24/08/2009 | Yazar: Salih Canova

Yıllardır logosunun hemen yanı başında ‘Türkiye Türklerindir’ ibaresini bir gurur nişanesi gibi taşıyan Hürriyet Gazetesi’nin, tam da bu logonun altına yakışır yazarlarından Yılmaz Özdil’i okuyor m

Yıllardır logosunun hemen yanı başında ‘Türkiye Türklerindir’ ibaresini bir gurur nişanesi gibi taşıyan Hürriyet Gazetesi’nin, tam da bu logonun altına yakışır yazarlarından Yılmaz Özdil’i okuyor musunuz bilmiyorum? Keza ben kendisini ve yazılarını pek seven ‘kentli, modern, laik ve ille de AKP karşıtı’ bir kitlenin çalıştığı işyerimde, kendilerinin sözcüsü ilan ettikleri Özdil’in yazılarını oradan oraya ‘forwardlayan’ iş arkadaşlarım nedeniyle zaman zaman yazılarının muhatabı oluyorum… Maalesef! 

Özdil, ‘varlığını Türk varlığına armağan etmiş’ ve de tabii ki pek ‘laik’ vatandaşlarının sesi olarak, kendisine bahşedilen bu köşede ‘yolu AKP karşıtlığından geçsin de ne söylesem söyleyeyim’ anlayışıyla, çoğu zaman hiçbir mantık dizgesi içermeyen, ancak ‘facebook milliyetçileri’nin kurdukları manasız gruplara başlık olabilecek yazılar yazıyor. E malumunuz gündem Kürt Açılımı, AKP bir hareket planı olmasa da açılımı tartışıyor - tartıştırıyor, Özdil durur mu? Hem ‘Türkiye Türklerindir’ şiarını palazlandıracağı hem de AKP’ye öfkesini örtülü de olsa bir kez daha dile getireceği, bunu yaparken de hınzırca bir taşla iki kuş vurmayı planladığı bir güzelleme kaleme alıyor 21.08.2009 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde; ‘Al Sana Açılım’… Alalım!
 
Yazının hemen girişinde Özdil’in bir ‘sansür öykücüğü’ güzellediğini öğreniveriyor ve devam eden satırlarda da, tatilden döndüğünü, ‘Kürtçe’ başlıklı bir yazı kaleme aldığını, bu yazıyı da Kürtçe yayımlatmak istediğini okuyoruz. Ne büyük lütuf!
 
Yazı şöyle başlıyor(muş); "Kimimiz Türk, kimimiz Kürt, kimimiz Laz, kimimiz Çerkez... Yahudimiz, Rumumuz, Ermenimiz, Rus gelinlerimiz, Alman damatlarımız; uzatmayayım, ’mozaik’ derler, değiliz aslında, ’ebru’yuz, koskoca bir aileyiz... Ve ortak bir vatanımız, ortak bir resmi dilimiz var bizim; Türkçe... Bizi biz yapan."
 
Şöyle devam ediyor(muş); "Dünyaya entegreyiz; İngilizce de öğreniriz, Japonca da... Elbette, anadilini de, mesela Kürtçeyi de öğrenmek en doğal hakkıdır yurttaşların... Ama bu doğal hakkı, ’açılım’ adı altında, ’resmi dil’ haline dönüştürmeye çalışmak, bizi biz olmaktan çıkarmaz mı? ’Bizi bize yabancı’ hale getirmez mi? İki lisanlı toplum olursak eğer... Birlikte yaşamak isteyen, sorunlarını konuşa konuşa çözme iddiasında olan, ancak, birbirinin dilinden anlamayan bir toplumu, hangi tutkal bir arada tutabilir?"

Şöyle de bitiyor(muş); "Silahla beceremeyen bölücülerin tuzağına düşmemeli Türkiye... Kanın durması için teröriste bile şefkat gösterilebilir; bakarsın, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır... Fakat farklı dil, kardeşi kardeşe yabancı haline getirir ki terörden tehlikelidir."
 
Sadece bu kadarı bile içinizdeki her türlü sinir zerreciğini harekete geçirebilecek bu yazıyla ilgili Özdil’e verilecek yanıtlara geçmeden önce, böylesi lütufkar bir kardeşlik söyleminin neden sansürle karşı karşıya kaldığını da açıklayalım ki bu ‘hazin mi hazin’ gazetecilik dramını tümüyle özetlemiş olalım.
 
