19/10/2009 | Yazar: Kaos GL

Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu’nun ‘Güncel Hukuk Dergisi’nde yayımlanan makalesi:  ‘Demokratik açılım: Kürt sorununda hukuk ve adalet’

Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu’nun ‘Güncel Hukuk Dergisi’nde yayımlanan makalesi:  ‘Demokratik açılım: Kürt sorununda hukuk ve adalet’
 
Kürt sorunun çözümü, uygulama ve zihniyette gerçekleştirilmesi gereken değişimlerin yanı sıra bir dizi önemli yasal ve Anayasal değişiklikle mümkün.
 
Hükümet demokratik açılım çalışmalarını sürdürürken Başbakan Erdoğan, önceliğin yönetmelik ve benzeri düzenlemelerde olduğunu orta vadede de yasal değişikliklerin olacağını söyledi. Erdoğan Anayasal değişikliğin ileriki aşamalarda gündeme geleceğini belirtti. Zira AKP, Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek milletvekili sayısına sahip değil.

Peki hangi yasal düzenlemeler Kürt sorununun çözümüne katkı sağlar?
Bölge insanının beklentilerini en iyi bilen isimlerden olan eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu’nun ‘Güncel Hukuk Dergisi’nde yayımlanan ‘Demokratik açılım: Kürt sorununda hukuk ve adalet’ başlıklı makalesi bu konuda önemli öneriler içeriyor.

Türkiye, Cumhuriyet rejiminin kuruluşundan bu yana Kürt meselesi ile uğraşıyor. Son 25 yılda silahlı çatışma boyutu ile ön plan çıkan bu mesele daima asayiş eksenli politikalar ile çözülmeye çalışıldı. Ne var ki bu politikalar, sorunu bir çözüme kavuşturmaktan ziyade, sorunun daha karmaşık bir hal almasına neden oldu. Kürt meselesinin salt güvenliğe odaklanmış bir bakışla çözülemeyeceğinin anlaşılmış olması siyasi iktidarı da başka arayışlara yöneltti. Bugün üzerinde konuşulan ve önce ‘Kürt açılımı’, daha sonra ‘demokratik açılım’ olarak adlandırılan süreç bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu süreç, sorunun hukuk, özgürlük ve adalet boyutunu da geniş kesimlerin tartışmasına açtığı için değerli ve önemlidir.
 
Kürt meselesinin iki boyutunun olduğunu söylemek mümkündür. Kürt meselesi bir taraftan bir demokrasi sorunudur, diğer taraftan ise bir adalet sorunudur. Dolayısıyla çözümü hedefleyen her yaklaşımın hem demokrasinin güçlenmesine hem de herkes için adaletin gerçekleşmesine yönelmesi gerekmektedir. Demokrasinin güçlendirilmesi ve adaletsizliklerin giderilmesi için hem anayasal hem de yasal planda öncelikle ele alınması gereken konular vardır.

Anayasal öncelikler
Kürt meselesi, her şeyden önce Kürtlerin temel demokratik haklarından mahrum edilmesinin ortaya çıkardığı bir sorundur. Bu itibarla Kürt meselesi, öncelikle bir demokrasi meselesidir. Eğer Kürt meselesi demokrasi eksikliğinden kaynaklanıyorsa, sorunun çözümü için yapılması gereken de tüm kurum ve değerleriyle demokrasiyi hâkim kılmaktır. Bu bağlamda, eşitliği ve özgürlüğü esas alan, demokratik bir yaklaşımı öne çıkaran, hukukun üstünlüğünü herkes için temel sayan, farklı kültürleri kabul eden yeni bir anayasa sorunun çözümünü çok büyük ölçüde kolaylaştıracağı açıktır. Bu esasları gözeten yeni bir Anayasa’da; başlangıç, anadilde eğitim dâhil olmak üzere kültürel haklar, vatandaşlık, siyasal katılım ve yerel yönetimler alanlarında yapılacak düzenlemeler bu konuda yol açıcı olacaktır.
 
Türkiye’de farklı Kürt kesimlerinin talepleri incelendiğinde anayasal düzeyde üç önemli talebin öne çıktığı görülür. Bunlar; Kürtçe anadilde eğitim hakkının anayasada tanınıp güvence altına alınması, ‘Türk’ etnik kimliği esasına dayalı vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, bunun yerine bütün etnik kimliklere eşit uzaklıkta duran anayasal vatandaşlık anlayışının geliştirilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Bu taleplerin karşılanması için demokrasiyi esas alan bir çözüm çerçevesine ihtiyaç vardır.

Anayasal vatandaşlık
Esasen, böyle bir çözüm çerçevesinin beş esasa dayanması gerektiğini orya konmuştur: (1) etnik tarafgirliğin reddi, (2) kültürel çeşitliliğin tanınması, (3) kültürel haklar, (4) idari adem-i merkeziyet (5) demokratik katılımın güçlendirilmesi. Bu çözüm çerçevesini ise ancak anayasal vatandaşlık anlayışı üzerine yükselen bir anayasa karşılayabilir.
 
Anayasal vatandaşlık anlayışında vatandaşların devlete bağlılığını sağlayan herhangi bir etnik veya dini değer değil, anayasada ifadesini bulan demokratik ve sivil değerlerdir. Bu nedenle anayasal vatandaşlığı benimseyen bir anayasanın -dibacesinden başlayarak- tüm maddelerinin etnisiteye ve kimliğe dair göndermelerden arındırılması ve toplumdaki farklı kültürlere saygının anayasanın her satırına sindirilmesi gerekir.

Anayasa’nın başlangıcı
Başlangıç: Anayasalar her zaman geniş bir siyasi değerler ve idealler dizinini temsil ederler. Ulusal ideallerin ifadesi olarak iş gören bu değerler anayasal metinlerde genellikle başlangıç kısımlarda yer alır. Bu idealler ülkenin siyasal rejimine bağlı olarak, demokrasinin, özgürlüğün veya refah devletinin yürürlüğe konmasından; sosyalizm, federalizm veya dini (İslam’daki) bir inanca kadar değişebilmektedir. Bu itibarla anayasal vatandaşlığı esas alan bir anayasal metnin başlangıcı, bu düşüncesinin ruhuna sadık kalarak, etnik ve dini hiçbir ifadeye yer vermemeli, toplumdaki çok kültürlülüğü tanıyan, koruyan, güvencelendiren ve onları bir zenginlik olarak kabul eden ifadeleri içermelidir.
 
Vatandaşlık: Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında vatandaşlık, toplumun çoğulcu yapısıyla bağdaşmayan milliyetçi bir perspektifle kaleme alınmıştır. Etnik bir kimlik olan ‘Türk’ ifadesini temel alan vatandaşlık tanımı, toplumun çeşitli kesimlerini dışarıda bırakmış ve ‘kapsayıcı’ olmaktan ziyade ‘dışlayıcı’ olma özelliğiyle öne çıkmıştır. Bugün bu vatandaşlık anlayışı, toplumsal istikrarın temin edilmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Dolayısıyla toplumu oluşturan fertlerin barış içinde bir aradalığını hedefleyen bir anayasal metin -her şeyden önce- bu vatandaşlık anlayışında bir değişikliği öngörmek ve anayasal bir vatandaşlık düzenlemesi yapmak durumundadır.
 
Anayasal vatandaşlıkta, vatandaşlık düzenlemesinin iki temel özelliği vardır: Birincisi, kamu makamlarını farklılıkları törpülemeye ve onları asimile etmeye dönük gizli ya da açık- politikaları izlemekten men etmesidir. Bu yaklaşımda vatandaşlığa toplumu homojenleştiren bir enstrüman nazarıyla bakılmaz, aksine vatandaşlık farklılıklara hukuki güvence sağlayan bir koruma kalkanı niteliğine bürünür. Bu niteliğiyle de demokratik siyasete de zemin hazırlar. Zira bireylerin sivil ve siyasal haklarının anayasanın güvencesi altına alınması, kimlikleri bağlamındaki haklarının tanınması, onların kendi aralarındaki problemleri şiddete başvurmadan- demokratik bir zeminde tartışmalarına imkân sağlar.

Gruplara eşit mesafe
Anayasal vatandaşlığın ikinci özelliği, yurttaşlık tanımının her türlü etnik, dinsel ve kültürel imalardan masun kılınmasıdır. Anayasal vatandaşlıkta, vatandaşlık herhangi bir etnik, dini veya kültürel kimliğe atıfla tanımlanmaz ve bunun doğal sonucu olarak da toplumun çoğulcu yapısında bulunan farklılıklar arasında birini/birilerini diğerine/diğerlerine karşı ayrıcalıklı kılan bir tercihte bulunulmaz. Bu yaklaşımda anayasa çoğulcu değerleri ihtiva eder ve toplumu oluşturan gruplara eşit mesafede durur; böylelikle her türlü farklılık anayasanın koruması altına alınır ve bunların kendi varlıklarını devam ettirip geliştirebilmelerinin önü açılmış olur.
 
‘Anayasal Vatandaşlık’ tanımında vatandaşın kim olduğunun mutlaka anayasada belirtilmesine gerek yoktur. Bunun yerine vatandaşlığın anayasal bir hak olduğunu, kazanılması ve kaybedilmesinin kanunla düzenleneceğini, kimsenin keyfi olarak vatandaşlığından yoksun bırakılamayacağını, vatandaşların yurt dışı edilemeyeceğini ve ülkeye girmekten alıkonamayacağı belirtilebilir. Bu itibarla anayasada vatandaşlık ile ilgili madde şu şekilde düzenlenebilir: ‘Vatandaşlık temel bir haktır. Bu hakka sahip olmada, bu hakkın kullanılmasında ve kaybedilmesinde dinsel, dilsel, ırksal, etnik ve benzeri hiçbir ayrım gözetilmez. Vatandaşlık hakkının kazanılmasına ve ilişkin esaslar kanunla düzenlenir.’
 
Kültürel Çeşitlilik ve Kültürle Değerler: Kültürel çeşitliliğin başta anayasanın başlangıç bölümünde olmak üzere tanınması bir zorunluluktur. Çağdaş anayasal metinler bu konuda hükümler içerir. Örnek olarak, Avrupa Birliği Anayasası taslağındaki ‘Birlik, kültür, dil ve din çeşitliliğine saygı gösterir’ hükmü ile Kanada Anayasasının Hak ve Özgürlükler Belgesi’nin 27. maddesindeki ‘Bu belge Kanadalıların çok kültürlü mirasının korunması ve geliştirilmesiyle uyumlu şekilde yorumlanmalıdır’ hükmü, verilebilir. Ancak kültürel çeşitliliğin anayasada tanınmış olması tek başına bir anlam ifade etmez. Bunun yanında kültürel hakların da güvence altına alınmış olması gerekir.

Anadilde eğitim
Bu kültürel hakların başında anadilde eğitim gelir. Demokratik bir anayasa herkesin anadilde eğitim hakkına sahip bulunduğunu hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık bir şekilde kayıt alına almalıdır. Bu hak tüm öğretim sürecini kapsamalıdır.

Siyasal katılım, demokratik mekanizmaların herkesin kullanıma açık olması ve karar alma sürecine sekte vuracak yapıların tasfiyesiyle mümkün olabilir.
 
Hâlihazırdaki anayasa ‘temsilde adalet’ ilkesini içermekle birlikte mevcut sistem yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle, ülkenin genelinde, özelikle de Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde ciddi bir temsil sorunu yaratmaktadır. Milyonlarca oy alan bir siyasi partinin seçmenlerinin, seçim barajı nedeniyle parlamentoya temsilci gönderememesi, o partiye oy veren seçmenlerin kendilerini mağdur ve sistem içerisinde temsil edilmedikleri düşüncesine yol açar. Taleplerini parlamentoya taşımalarını istedikleri, oy verdikleri kişilerce ‘temsil’ edilmedikleri gerçeği ile yüz yüze gelen seçmenler, siyasetin sorun çözücü işlevine güvenmez hale gelir ve siyasete güven duymazlar. Bu ise, uzun vadede demokratik yapının aşınmasına neden olur. Bu nedenle de seçim barajının kaldırılması demokratik siyasal katılım için en doğru seçenektir.


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret