27/04/2016 | Yazar: Ali Erol

Yaşanan muhafazakâr tepkileri, LGBT taleplerinin siyasi alana nüfuz etmesi olarak değerlendirmek lazım. Haliyle bir çelişki bulunmuyor!

Yaşanan muhafazakâr tepkileri, LGBT taleplerinin siyasi alana nüfuz etmesi olarak değerlendirmek lazım. Haliyle bir çelişki bulunmuyor!

Laik sistem ile İslam dininin hegemonik kanadı politik hayatta çatıştıkları halde diğer dinler ve dinsel yaklaşımlar karşısında ortaklaşmış ve karşılıklı birbirlerini kollamışlardır. Aynı ortaklık eşcinselliğin kamusal alandan kovulmasında da kendini göstermiş, laik sistem ile İslam dininin hegemonik kanadı eşcinselliğe varoluş hakkı tanımamışlardır. Din, eşcinselliği dışlarken aynı din ile arasına mesafe koyması gereken laik sistem, Diyanet İşleri Başkanlığı ile eşcinselliğe karşı hoşgörüsüzlüğün üretilmesinin, sosyal ve bireysel hayatlardan kovulmasının maddi zeminini yaratmıştır.


Çoğunluğu üniversite öğrencisi ve genç işçilerden oluşan sıradan eşcinseller olarak yirmi yıl önce Ankara’nın göbeğindeki bir parkta birbirimizi bulmuştuk. Ardından ev toplantılarına taşıdığımız örgütlenme sürecimizde “bu toplumda sadece heteroseksüeller yaşamıyor, biz de varız!” diyerek, eşcinseller olarak ortaya çıktığımızda, ilk itiraz sesleri eşcinsel camiadan gelmişti. Ne yapıyorsunuz; gey-lezbiyen olarak ortaya çıkmak, üstelik bir de gey-lezbiyen dergisi çıkarmak, bu memlekette zor iş; hiç olmazsa Avrupa Birliği’ne girmeyi beklemeliyiz diyordu çoğu arkadaş.

Aslında bu tanıdık tepki kişisel bir kaygıdan ibaret değildi! Bizim en başından karşı çıktığımız politik bir yaklaşım ve analiz tercihi olarak da karşımıza çıkabiliyordu. Misal bir dönem Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreterliği yapmış olan Irene Khan da, Türkiyeli gey ve lezbiyenlere, dışardan ama aynı şekilde “Türkiye’de işiniz zor” diyebiliyordu…

Zorunlu heteroseksüellik dayatmasıyla özgüven ve onuru gasp edilmiş, gey-lezbiyen varoluşlarını gerçekleştirmelerinin maddi ve manevi olanakları ellerinden alınmış eşcinselleri anlamak mümkün. Peki ya işimizin zor olduğunu düşünen heteroseksüel dostlarımıza ne demeli? İçerden ve dışardan işimizin zor olduğunu söyleyenler gerçekte ne demek istiyorlar? Hayatınızı benden uzakta kurduğunuz sürece karışmam ancak toplumun gey-lezbiyenlerin özgürlüğü yönünde de değişmesi ve dönüşmesi için kılımı da kıpırdatmam... Kendi mahsulümüz popüler kültürün üç beş imgesiyle ve heteroseksüel erkek egemen sistemin tasarladığı şablonlarla taşrada, metropolde; akademide, medyada idare edip, yaşayıp gidiyorduk; gey-lezbiyen kimliği ile işiniz çok zor çook... Türkiye bir İslam ülkesi, müslüman bir toplumda gey-lezbiyen olarak var olmak mümkün mü... Hele ki Batı’dan bakıldığında...

Türkiye Cumhuriyetinin kendisini “laik” bir sistem olarak kurduğunu hatırlayarak sürecin nasıl geliştiğine bakalım öyleyse. İlk tespitimiz laikliğin politik kurgusu ile uygulamanın devlet-din ilişkilerindeki tezahürlerinin hep “çatışma” olarak kendini gösterdiği olacaktır.

İslam Dininin hegemonik kanadının “laik sistem” ile çatışmasının, dinin sosyal ve kültürel hâkimiyetine karşın politik hayatta yeterince ve doğrudan söz hakkı bulamamış olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Laik sistem, tanımı gereği din ve devlet işlerini ayırdığını beyan ederken dini kontrol etmekten ve yönlendirmekten geri durmamıştır. Baskılandığını ve engellendiğini söyleyen İslam’ın hegemonik kanadının toplumdaki farklı İslami yorumlara, Müslümanlık haricindeki dinlere ve diğer dini yaklaşım ve pratiklere karşı bizatihi baskı aracına dönüşmesine ve engelleyici eylemler geliştirmesine laik sistemin kurumları seyirci kalmayı tercih etmiştir.

