08/11/2013 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Öğrenci evinden öğrendiğim tek şey, biriyle birlikte yola çıkacaksan, dayanışmayı öğrenecek ve göze alacaksın olmuştu.

Bir tarafımız Nusaybin’de öylece duruyordu bir haftadır. Ayşe Gökkan’ın ölüm orucu için çok şey söylendi ve konuşuldu. Gökkan ölüm orucunu dün sona erdirdi erdirmesine ancak devlet tüm ceberrutluğu ile Kürdistan’ın iki yakası arasına ördüğü duvarın başında katil mavisi araçlarıyla durmaya devam ediyor, önlerine aldığı Kürt çocuklarını, sosyalistleri ezmek isteyerek üstlerine sürmekte bir an olsun tereddüt etmiyor. Devlet bu ya; öldürmek istiyor.
 
Öte tarafımızda Gezi var bugün. Bir köşede gözlerini aldıkları bir yoldaşımızı yargılaya yargılaya bitiremiyorlar, diğer köşede kendi iktidarlarına en sert tekmeyi vuran direnişin en güzel, en harika öznesi olan öğrencilere saldırıyorlar. Üstelik öğrenci evleri üstünden.
 
Benimse bir yandan Ayşe Gökkan’a ve Kürt halkını sindirmek isteyen öte yandan da hem öğrencisi hem bazen de öğretmeni olarak görev aldığım üniversitelere dair bir çift sözüm var bugün.
 
Gökkan’ı hayatımda ilk kez sosyalist enternasyonalin İstanbul’daki kadın toplantısında tanıdım. Onca ileri düzey politik sıfata sahip kadının arasında bir çevirmen sıfatıyla yer alıyordum ve kültürlerin halaya durduğu o akşam en politik dersimi ya da yaşadığım en önemli tecrübeyi Gökkan sayesinde yaşadım. Gökkan’la konuşmam, hem küçücük bir parçası olmaya çalıştığım Kürt halk mücadelesinde daha da sahiplenip, o mücadeleyi Kürt dilini çok çok iyi öğrenerek sürdürme konusunda motive etmişti beni, hem de bir gün Kürdistan tüm dünyaya inat kurulduğunda bunun politikayı “çok seven” biz erkeklerin değil, devrimciliği içselleştiren Kürt kadınlarının elinde olacağına inandırmıştı. Bir parçası olduğum Kürt siyasetinin Bursa’da doğmuş bir Türkiyeli olarak bana en derinden öğrettiği şey de o inada sahip olmanın gerekliliğiydi.
 
İkinci anlatacağım konu ise bir öğrenci evinden. Her üniversiteli gibi benim de öğrenci evi anılarım oldu ancak, ne yazık ki biz öğrencilik yıllarımızda evde silahlı eğitim yapmak yerine tüpü uzun süre yıkanarak bitiren ve sonra alınacak tüpe de para vermeyen arkadaşlarımıza küfür ederek geçirdik zamanımızı. O evde oturup uzun uzun siyasi konuşmalar da yaptık, soğuk suda ellerimiz kızarana kadar bulaşık ve çamaşır da yıkadık; ancak sanıyorum ki çoğu öğrenci evinde olduğu üzere, hiç ama hiç, onursuzlaşmadık. Örneğin bizim evimizde kimse bir çocuğa tecavüz etmeyi aklından geçirmedi, oysa her biri o öğrenci evlerine saldıran çok takım elbiseli beylerin “hatır sahibi” tanıdıkları bugün tecavüz edip üstüne devlet tarafından korunuyorlar.
 
Öğrenci evinden öğrendiğim tek şey, biriyle birlikte yola çıkacaksan, dayanışmayı öğrenecek ve göze alacaksın olmuştu. Ama kalleşçe bir dayanışmayı değil, bize yakışan türde dayanışmayı. Örneğin biz şirket sahipleriyle değil, o gece sevgilisiyle ayrıldığı için ders çalışamayan arkadaşıyla, ailesiyle kavga ettiği için evinden atılan kadın arkadaşımızla dayanışıyorduk o evlerde.
 
O evlerden herhangi birinde birkaç yıl geçiren insanlar için o evlerin anlamı başkadır. İşte bu yüzdendir bugün bir üniversiteli arkadaşım, öğrencim vesaire, her kimse bir öğrenci evine çıktığımda aklıma gelen Bakanların ve Başbakanların aksine, eve “kadın getirip getirmedikleri” değil, kışın nasıl ısınacaklarıdır.
 
Biz Rojava’nın dev ateşinde de o küçücük öğrenci evlerinin de ateşlerinde bu halkı ısıtmaya talip olanlarız.
 
Peki siz neye talipsiniz?
 
Bize tecavüz etmek, bizi taciz etmek dışında neye muktedirsiniz?

Etiketler:
İstihdam