21/06/2012 | Yazar: Aslı Alpar

Mücadelenin sınırlarını tamamen doğuştan gelen, iradi olmayan cinsiyet kavramıyla çizmek ve bu sınırları tartıştırmamak ne katar mücadeleye?

Mücadelenin sınırlarını tamamen doğuştan gelen, iradi olmayan cinsiyet kavramıyla çizmek ve bu sınırları tartıştırmamak ne katar mücadeleye? 

Kürtaj hakkımız üzerine iktidar açıklamalarının ve onun araçlarının manipülasyonu eşliğinde düzenli olarak yürüyoruz farklı şehirlerden. Ve sadece yürüyoruz, çünkü hiçbir yürüyüşümüzü derinlemesine değerlendirilmiyoruz. Her ekibin web sayfasında kısacık, amaçsız, “oradaydık” değerlendirmeleri!
 
Bununla birlikte yürüyüşleri organize eden platform ya da platforma katılmayan başka muhalif ekipler, böylesi gerçek bir saldırı karşısında, mahalle örgütlenmeleri, kitleye derdini anlatma gibi bir çaba içerisinde değil.
 
Ve son olarak belki de en önemlisi, bu mitinglere yalnızca biyolojik kadınların alınması.
 
Sonuncudan başlayarak yaşadığımız süreci değerlendirelim.
 
Yürüyün kukular, alanı terk edin pipiler
 
Kürtaj yürüyüşlerini düzenleyen platform, etkinliklere yalnızca biyolojik kadınların katılması kararını tartıştırmamakta ısrarlı. Ve bana daha da tuhaf geleni, bu politikayı savunmaları için gerçek birer nedene bile sahip değiller!
 
Feminizmin, erkeklerden bağımsız bir mücadele olduğu yönlü açıklaması, biyolojik cinsiyetler üzerinden politika yapmanın çıkışsızlığını deklare ediyor. Çünkü cinsiyet rolleri -feminist ideolojinin de mücadele ettiğini söylediği- patriarka kurumu tarafından üretilir. Bu politika aynı zamanda kendisini kadın ya da erkek olarak ifade edemeyen kişilere karşı gözleri yummak anlamına gelir. Devam edelim. Feministlerin ne yazık ki gerçek bir neden sayılamayacak kadar sığ olan bir diğer açıklaması ise, alana gelen erkeklerin, ataerkinin ayrıcalıklarından yararlandıkları, kendi yaşamlarında kadınlar üzerinde tahakküm kurduklarıdır.
 
İşte burası irdelenmeye değer.
 
Ataerkiye karşı mücadelenin biyolojik kadınlara ait olması bizi, feminizmin ataerkiyi yanlış okuduğu sonucuna götürür. Ataerkil sistemin mağdurları sadece biyolojik kadınlar mıdır? Kendisine dayatılan kadın/erkek gibi görünmeyi ve yaşamayı reddettiği için biyolojik kadın, erkek ya da trans, biyolojik erkek olduğu halde kadınlarla aşk yaşamayı istemeyen erkek, lezbiyen kadın, heteroseksüel bir erkek ya da kadın, yaşadıkları her an için ataerkiden payına düşeni almamış mıdır? Sadece mağduriyete bakarak bu sonuca ulaşmak tatmin etmemiş olabilir. Burada şu soruyu da sormak lazım, ataerkiden şikâyetçi, onu parçalamak için gün sayan bir erkek, iradesi dışında bu sistemden fayda elde ediyorsa, sırf böyle bir sebeple onu mücadelenin dışında tutmak ne kadar doğrudur? Mücadelenin sınırlarını tamamen doğuştan gelen, iradi olmayan cinsiyet kavramıyla çizmek ve bu sınırları tartıştırmamak ne katar mücadeleye?
 
Sadece kürtaj tartışmasında bile gelinen noktaya bakılırsa, hiçbir şey.
 
Ataerkiye karşı mücadeleyi feminist örgütlerin, o halde AKP’nin on yıllık iktidarı boyunca sürdürdüğü tüm saldırıları karşısında neler yapmışlar bir bakalım?
 
Feminist psikanaliz tartışmaları, bilinç yükseltmeler, bittiği andan itibaren unutulan eylemler. Ataerkiyi hem yeniden üreten hem de ona iyi bir kılıf olan pozitif hukuktan (burjuva hukuku diye okunabilir) medet ummalar. (Bu saydığım çalışmaların hiç birisini küçümsemediğimi, ataerkiye karşı mücadele yönteminin bunlarla sınırlandırılması bakımından eleştirdiğimi ifade etmeliyim ve bu sınırlandırmanın onların perspektiflerinin ürünü olduğunu söylemeliyim) Bu sırada iktidar sıkı çalışıyordu. Türkiyeli kadınları partilerinin kadın kolları üyesi ve çalışanı haline getirdiler. Yani kadınları, kadınlara düşman bir programa sahip partiye yedeklediler. Ve bugün karşı karşıya kaldığımız büyük resimden bahsedecek olursak: Türkiyeli kadınlar yasanın çıkarılması durumunda iktidarın yanında yer alacaklar. En basitinden sessiz kalacaklar, daha da acısı bizim üstümüze “katiller” diyerek yürüyecek olanları çıkacak içlerinden! Önemli olan nokta bu sürecin bir sonuç olduğu. Ve bu sonuç kesinlikle feminist mücadelenin (örgütlenememe, dönemin gericiliği) küçük eksikliklerinden kaynaklanmıyor. Gelinen bu noktada feminist hareketin payı, onun yapısı gereği böyle bir yönelime sahip olmamasıdır.
 
Feminizm ataerkiyi anlayamamıştır. Dolayısıyla onunla mücadele kitlesel bir örgütlenme perspektifine sahip olamaz. Ataerkiyi, kadınlara düşman olan ve onların üstünden geçinen erkekler kurumu olarak adlandırmak, dolayısıyla sadece kadınların sahipleneceği bir mücadele olarak göstermek… Ataerkinin bu tanımı için buzdağının üstte kalan kısmı vurgusunu yapabiliriz. Uzun uzadıya ataerki tanımları yapmak bir başka yazıya kalsın, biz konumuza geri dönelim.
 
İktidarın son yıllarda genişlettiği saldırılar karşısında bir arada durmak, ataerkiden mağduriyet hissetmiş ve onu yıkmak isteyen herkesle bir arada durması yerine, erkekler ayrı eylem yapsın, translar ayrı yaklaşımı son derece yıkıcıdır, sonuçsuzdur ve açıkça bu görüşe destek vermek ataerkiyi, onun nüfuz alanını anlamamaktır. Feminizmin bu konuları tartıştırmama çabası ise en sevimli tabiriyle beterinden bir inattır. Bu mücadele feministlerin tekelinde değil, oluşturulan platformun ivedilikle katılmak isteyen herkese açılması gerekir. Aksi halde bu platformun tüm ekiplerinin yaptığı tarihi bir hata olarak kalacak.

Etiketler:
nefret