Laik sistem ile İslam dininin hegemonik kanadı politik hayatta çatıştıkları halde diğer dinler ve dinsel yaklaşımlar karşısında ortaklaşmış ve karşılıklı birbirlerini kollamışlardır. Aynı ortaklık eşcinselliğin kamusal alandan kovulmasında da kendini göstermiş, laik sistem ile İslam dininin hegemonik kanadı eşcinselliğe varoluş hakkı tanımamışlardır. Din, eşcinselliği dışlarken aynı din ile arasına mesafe koyması gereken laik sistem, Diyanet İşleri Başkanlığı ile eşcinselliğe karşı hoşgörüsüzlüğün üretilmesinin, sosyal ve bireysel hayatlardan kovulmasının maddi zeminini yaratmıştır.

Dini yaklaşımların iddia ettiğinin tersine eşcinseller yekpare bir topluluk olmayıp dinsel cemaatler dâhil toplumun her kesiminde var oldukları bilinmektedir. Böyle olması bir yana eşcinsel var oluşun görünür olmasını sağlayan ve son 20 yıldır kamusal hayatta söz hakkı talebini dillendiren Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans (LGBT) sivil toplum örgütlerinin bileşenleri de dinsel ve inançsal çeşitliliğe sahiptirler. Tam da bu noktada LGBT topluluk, hem dikey hem de yatay ilişkilerde dinsel özgürlükler tartışmalarına temas etmektedirler. Bileşenlerinin sahip olduğu dinsel çeşitlilikten dolayı yatay temasta olan LGBT topluluk, İslam dininin hegemonik kanadının özgürlükçü olmayan yaklaşımlarının şekillendirdiği dikey temasta ayrımcı uygulamalara ve sosyal dışlanmalara maruz kalmaktadır.

LGBT sivil toplum örgütlerinin insan hakları alanında geliştirdikleri eleştirel yaklaşım ve İslam dininin hegemonik kanadına dâhil olsalar bile politik ve kamusal hayata katılmaları engellenen kadınların maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı durmaları, dinsel özgürlük tartışmaları taraflarının kayıtsızlığını açık etmiştir. Bu kayıtsızlığın sürdürülemezliği insan hakları alanında çalışan yaygın örgütleri tartışmaya sevk etmiştir. Söz konusu tartışmaların sadece LGBT topluluğun özgürlüklerinin diğer özgürlüklere ve insan hakları mücadelesine dâhil edilip edilmeyeceği noktasında kalmayacağı görülmektedir. Bu tartışmaların, İslam dininin hegemonik kanadının politik eleştirileriyle yetinmeyip diğer dinsel yaklaşımların (Aleviler, Hıristiyanlar, Ateistler…) taleplerinin de dinsel özgürlükler tartışmasına dâhil edileceği bir süreci beraberinde getirmesi beklenir.

Azınlık dinlerinin henüz eşcinsel varoluşa dair yaklaşımlarındaki muğlaklık, maruz bırakıldıkları baskıların ve engellemelerin sürekliliği ve beraberinde gelen kırılgan yapılarından dolayı anlaşılabilir. Benzer baskılara maruz kalan Alevi toplumunun son yıllarda geliştirdikleri özgürlükçü yaklaşımlar, dinsel özgürlüklerin sadece kendi dini için değil ayrımcılığa karşı bütünsel bir özgürlük talebine dâhil edilebileceğini göstermesi söz konusu dinsel özgürlükler tartışmasının yeniden şekillendirilmesinde politik ve yöntemsel bir olanak sunabilmektedir.

