27/01/2010 | Yazar: Ece Dorsay

Norveç’ten counrty, caz, elektronik rüzgârı estiren kadife vokalli Beady Belle grubu ve İngiltere’den müzisyenleri sürekli değişen ama beyni aynı kalan Incog

Norveç’ten counrty, caz, elektronik rüzgârı estiren kadife vokalli Beady Belle grubu ve İngiltere’den müzisyenleri sürekli değişen ama beyni aynı kalan Incognito adlı funk-caz-soul grupları bu sıkıcı kış mevsiminde biraz olsun içimizi ısıtmak için buradalar…


Biyografilerinden kısaca alıntılamak gerekirse:  Beady Belle, üniversite yıllarından beri çeşitli projelerde birlikte müzik yapan Beate S.Lech ve Marius Reksjo tarafından kuruldu. Beate 1999 yılında Bugge Wesseltoft’un plak şirketi Jazzland Records ile albüm yapmak üzere anlaştı.   Birlikte ortaya çıkardıkları bu projeye Beady Belle adını veren ikli, bu yoğun çalışmanın sonunda ortaya çıkan ilk albümlerine ‘Home’ adını verdiler ve albüm 2001 yılında Jazzland Records etiketiyle yayınlandı. Beate’in şarkıların mimarisini oluşturmadaki ustalığı ve söz yazarlığındaki becerisi ile, Marius’un ritm ve harmonideki zekâsının biraraya gelmesiyle oluşan bu albüm, jazz, pop, tekno, drum’n bass ve ambient gibi soundları bünyesinde barındırıyordu. 

Güzel vokalistin ses rengi bana Norah Jones’dan daha etkili geldi. Bu tarz bir projenin biraz daha rock’a yakın olanı hep kafamda vardı ama gerçeklestirecek ekibi bulmak kısmet olmadı. Şimdilerde Kanadalı bir elektronika grubuyla projemiz var ama sürpriz olsun…

Bu tarz sentezler için güzel bir ekip gerek veya kayıt işlerini tamamen üstlenmek gerek.

Ülkemde en elzem olan, her şeyi cesurca üstlenebilmek galiba… Kafamda çok proje var ama bakalım yeterli motivasyon olacak mı…

Sayıca kalabalık ve elemanları sürekli değişen İngiliz caz-funk topluluğu Incognito, 1979’da ilk albüm kayıtlarına başlarken, tüm müzikseverler tarafından Bluey olarak da tanınan Jean-Paul Manuick, ses mühendisinin yanında oturup müzikle ilgili gerçekleştirilmesi neredeyse imkânsız olan düşüncelere dalarak projesinin uzun soluklu olmasını ümit etmişti. Şimdi 2005’teyiz ve geçtiğimiz sene 10. stüdyo albümleri olan ‘Adventures In Black Sunshine’ (‘Siyah Güneş Işığında Maceralar’) ile 25. yıllarını kutluyorlar... Bireysellikten uzak bir müzik yaptıkları aşikâr. Benim bu grubu tanımam çok ilginç bir şekilde oldu.

2003 yılında Londra’da bas gitar eğitimi alırken, goth ve punk’ların ortamı Camden Town’da ikinci el bir Marcus Miller Fender Caz Bas gitar buldum. Meğer sahibi Incognito’nun bas gitaristi Rany Hope Taylor imiş. Üstelik bu isim daha evvel Jeff Beck gibi bir blues devine çalmıştı. Bu bas gitarın şanslı sahibi oldum.

Bahsettiğim bu ilginç isimlerin konserlerine gitmek istiyorum ama bakalım bana eşlik edecek kimse olacak mı… Biletlere para harcamak istemeyenlerin çoğunlukta olduğu zor koşullarda, davetiye bulsak diye soran çok olacak tabii…. Konsere gitmek benim için bile lüks olduysa elbet normal böyle sorular… Uzun zamandır da beni yerimden kaldıran bir konser olmadı sanki… Aslında şehrimizde o kadar çok konser oluyor ki, bazı önemli isimler sessiz sakin geçiyor yakınımızdan… Haberimiz bile olmadan… Örneğin ben Antony and The Johnsons konserinden bihaber olduğum için kaçırmıştım. Facebook’um da yoktu o zaman, duyurular da yetersizdi… Şimdiyse ‘event’ yani ‘etkinlik’ sayfaları o kadar yoğun ki önemli gruplar arada kaynayabiliyor. Bir bakmışsınız  gitmeyi planladığınız konserin tarihi geçmiş bile… Bazen sahte konser ilanları arasında kaybolmuş oluyor. Evet bazı deliler, yaygara koparmak için büyük grupların geleceğini ilan edip sonra ‘kandırdık’ yazıyorlar.

Galiba biraz silkelenip eski günlerdeki konser ve mekân kıtlığını hatırlamalıyız ve krize rağmen İstanbul’da şu ara ne kadar çok mekân ve konser olduğunu fark edip sevinmeliyiz, şükretmeliyiz, ne yapıp edip birkaç konsere gitmeliyiz, ruhumuzu biraz olsun dinlemek adına… Canlı müziğin tadına varmalıyız….


Etiketler: kültür sanat
nefret