08/10/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Devletle milletin bir ve aynı olduğu siyasi rejimlerde etnisite en fazla türkü söyleme özgürlüğünden başka bir işe yaramayacaktır.

RT Erdoğan’ın son AKP kongresindeki konuşması demokrasi için yeni bir manifesto daha bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı. Yine de bir tür ‘onuncu yıl nutku’ muamelesi gören söylev AKP zihniyetinin demokrasi anlayışının özünü ortaya koyuyor.
 
Bizden öncekiler devletle milletin arasını açmak için her şeyi yaptılar, biz bu on yılda devletle milleti bütünleştirmek, bir ve aynı yapmak için çalıştık!
 
Erdoğan ve konuşmasını hazırlayan akıldanelerine devletle milletin bir ve aynı olduğu rejime ne dendiği söylense bir anlamı olmaz elbet. Olmaz elbet de, peki Türkiye’yi askeri vesayetten kurtarıp demokrasiyi yerleştiriyor diye destekleyen yetmez ama evetçiler bu hakikati bilmezler mi? Sınırötesi harekât tezkeresine medyada verilen desteği görünce ne olduğunu bal gibi de bildikleri anlaşılıyor. Eh, faşizm liberal düşüncenin insana atfettiği özelliklere en uygun siyasi sistem olduğu için ortada ahlak dışında bir sorun olmadığı söylenebilir.
 
Benzer bir tuzak Kürtlere de kurulmuş durumda. AKP’nin Abdullah Öcalan’la pazarlık yaparken Kürt sorununu demokrasi ya da demokratikleşme süreci içinde çözmeyi amaçlamadığı artık saklanamaz hale geldi. Öcalan’la neredeyse yasal düzenlemelerin ayrıntılarına varan görüşmeler sürerken yasal siyasi yapıları terörize ederek gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet üçgenine hapsetmenin mantığı da iyice açığa çıkmış durumda.
 
Erdoğan’ın İmralı ile görüşmeler sürebilir cümlesinin içinde BDP ile parlamentoda kesinlikle görüşmeyeceğini de söylemesi ilk bakışta tuhaf görünüyor çoğu kişiye. Ama aslında çok sağlam bir mantığa sahip bu strateji.
 
Erdoğan, Kürt siyasi hareketine ancak ve sadece elinizde silah olursa sizi muhatap alırım, aksi halde yok sayarım mesajını veriyor.
Bir yanda ahlaksız liberallerin demokrasi hamleleri, Kemalist ulusalcılığın tasfiyesi gibi sıfatlarla alkışladığı Kürtçe yayının serbest bırakılması, Kürtlere Kürt diyebilme özgürlüğü gibi açılımlarla görünürde Kürt kimliğinin kabul edildiği yanılsaması yaratılıyor.
Öcalan’a Kürt hareketinin lideri vasfının tanındığı muamelesi yapılıyor. Eşzamanlı olarak BDP muhatap bile alınmayıp, yok sayılıyor ve parlamentodan atılma planları yapılıyor. Kürt tuzağının saç ayağını KCK’ya yönelik emniyet ve yargı saldırısı tamamlıyor.
 
Bu tuzağın örtük yanı Oslo görüşmeleri ise açık yanı Habur açılımıydı.
 
Erdoğan ve AKP, Kürtlere temel olarak şu mesajı veriyor; Kürt olduğunuzu kabul ediyorum burada hiçbir sorun yok. Ayrıca siyaset yapmanıza da izin veriyorum. Ama siyaset için tek bir şartım var. Siyaseti sadece silahlı mücadele yöntemiyle yapacaksınız.
 
Erdoğan ve AKP, devletle milleti bir ve aynı bütün haline getirmeye uğraşırken Kürt siyasi hareketini de silahlı/ illegal alanda ‘konsolide’ etmeye çalışıyor.
 
Bir an için KCK savcılarının suçlamalarının doğru olduğunu, KCK’nın PKK’nin yasal/ silahsız uzantısı olduğunu varsayalım. Bu durumda iktidarın derdi demokrasi ve ‘kanın durması’ olsaydı, tam tersine KCK’nın önünü açması ve hatta KCK ile BDP arasındaki bağları güçlendirmesi gerekirdi. Bu yolla Kürtlerin silahlı mücadeleyi bırakıp, KCK geçişi aracılığıyla BDP’de yasal alana aktarılması mümkün olabilirdi.
 
Seçim yasasında barajı kaldırıp, Milli Bakiye sistemi ve Türkiye Milletvekilliği uygulaması da getirildiğinde Kürtlere, demokrasi içinde haklarınızı siyasi olarak savunmak için bütün şartları oluşturdum, buyrun demokrasiye çağrısı yapabilirdi.
 
Bu yüzden Erdoğan ve AKP’nin derdinin bu tip bir demokrasi olmadığını Kürtlere yönelik uygulamaları kadar doğru gösteren başka hiçbir tanıt yok.
 
Devletle milletin bir ve aynı olduğu siyasi rejimlerde etnisite en fazla türkü söyleme özgürlüğünden başka bir işe yaramayacaktır.
 
Oslo görüşmelerinin yeniden başlayabileceği, İmralı ile görüşülebileceği açıklamalarını sevinçle karşılayan BDP ve Kürtlerin ve daha önemlisi Öcalan’ın bu tuzağı görüp görmeyeceklerini zaman gösterecek.
 
Eğer iktidarın Kürt sorununun çözümü için tek muhatabımız İmralı’dır tuzağı tutarsa türkü söyleyip, seçmeli derste dil öğrenme dışında Kürt olmak sadece ‘silahlı terörist’ olmak anlamına gelecek. Milletiyle bütünleşmiş bir devletin de kendisi dışındaki silahlı güçlere ne yapacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yok.
 
Tuzağa düşmemek için İmralı’ya gelenlere Öcalan’ın görüşmeler için muhatap olarak BDP’yi göstermesi gerekir. Olur mu? Kim bilir?   

Etiketler:
İstihdam