Gelinen aşamada dinsel özgürlük tartışmaları, farklı inanç özgürlüklerini baskılamayacak, sosyal ve medeni özgürlüklere dinsel bir temelden kısıtlama ve dışlama geliştirmeyecekleri şekilde insan hakları alanında yürütülmelidir. LGBT toplumunun, feminist kadın hareketinin ve özgürlükçü muhalif çevrelerin yaklaşımı hep bu yönde olageldi. Onca politik baskıcı ve muhafazakâr gelişmeye karşın sevindirici olan o ki Kürt Özgürlük Hareketi, Alevi toplumu da özgürlükçü bir dönüşümle Türkiye toplumunun monoblok bir kültür ve siyaset yapısına sahip olmadığını ortaya koydu. Aynı zamanda LGBT örgütleri ve feminist kadın hareketinin de başörtülü kadınları dışlamak bir yana birlikte özgürleşmeye davet eden çabaları da etkileşimi pozitif olarak besleyegeldi. Bu sürecin sonunda özellikle Gezi Direnişi ile iyice görünür olan bir gelişme ise hegemonik İslami kesimin içinden çıkan ve kendilerini Anti-Kapitalist Müslümanlar olarak adlandıran bir yaklaşımla hakim Müslümanlığın da yekpare olmadığı bir kez daha anlaşıldı. Latin Amerika’nın Kurtuluş Teolojisini akla getirebilecek bu yeni çıkış ile Türkiye’deki muhalif kesimler ile laik kaygılı kesimler de Müslümanlığın resmi Diyanet ile AKP iktidarının yaklaşımlarından ibaret olmadığını görmüş oldular.

AKP her ne kadar on yılı aşkın bir süredir iktidarda bulunsa da tüm bu gelişmeler ve özellikle Meclis’teki iki ana parti olan laiklik savunucusu Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Kürt özgürlük mücadelesinin temsilcisi Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Kaos GL’nin başlattığı ve tüm LGBT örgütlerin ortaklaştığı “anayasal tanınma” talebini benimsediler. Aynı şekilde LGBT örgütlerinin anayasada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliği talepleri CHP ve BDP ile birlikte başta kadın örgütleri, iki büyük işçi ve memur sendikası ve sivil toplum örgütleri tarafından da benimsendi. Akademik platformlarda, medya geniş yer bulan anayasal tanınma talebine sadece AKP ile muhafazakâr sivil toplum örgütleri karşı çıktı. Hal böyle olunca İslamcı ve muhafazakâr diye bilinen AKP iktidarı “eşcinsellik günahtır” yaklaşımı yerine “eşcinsellik hastalıktır” ve aile kurumuna tehdittir diyen bir karşı politika geliştirmek durumunda kaldı!

Politik olarak hakim olan bir partinin medet umduğu yaklaşım bu iken, Kuran şöyle diyor, İslam böyle yaklaşıyor öyleyse Türkiye toplumunda LGBT’lerin günlük sosyal kültürel hayatları korkunç olmalı gibi bir panoramik resim doğru bir tasvir olmayacaktır! Elbette LGBT bireyler yaşadıkları kültürel ortamlara göre kendi kimlik gelişimlerinin ilk evrelerinde şimdi ben ne yapacam, bundan böyle nasıl bir hayat yaşayacam çatışmalarına “acaba günah mı?” kaygısını da katıyorlar. Aşırı dinciler ve muhafazakârlar eşcinsellerin de imanlı olabileceğine lütfetmeseler de, hatta kendi siyasi kültürel çevrelerinden dışlasalar da tabii ki bugün LGBT toplumu üyelerinde her türden çeşitlilik mevcut. İşte başta o çatışmayı yaşayan eşcinsellerin çoğu kendi dengesini kuruyor hem Müslüman hem de eşcinsel olunabileceği ile barışıyorlar. Kaos GL Derneği olarak da bizim politik yaklaşımımız ise siyasi aktörlere ve kurumlara yönelik “aradan çıkın” şeklinde oluyor. Siyasi bir müdahale olmadığı sürece herkes gibi LGBT bireyler de hem kendi içlerinde hem de aileleriyle ilişkilerinde dengelerini kuruyorlar ve olası çatışmalar “İslam inancı” üzerinden değil “el alem ne der” üzerinden yaşanıyor. Diğer taraftan LGBT örgütlerinin özgürlükçü mücadeleden ve dayanışmadan taviz vermemeleri ile sivil toplumda İslami insan hakları örgütleri gibi yapılar hakim olamadılar. Böylesi bir sosyal ve kültürel ortamda LGBT toplumu üyeleri arasında nasıl ki dini inanç olarak hayatından tamamen dışlamış olanlar olduğu gibi inanıp ritüelleri yerine getirmeyenlerle birlikte eşcinsel kimliğini rasyonelize etmek için kendisini Müslüman olarak tanıtan bir heteroseksüelden daha abartılı yaşayanlar da görülüyor. Çoğunluk ise “Allah beni böyle yaratmış” demeyi tercih ediyor! Eşcinsel ilişki veya kendisini eşcinsel olarak görmeyen erkeklerin trans kadınlarla ilişkileri normal yaşanırken bu insanların takıldığı mekânlar Ramazan aylarında mola verir ve bayramın hemen ertesinde herkes yine muhabbetine bakar!

AKP iktidarı her ne kadar Türkiye’yi muhafazakâr bir ablukaya almaya çalışsa da özellikle son Gezi Direnişi ile bu politikaların toplumsal karşılığının zor olacağını herkes tecrübe etmiş olmalı. Bu zorluk sadece geleneksel Kemalist laik reaksiyondan değil asıl olarak başta Aleviler ve Kürt Özgürlük Hareketinin varoluşu ve elbette kadın hareketi ile LGBT hareketinin pes etmeyecek olmasından söz konusu politikaların toplumsal karşılık bulması zor olacaktır.

LGBT’lerin görünürlüğü Kaos GL ve diğer örgütlerin sakin ama kararlı mücadeleleri ile gerçekleşti. Kapalı bir topluluk olmak yerine daha en baştan “eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” şiarıyla yola çıkan Kaos GL kapalı LGBT bireylerin özgüvenlerini yükseltme ve özsaygılarını geliştirmek için yıllarca çalıştı. Bir yandan da yatay toplumsal ağlarla sivil toplumun her kesimine, sol muhalif kesimlere, Kürtlere ve Alevi örgütlerine ve tabii ki sendikalara ulaşmak için mücadele ettik. Akademi ve medyanın LGBT varoluşları ve hak mücadelelerini doğru ele almaları ve sunmaları için de aynı şekilde adım adım çalıştık. Başta feminist kadın hareketi olmak üzere toplumsal dayanışma geliştikçe LGBT’lerin farklı alanlarda ortaya çıkmaları da gelişti. LGBT bireyler olarak sosyal, kültürel, ekonomik, entelektüel statülerimiz ne olursa olsun toplumdan kaçtıkça, yaşam alanlarımızda saklandıkça homofobik baskı ve şiddete daha fazla maruz kaldığımızı hepimiz tecrübe etmiştik. Haliyle adım adım ortaya çıktık. Herkes açılmak zorunda değil ama Kaos GL olarak her zaman açılmayı ve görünür olmayı savunduk. Üniversite kampüslerinde, 1 Mayıs, 8 Mart ile savaş karşıtı mitinglerde gökkuşağı bayraklarımızla ortaya çıktık. Görünür olmamız bir yandan medyayı, sivil toplumu ve akademiyi dönüştürürken diğer taraftan elbette beklediğimiz gibi çatışma alanlarını da görünür kıldı. Yani aslında sırf eşcinsel olduğumuz için çalışma hayatında, eğitimde, sağlıkta ayrımcılığa uğradığımız da görünür oldu. İfade ve örgütlenme özgürlüğümüzün olmadığı da görünür oldu! Dolayısıyla mücadelemizin son on yılı da tam da bu ortaya çıkan çatışmaları yönlendirmek, eşitlik ve özgürlük taleplerimizin siyasi alana taşınmasıyla geçti. Yaşanan muhafazakâr tepkileri tam da söz konusu LGBT taleplerinin siyasi alana nüfuz etmesi olarak değerlendirmek lazım. Haliyle bir çelişki bulunmuyor!

Şüphesiz ki geleneksel dini siyasetlerin hâkim olduğu toplumlarla hele ki daha da şiddetlisi Evangelik homofobik nefret politikalarının nüfuzu altındaki toplumlarla karşılaştırdığımızda Türkiye’nin LGBT’ler açısından daha nefes alınabilir bir siyasi ve sosyal atmosfere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye LGBT hareketi birçok ülkeden farklı olarak en baştan siyasi iktidardan talepte bulunmak yerine öncelikle toplumsal hayatta yatay ağlar yoluyla müttefikler oluşturdu ve sivil toplumu dönüştürdü. İkinci aşama olan siyasi iktidar ile diyalog ve çatışmaya geçerken ise hareket elini güçlendirmiş ve LGBT bireylerin rahat edeceği ortamlar ve ilişki ağları geliştirilmişti. Tabii ki bazı İslam ülkelerinde doğrudan cezalandıran bir hukuk ile karşılaştırıldığında Türkiye Cumhuriyetinde baştan beri bir inkâr olsa da doğrudan cezalandırma politikasının olmadığını da akılda tutmak lazım.

Bu metin 2013 yılında hazırlandı.


Etiketler:
İstihdam