Özdil bu yazıyı Kürtçe olarak yayımlamak istemiş. Peki neden? ‘Çünkü kimse bir şey anlamasın da Türkçenin bizi nasıl birleştiren bir dil olduğu ortaya çıksın’  istemiş. Bu nedenle başvurduğu ve 180 TL ücret ödemeye hazır olduğu Türkiye Çevirmenler Birliği’nin bulduğu 8 yeminli Kürtçe Çevirmeni’nden hiçbiri yazıyı çevirmeyi kabul etmemiş. Bu nasıl yeminmiş? Özdil sansürlenmişmiş. Bakınız işte, gördünüzmüymüş, ikinci bir resmi dilimizin olması bizi bölermiş… vs vs vs… Bu miniminnacık bir anlam bağıntısından-kırıntısından yoksun müsveddenin özetini daha da uzatarak kimsenin canını sıkmaya gerek yok. Özdil sansürlenmiş ve bu sansür de Özdil’e göstermiş ki dil silahlardan daha bölücü bir araç olabilir(miş)! Heyhat! Ne derin, ne vurucu, ne yaralayıcı tespitler!
 
Madem öyle, madem sansür kötü bir şey, hiç sansürlemeye gerek duymadan Özdil’e iki çift laf söyleme hakkımızı kullanmamız abesle iştigal olmaz değil mi?
 
Evet, Sayın Özdil, belirttiğiniz gibi dil silahlardan daha bölücü bir araç olabilir ve bunu da, bu ülkede en iyi Kürtler bilir. Yıllardır çocuklarının adlarını bile istedikleri biçimde nüfus cüzdanlarına işleyemeyen Kürtler, bu ülkede resmi dilin nasıl bölücüleşebileceğini, kendilerini nasıl yok sayabileceğini, çocuklarının adının bile sansürlenebileceğini çok çok acı tecrübe ettiklerinden, dilin ideolojik bir araca dönüşmesi durumunda bu topraklardaki varoluşları nasıl da yok oluşa dönüştürebileceğini çok iyi bilirler. Bu manidar tespitinizden bir şeyler öğrenmesi gerekenler, barışa dair en ufak ışıktan beslenen ve açılımı, en azından Kürtçenin özgürce konuşulabilmesini savunanlar değil, başta bizzat bu yazıyı kaleme alma cüreti gösterebilen biri olarak sizsiniz! Sizin ‘hüzünlü bir meslek anısı’ olarak sunduğunuz bu, yaşadığımız topraklar ölçeğinde oldukça soft kabul edilebilecek ‘dehşetle ve ayrımcılıkla karşılaşma’ öykücüğünüz, söz konusu ettiğiniz dili kullanan Kürtlerin bizzat Cumhuriyet Tarihi’yle yaşıt yaşam gerçeğini oluşturuyor. Sansürden dem vurmak istiyorsanız epey uzun bir kuyruğun sonunda yerinizi alıp sıranızı beklemelisiniz. Ki sanırım temel insan hakları söz konusu olduğunda sıraya girmeye pek de alışık olmayan bir anlayışın temsilcisi olarak çooook beklersiniz!
 
Sevgili Melek Göregenli, Ergenekon’daki tutuklamalara ‘insanlık dışı’ sürmanşetiyle karşı çıkarken aynı günlerde gözaltındayken ölen Engin Çeber’e bir satır bile yer vermeyen gazetelere ‘neredeyse İsveç standartlarıyla gözaltına alınmanın’ neresinin insanlık dışı olduğunu, ‘insanlık’ kavramını ancak kendileri, hem de ‘İsveç standartlarında’ gözaltına alındıklarında anımsayanların insanlıktan söz etmeye haklarının olup olmadığını sormuştu bir yazısında. Şimdi aynı soruyu başka bir bağlamda Özdil’e sormak gerek; gururla temsil ettiğiniz ideolojinin yıllardır yok saydığı bir dile çevrilememenin ‘sansür’ olduğu şimdi mi geldi aklınıza? Üstelik yeminli tercümanlar her önlerine gelen belgeyi çevirmeye değil, çevirdikleri belgeyi doğru çevirmeye ‘yemin etmişken’, üstelik siz hiç de bunun böyle olduğunu bilmeyecek kadar saf değilken ve yine üstelik (parasını ödediğiniz her şeyi satın alabileceğinizi düşünerek) Kürtçeyi yok saydığınız bir yazıyı, Kürtçe yayımlamaya kalkışmaya cüret edebilirken, bu yazıyı Kürtçeye çevirmeyen çevirmenlerin size sansür uyguladığını söylüyorsunuz öyle mi? Geçiniz!
 
Siz şu meşhur ‘mozaik’ tekerlemenizde (ki bunun gerçekte ‘mozaik değil ulan, mermer!’ olduğunu bilmeyen yok), istediğiniz kadar kardeşlikten dem vurun Sayın Özdil, ama Kürtlerin artık bu masala karınlarının tok olduğunu ve sizin lütfettiğiniz hoşgörüyle değil, hak ettikleri gibi insanca yaşamak için, diledikleri gibi konuşmak için son 30 yılda korkunç bedeller ödediklerini, benzeri hiçbir yazıyı bedeli, karşılığı ne olursa olsun çevirmeyeceklerini de bilin… Siz özgürlüğü, dili, Kürtçeyi bir hak değil bir lütuf olarak görmeye devam ettiğiniz sürece Kürtler de sizi sansürlemeye devam edecektir. Sezen Aksu’yla, Ajda Pekkan’la kol kola türküler söyleyen Kürtlerin bu kardeşliği sizden neden esirgediklerini, ‘trajik sansür öykücüğünüzü’ tekrar tekrar okuyarak biraz düşünün, emin olun sorduğunuz birçok sorunun cevabını bulabileceksiniz.
 
‘Kürtçenin resmi dil olması talebi savınıza’ gelecek olursak, Kürtler, en yalın ve anlaşılabilecek biçimiyle, Kürtçenin ille de resmi dil olmasını değil, Türkiye’de yaşayan insanların istediği dilde konuşabilmesini istiyorlar ve birçok Kürt anadilinden başka dil bilmediği için de sizin o meşhur tutkaldan nasiplenemiyor, yazdıklarınızı da anlayamıyorlar. Çok olduğunuz için, az ve anlaşılmaz olduğunu düşündüğünüz kitleleri yok sayabileceğiniz, az olanı çokluğunuzla kendinize dönüştürebileceğiniz gibi gibi gibi ayrımcı söylemlerle yaşadıklarınızdan bir ‘mağduriyet öyküsü’ devşirmek yerine, birilerinin de sizi anlamayabileceği gerçeğini kavramaya çabalarsanız, elinizdeki o tutkalla bir şeyleri yapıştırmanız da kolaylaşabilir belki. Aslında bir noktada doğru söylüyorsunuz, sizin en iyi niyetinizi arz ettiğiniz zaman bile ancak bir mozaiğin içindeki renk kırıntısı kadar yaşam ve varoluş hakkı lütfettiğiniz milyonlarca Kürt ‘kardeş’inizi ne ölçüde ‘farklı bir dille kodladığınız’, bu farklı dil nedeniyle onların taleplerini ve gerekçelerini anlamaktan ne derece uzak olduğunuz, imzanızı taşıyan söz konusu yazınızdan yeterince anlaşılabiliyor… Ama önemli bir noktayı akılda tutmakta yarar var ki; Kürtler artık kimseden bu bayat sakızdan mamul kardeşlik, teyzelik, annelik, babalık baloncukları beklemeden, kimsenin hoşgörüsünün gölgesinde varoluşlarını sürdürmek zorunda kalmadan, Kürtçe konuşabilecekleri, Kürtçe yaşayabilecekleri, Kürtçe düşünebilecekleri bir dünya istiyor, anlaşılabilmek için ille de kendilerini anlamayan insanların dilinden konuşmak istemiyorlar. Bu nedenledir ki sözünü ettiğiniz o meşhur ‘tutkal’, sizin ayrımcı söylemlerinizi üretip yaydığınız modern sırça köşkleriniz, günümüz tabiriyle ‘medya tower’larınız dışında kalan dünyayı bir örnek kılmak, birbirine ‘tutturmak’ için kullanabileceğiniz bir araç olabilir, ama Kürtler bu tutkalla yapıştırılmış ağızlarından çoktan o tiner tadını sildiler ve ister kabul edin, ister etmeyin Kürtçe konuşacaklar! Ve sizin bağlamsız, manasız, ayrımcı, yazılarınızla da Kürtçeyi kirletmeyecekler!
 
Sizden ve logosunun altına yerleştiğiniz anlayıştan hoşgörü, şefkat ya da lütuf beklemeyen, sadece özgürlük talep eden Kürtler var karşınızda artık. Hoşgörünüzü ve şefkatinizi evinizdeki kedinize ayırın lütfen Kürtçe’ye değil! 


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam