25/06/2020 | Yazar: Seyhan Arman

Bu "fark" biraz fazla gelmişti "normal insanlara". Gece yine bir şey demezlerdi de gündüz hiç olmamıştı.

Let's Go Bebek Abla Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

16 yaşında bir kız çocuğu salınıyor Atatürk Parkı’nda. Resmî olarak çocuk ama kendisine ve yaşatılanlara göre çok çok büyük. Geçen yıl katıldığı bir doğum günü partisinde, kendi gibi olanlarla "eğlendiği" gerekçesi ile 5 gece Ahlak masasının misafiri olarak Adana Emniyeti nezarethanesinde bir takım "ucubelerle" zaman geçirdiğinde de çocuk sayılmıyordu zaten.

Koskoca ahlak masasından iyi bilecek değiliz; çocuk olsa çocuk masası, kadın olsa kadın polisler ilgilenir bu "ne idüğü belirsiz" misafirle. Gaspa uğradığında, emniyetin minderli odasında iri yarı bir adam tarafından zumzuğu yemezdi suratına kadın olsaydı. Kadınlar çiçektir ve çiçekler bir minderden öbür mindere tekmelenmezler değil mi? Çocuk desen çocuk değil, kadın desen kadın değil. “Tamam kabul ediyorum, ben bir erkeğim." dese; o da değil. Olsa olsa erkekliğin yüz karası olur bu aşırı zırıl insan kişisi.

Ay pardon insan dedim, yanlışlıkla oldu ay abartmayın. İşte bu “şey bireyi”, ney bireyiydi o zamanlar hatırlamıyorum ama yaşayamadığı kadınlığını ne yapsa nasıl etse de yaşasa bilemiyordu. Ancak Spice Girl ayakkabılar giyerek ruhunu tatmin ediyordu. E tabii bu tatmin Atatürk Parkı’nda salınan akranlarını ve gömleklerinin içine giydikleri "erkek atletinin" askısını omuzundan düşürerek dünyaya meydan okuyan ablalarını bile şoka uğratıyordu. Baktı bu ne idüğü belirsizlik Çukurova’ya dar geliyor, başkentte kendi gibi olanların yanında şansını denemeliydi. Tabii köklü bir değişiklik mümkün değildi şimdilik. Bir nevi staj, küçük bir nefes alma olabilirdi ancak.

Aslında biraz akılsızdı. Kendisine bahşedilmiş "erkek gibi davranılmanın avantajları" yerine, her daim ezilmiş, yok sayılmış, ikinci plana itilmiş kadınlığı "heves" etmişti. Gelecekte 8 Mart’lar bile dar gelecekti kadınlığına ama anlayamadı işte akılsız.

Taşı toprağı altın değildi belki ama büyük şehirdi, başkentti Ankara. Kesin anlardı kendisine sığınmış küçük bir kızın halinden. Otobüs Gölbaşı’na girdiğinde bir türkü tutturdu "Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak. Türkü müydü yoksa marş mı? Pek önemi yoktu, aslında özel bir anlamı da; bildiği tek Ankaralı şarkıydı.

AŞTİ'de otobüsten indiğinde gözlerine inanamadı. Kendisini karşılamaya gelen arkadaşı "kadınlığına" kavuşmuştu.  Daha iki ay önce İnönü Parkı’nda birlikte dayak yediği, aynı Spice Girl ayakkabısından giydiği, Midnight birahanesinde beraber salındığı arkadaşı  resmen kadın olmuştu. Saçları beline kadardı arkadaşının.

-Ayyy inanmıyorum peruk mu aldın?

diye yüksek sesle sevincini dile getirince azarlayıverdi arkadaşı.

-Sus kız kezban.

dedi. Biraz bozulsa da bu dediğine,  takside eve giderlerken sarılınca arkadaşı, geçti  kızgınlığı.

