03/01/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Bir süredir Türkiye’de süregelen tutuklamaların doğasına yönelik bir analiz yapalım. Ergenekon, Devrimci Karargah ve KCK davaları etrafında yapılan tüm bu operasyonların medyada işlenişi genellikle iki yönlü bir meşrulaştırma mekanizmasına çarpıyor. İktidar, gözaltına aldığı insanları ‘terörize’ ederek ‘örgüt üyeliği’ ile suçlarken, muhalifler iktidarla söz birliği etmişçesine şu savunmayı yapıyorlar: ‘Onlar terörist değil, gazeteciydi!’

Bir süredir Türkiye’de süregelen tutuklamaların doğasına yönelik bir analiz yapalım. Ergenekon, Devrimci Karargah ve KCK davaları etrafında yapılan tüm bu operasyonların medyada işlenişi genellikle iki yönlü bir meşrulaştırma mekanizmasına çarpıyor. İktidar, gözaltına aldığı insanları ‘terörize’ ederek ‘örgüt üyeliği’ ile suçlarken, muhalifler iktidarla söz birliği etmişçesine şu savunmayı yapıyorlar: “Onlar terörist değil, gazeteciydi!”
 
Bu duruma ilişkin analizi yaparken, kurunun yanında yaşı da yakanlara bir muhalefet anlayışını da eleştiriye tabi tutmak şart. Maksat hiçbir biçimde bir eylemci grubunu karalamak yahut kırmak değil; maksat yeni bir eylemlilik anlayışının oluşturulması için bir temel düşünce ortaya koyabilmek.
 
Özgür basın kuruluşlarına saldırının temelindeki operasyondan başlayalım. Hükümetin önde gelen isimlerinden Beşir Atalay’ın cümlelerine döneim: “KCK operasyonlarının hepsi koordinasyon içinde tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir.” Muhalefet olukça zor bir iştir. Her şeyden önce kendinizi muktedirin kendi ideolojik kavramsal alanından uzaklaştırmanız gerekir. Sadece bu şekilde, yani bir uzaklaşmayı mümkün kılarak üretilecek muhalefet, dışarıdan bakıldığında ‘reaktif’ görünmeyen, dolayısıyla iktidarın hakimlerin hukuku aracılığıyla pekiştirdiği soruşturma sürecinde özgün bir yapıyı mümkün kılar. İşte tam bu noktada KCK operasyonlarında her gün onlarca insan gözaltına alınırken susup, bir şekilde işin ucu gazetecilere dokununca “Özgür basın susturulamaz,” demek açık bir iktidarın savunma alanında muhalefet yapma tedirginliği ve yanlışı oluyor.
 
Siyasi tutsakların tamamı gazeteci olsaydı bile, mesleki bir fetişizm etrafında yapılacak her türlü savunma, bu tür bir sivil toplum muhalefetini yanlış kılardı.
 
Öyle ki, bugün KCK tutsaklarının içeride olmasıyla DİHA muhabirlerinin içeride olmalarının ve muhtemelen çoğunun serbest bırakılmayacak olmasının sebebi ‘gazetecilik’ değil, bu ülkede muhaliflerin bile dile getirmekten korktuğu bir varoluş olarak Kürtlüktür.
 
Devlet, her şeyi terörize eden mantığında Kürtlüğü çoktan terörize etmiş, Kürtlere karşı gizli ya da açık ‘fobileri’ olanlarla birlikte Kürtlerle mücadele etmekten geri durmayan kimi insanları da bu algının içerisine hapsetmiş ve “iyi kürt, kötü kürt” ayrımını devreye sokmuştur. Bu “iyi kürt, kötü kürt” ayrımına ilişkin Özge İspir’in “Vicdan Pornosu” isimli yazısına başvurabiliriz. Bugün operasyonlara karşı yürüyüş yapanların ortaya koyduğu muhalefet biçimini göz önüne aldığımızda, olan bitenin asıl okumasının bu tarz organizasyonların, devlet terminolojisinin etrafında şekillendirilen bir muhalefet biçimi oluşturduğunu, Kürtlüğün terörize edilmesine katkıda bulunmasalar da ilgili konjönktürün kırılması için çaba sarf etmediklerini görebiliriz. Tam bu noktada İspir’in, arabulucu olarak STK’lerin konumuna da eşleyebileceğimiz o eşsiz ‘üsttenci’ aydın durumuna bakış atmakta fark var.
 
Arabulucular olarak aydınlar da gürültüden rahatsız olduğu için ivedilikle kapı ve penceleri kapatıp, perde arkasından kaçamak bakışlarla birilerini göreve çağıran dedikoducu komşulara dönüşüyor.Bu durumdan kurtulabilmek için öncelikle devletin şiddeti tekelleştiren bir mekanizma olduğunun hatırlanması, bunun yanında Kürt Hareketi’nin, sevgisiz bir evlat isyanı olmadığını, devlete, normlara ve rejime kafa tutan yıkıcı ve örgütlü bir hareket olduğunun kabul edilip hakkının teslim edilmesi gerekiyor. (1)
 
Arabuluculuk işlevi tam da bu noktada muhalefet olmanın aynı zamanda yeni bir strateji gerektirdiğini, reaktif stratejilerin devletle devletin sahası dışında konuşamamak anlamına geldiğini görememek anlamına geliyor. Kısacası, objektivizm ve ‘ifade özgürlüğü’ bağlamında Kürt sorununu ele aldığımızda, entelektüelin işlevini yitirdiğine açıkça tanık oluyoruz. Dahası, bir halk hareketinin meşruiyetini sivil toplum mekanizmalarına borçlu olamayacağı gerçeğini bir kez daha kabul etmeliyiz.
 
Mahkumların Beyazlaştırılması
Bugün Kürt hareketi, hiçbir biçimde meşruiyet ya da anlamını, İstanbul’dan gelen ‘yardım eli’ne borçlu değildir; ancak şu da gerçektir ki, mahkumların beyazlaştırıldığı, operasyon süreçlerinde, bazı mahkumların diğerlerinden daha masum gösterildiği bir süreçten çıkacak olan tek şey yine ‘esmerlerin’ mahkumiyeti, destekçileri beyazların da salıverilmesi olacaktır.,

Bugün siyasi tutsakların tamamı, devletin tutsağı durumundadır. AKP’nin uygulamaya koyduğu TMK çerçevesinde, birilerini katil ilan eden hukuğun diliyle ortaya konacak muhalefet de Kürt hareketine yoldaş olma vasfını yitirir. Bugün, yapılması gereken KCK ve Devrimci Karargah operasyonlarındaki tutsaklarımızın tamamını sahiplenmek, hepsinin özgürlüğüne emek vermektir.
 
Aksi halde, beyaz bir siyaset gütmenin bize bir yararı olmayacağını ve eylem birliği yaratmayacağını görmek için ‘süper zeka’ olmaya gerek yok.
Not: Bu yazının hazırlandığı süreçte Uludere Katliamı henüz gerçekleşmemiş, 35 gazeteci bir günde gözaltına alınmamıştı; ancak bugün görüyoruz ki gazeteciler tutuklu durumda ve devlet “Kürtlerin görüldükleri yerde öldürülmesi” konusunda hemfikir. Arınç’ın açıklamaları ne olursa olsun bu ülkede Kürtlerin sert bir ayrımcılığa tabi tutulduğu ortada. Bir yandan da Radikal muhabiri Serkan Ocak’ın (Uludere’de Türk basını kendisini kahraman ilan etmişti) Kürtler’den Türk askerinin ‘işgalci’ olduğunu duyduğunda verdiği sert ve ‘olağan’ türk tepkisi de gelince, yazı anlamlandı. Tam bu noktada bu yazı, herhangi bir eylem grubunu doğrudan eleştirmek adına değil, Kürtlüğün terörize edildiği süreçte ortaya konan muhalefet biçiminin kısırlığına vurgu yaparak yeni bir biçim önermek amacıyla yazılmıştır. Türklük ve Kürtlük arasında bir yerde…
Not 2: Robert Capa’nın savaş gazeteciliğini anlattığı bu fotoğrafa iyi bakın, ‘savaşı iyi aktarmak’ savaşın ve savaşın fotoğraflanmış hâlinin gerçeği yansıtması anlamına gelmez. Savaşın ideolojik bir içerikle güçlendirilerek savaşın nedenlerini, sonuçlarını ve savaşın ne uğruna verildiği yahut nelere mal olduğunu anlatmak şarttır. 
 

Etiketler:
nefret