04/05/2017 | Yazar: Ayşe Düzkan

neden alana katıldıklarında selamlamak dışında, patriyarkal baskı ve sömürünün yanı sıra, kapitalizm altında da farklı baskı ve sömürüye maruz kalan kadınlardan, işyerlerinde ayrımcılık gören LGBTİ+’lerden kürsüde söz edilmiyor?

geçen yıl herhangi bir ildeki 1 mayıs gösterisinde bulunmuş olanlar, ne kadar az insanın katıldığını, coşkusuzluğu hatırlar. kolay değil, iki 1 mayıs arasında 10 ekim katliamı, başka bombalamalar olmuştu. insanlar, bırakın siyasal gösterileri, konserlere bile tedirgin gidiyordu.

bu yıl, hem hayır’ların göz göre göre yok sayılmasının yarattığı infial hem de bulaşıcı olduğu kanıtlanan cesaret, gösterileri büyüttü, coşkusunu arttırdı; burada “kürsüye rağmen” diye eklemek zorundayım.

bence bir gösterinin kürsüsünün birinci önceliği, düzenleyenlerin konumu, düşünceleri ve aralarındaki ilişkiler değil, alanın ihtiyaçları olmalı. 1 mayıs kürsüsünde bunun gözetildiği nadir. şunu da ısrarla vurgulamak istiyorum, sola en yakışmayan şeylerden biri bürokrasiyse diğeri protokol.

bir kitle hareketinin en son ihtiyaç duyduğu şey “ünlüler” ve neden kendi ünlülerimizi yaratıyoruz, anlamak mümkün değil. sol parti ve kurum başkanları tabii ki o alanda olacak, adlarını anons etmeye ne gerek var? belediye başkanları 1 mayıs alanında bulunmanın onurunu paylaşmak istedilerse bunu kendileri duyurabilir. (üstelik de herkesin canını sıkan tercihler ve hatalar olmuş) asıl, isimsiz kahramanların, grevci, direnişçi işçilerin orada bulunduğunu duymak bize umut ve heyecan verir.

Resim: Resul Aytemür

birbirine çok benzer içerikte uzun konuşmalar, o fikirleri zaten bir biçimde duymuş insanlar için azap. tek bir ortak metinde anlaşmak, sadece onu okumak neden bu kadar zor olsun? ortak metnin kürtçe ve türkçe okunması bence yetersiz. türkiye gibi çok fazla kültürün bir arada yaşadığı bir toplumda konuşulan bütün dilleri kürsüye taşımak mümkün değil ama ermenilerin gördüğü siyasal baskı dikkate alınarak ermenice; suriye halkı ve özellikle de ucuz emek ordusunun önemli bir parçası olan mültecilerle dayanışma ifade etmek için arapça da kürsüde yer almalı bence. aynı çeşitlilik seçilen müzikte de olmalı, örneğin enternasyonal’i arapçasından dinlesek fena mı olurdu? sonuçta solcular sadece avrupa ve latin amerika’da müzik yapmıyor, değil mi?

bunları kimlik politikalarının basit sonuçları olarak ifade etmiyorum. bugün sendikalar bu ülkede ücretli emeğin çok sınırlı bir kesimine ulaşabiliyor, hatta bırakın sendika üyesi olmayı, sigortalı olmak bile ayrıcalıklı bir konum, asgari ücret, ortalama ücret halini almış durumda, çoğu emekçi asgari ücretin çok altında paralar karşılığı çalışıyor ve bu olağanlaşıyor. özel istihdam bürolarıyla bu kurumsallaşıyor ve bunlar aracılığıyla sömürülenler göçmenler, kadınlar... bu şartlar altında sendikaların kapsayabildikleri emeğin ötesini de kürsüye/söylemlerine taşıma sorumlulukları var.

öyleyse neden alana katıldıklarında selamlamak dışında, patriyarkal baskı ve sömürünün yanı sıra, kapitalizm altında da farklı baskı ve sömürüye maruz kalan kadınlardan, iş yerlerinde ayrımcılık gören LGBTİ+’lerden kürsüde söz edilmiyor? örneğin hindistan’da bir seks işçileri sendikası varken istanbul’da neden kürsüde görmezden geliniyor, alanda belli belirsiz hatırlanıyorlar? bu tür konularda sağcı muhafazakârlarla ağız birliği etmekten hicap duymayanlar bunun iktidarın siyasetine su taşımak olduğunu görmüyor mu? örneğin kürtaj vb uygulamalardaki kısıtlamalar, sağlık hizmetlerinin heteronormatifliği, piyasalaşmasının yanında gözardı edilebilecek noktalar mı? ve en önemlisi, bu taleplere sahip çıkmayarak bu iktidarın politikalarına karşı çıkılabilir mi? bunları hesaba katmayarak modern bir sınıf hareketi inşa edilebilir mi?

hayır, sadece soruyorum demeyeceğim, hep birlikte cevap aramalıyız diyorum.  çünkü başka bir dünya, başka bir ülke ancak başka bir hareket ve başka türlü bir kürsüyle mümkün. (Artı Gerçek)


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret