonu" filminde Bülent Ersoy'un platonik aşık olduğu orkestra elemanı Doğan ve nişanlısını bir kulüpte görüp çıldırması gibi çıldırmış ve aynen onun gibi yırtmış kendini "Senin ağzını yırtarım orospuuu" diye bütün sokağı inletmis. Bu cinsiyetçi küfür ile bütün gecenin hayal kırıklığı, ekilmiş, kovulmuş, taciz edilmiş olmasının siniri daha gece bitmeden dev bir kavgaya dönüşmek üzereyken az önce kahkahalarla gülen kız "Ben erkeklerle kavga etmem!" demiş ve gayet sakin bir şekilde dönmüş arkasını. Hiçbir şey olmamış gibi uzaklaşmış bütün grup.

Öylece sokağın ortasında kalmış bizimki. Hiç beklemediği bu cevap, resmen dumur etmiş. Ne bağırabilmiş ne kızın saçını yolabilmiş ne dövmüş ne dövülmüş. Öylece kalmış yolun ortasında. Resmen bozulmuş. Dayak yemeyi, küfür etmeyi, kavgayı, aşağılanmayı vs. bekliyormuş ama bu laf aklının ucundan bile geçmemiş. Ve her şeyi unutacak kadar bozulmuş. Laf atan grup uzaklaşınca hiçbir şey olmamış gibi girmiş evine. Ne mi olmuş sonra? Zıkkımın kökü olmuş! Kuğu olduğuna emin olduğu halde herkesin hep bir ağızdan sen çirkin bir ördek yavrusunun ne işin var bizim gölün balesinde git kendi su birikintinde çim demesi ile bu kadar net ilk kez karşılaşmış. Hem de bir yılbaşı gecesinde. Elbisesini, ayakkabısını, makyajını vs çıkartmadan atmış kendisini yatağa, elinde kağıttan yapılma eşantiyon yılbaşı kukuletası ile ağlaya ağlaya uyumuş tek başına. Ertesi akşamüzeri,1.5 porsiyon kıymalı börek ve büyük boy ayranla kahvaltıya gelmiş kocası.... Ayyy şiştim. O konuya da girersek hiç çıkamayız işin içinden. Gerisi de bir başka beş çayına artık.

Hem ben derin bir kovulma hikayesi anlatacaktım nereden geldi bu konu, nasıl uzadı anlamadım. En iyisi sonra hatırlatın da çay bahçesinden nasıl kovulduğumu en ince ayrıntısına kadar anlatayım. Hem o daha ilgi çekici ve sürpriz sonlu. E oldu, şimdilik size güle güle k.i.b. byeee

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
nefret