-Lubunya çok güzel olmuşsun, birisi bana gösterse bak bu Murat Can dese inanmazdım vallahi.

-A kör lubunya, bak bakalım karşında Murat Can mı var? Duygu adım Duygu!"

diye gururla attı saçlarını arkadaşı.

Atanmış isim konusunun akademik tartışmalara konu olmasına daha yıllar vardı ama konu tam olarak buydu.

-Kız benimki de Banu olsun, tam orospu ismi.

dediğinde taksici bile güldü; hiç kimse bu cümle orospufobik mi diye tartışmaya açmadı. O günlerin tartışmaları daha net ve tartışması kısa süren şeylerdi.

Küçük Esat’da kot 2 deki eve geldiklerinde önce apartmana şaşırdı. Adana'da evler yukarıya doğruydu ama burada tam tersi. Üç kat aşağıya inip evin bol dantelli  salonunda Boksör Sevim Abla’sına "Merhaba abla." dediğinde cevap alamayınca bile anlamadı bazı kadınların hiyerarşiye önem verebileceğini. Ankara'nın göbeğinde bir köy evine geldiğini yerdeki döşeği görünce anlayıp, pek umursamadı. Aklı fikri Duygu’daydı.

-Memelerin de var mı? Göster bakiim, abooov…

diye her yerini inceledi ahretliğinin. Bitmek bilmez sorular ve hayret nidaları arasında bir boşluk bulup

-Kız azıcık sus da yemeği hazırlayalım, ben de sana yardım ederim.

diyebildi Duygu. Misafir olduğu halde neden yemeği hazırladığını sorgulamadı bile. Sonrasında bir süre sessizlik…

Boksör Sevim konuşanları pek sevmezdi. Yemekte hiç konuşmadılar. Bir ara:

-Bunu dükkana sokmaz Naim baba!

dedi Boksör Sevim, o kadar.

Erkenden yenilen yemekten sonra ev yol geçen hanına döndü. Önce Melahat Abla, sonra Kuaför Seyfi, sonra Diğin Beray ve kızı gelince, oldu evde bir bayram havası. Az önce çıt çıkarmayan Boksör Sevim ardı ardına devirince Tuborg’ları çenesi açılmıştı. Oturaklı ev kadını imajından yavaş yavaş Sevim Soylu' ya dönüşürken zaman zaman küfürlü şakalarıyla ortamı şenlendiriyordu. Saçlar, makyajlar yapıldı; en mini, en parıltılı elbiseler giyildi; Tuborg’lar içildi ve mesai saati gelince alelacele çağırılan bir taksiye doluşup klübe gitti ablalar. Domezlerin çarka çıkmasına nereden baksan iki saat daha vardı ve asıl gullüm o iki saate sığdırıldı. “İyi ki.” diye düşündü bizimki, “İyi ki gelmişim buraya.”

Çok değil bir gece sonra, bizimkinin kafasına peruğu geçirip, suratına boyayı sürünce Kuaför Seyfi, “15 milyon.” dedi. “15 milyon borcun, yarın verirsin ikisini bir.”

Assolistler her zamanki gibi aceleyle taksiye doluşup kadrolu çalıştıkları Naim Baba’nın dükkanına gidince başladı yine gullüm tüm hızıyla.

Uzun uzun baktı sarı naylon peruğuna, kapanan sakallarına.

-Ay çok güzel oldum ha, tam Banu vallahi.

Saatler gece yarısını gösterince:

-Hadi çakalım birer tane.

dedi ahretliği Duygu.

-Yok ben içmem hap map, zaten kafam güzel oldu bu Tuborg’la.

-Kız saçmalama papikle daha kolay.

dese de domezler korosu, dinlemedi hiç birisini kapıya dikti gözlerini.

Hoşdere'de işler kesat, mantiler but. Kornalar, iltifatlar, yavrumlar, güzelimler havada uçuşurken pek mutlu bizimki. Bütün kadınlığıyla ortasında caddenin. Kahkahalar, gullümler, savrulan saçlar, öpücükler havada uçuşurken, üstü açık kan kırmızısı arabasıyla yanaştı bir prenses bizimkilerin yanına. Gözlerine inanamadı bu güzellik karşısında bizimkisi. Burnu, kaşı, gözü, saçı, eli her şeyiyle tam bir kadın duruyordu karşısında.

-Aşağıdan dönüp geldiğimde görmeyeyim sizi burada. Anana da söyle kahvaltıya gelsin sabaha. Gözleme yapsın, özledim ay.

dedi ve bir patinaj, bir kahkaha ayrıldı arabasıyla.

-Cinnah’a çıkalım madilik olmasın.

dedi Duygu. Bindiler Haymanalı şugar taksicinin arabasına ve Cinnah’a kadar konuştular Bebek Ece'nin güzelliğini.

-Böyle kadın olsam, daha ne isterim ay lubunya. Zengin galiba, arabasına baksana.

Dedi bizimkisi Duygu’ya. Uzun uzun konuştular Bebek Ece'nin bebekliğini. Sonra da hiç ara vermeden taksiciye dönüp:

-Sabah işin olmazsa al bizi gezelim aşkım.

dediler ve indiler para vermeden taksiden.

Cinnah sakin, Cinnah karanlık ama olsun, madilik yok en azından. Taksiden iner inmez şak bir beyaz araba

-Merhaba canım kalalım mı? 

der demez, telsiz sesiyle aynı anda duyuldu "Laki o kezban!" uyarısı.

Ardından büyük asayiş arabası ve merhaba Ankara Ahlak Masası. Kimler yok ki o küçücük odada: Boksörü, tüpçüsü, keli, bebeği, uzunu, cücesi… Ankara'nın tüm kızları aynı yerde. Tek tek çağırıyor şişman polis. Ablaların modu düşük, domezler gergin ama bizimki mutlu. Her an ya kavga çıkacak, ya ahlak masası yanacak ama bizimki pek mutlu. İlk defa bu kadar çok kendi gibi kadını bir arada görüyor. Korkudan pek soru soramasa da, en ince ayrıntısına kadar inceliyor her birisini tek tek.

Sıra kendisine gelince çağırıyor şişman polis. “Ne oldu ki.” diyor korkarak, "Bir şey yok bebeğim resim çekileceğiz sadece."

Bir nevi fişleme bu. Ankara'da ki bütün "Malum Kadınların" resimleri çekilecek, parmak izi alınacak, kayıt altında tutulacak. En ufak bir şeyde ilk bakılacaklar dosyası belli ki.

-Tuvalete gitmem lazım abi..

diyor bizimki şişman polise. Şişman polis pek anlayışlı:

-Tamam, koridorun sonunda tuvalet, sonra odaya gel.

diyor ve başka bir küçük kızı çağırıyor fotoğraf çekilmeye. Bir telaş sarıyor bizim Banu’yu. Kadın olarak ilk çekileceği  fotoğraf bu, kötü çıksın istemiyor haliyle. Soruyor kızlara:

-Yüzüme sürecek bir şey var mı?

-Kız o sakala sıva yapıp badana çeksen de kapanmaz laçovariliğin.

diyor Esmer Eda ve kahkahalar doluyor Ahlak masasının küçücük avukat odasına.

-Olsun abla varsa ver, param olunca sana yenisini alırım vallahi.

-Al lubunya, kırılmış bu pudra ama senin olsun. Pat kapatmaz, bunu sür iki üç kat, resimde belli olmaz zaten. Bakma sen bu yaşlılara.

Pudralar sürülüyor kat kat, saç ıslatılıyor, kaş, göz düzeltiliyor ve fotoğraf için hazır bizimkisi. Düz dur... Sağa dön... Sola dön... Tamam git başkasını gönder.

Aaa bitti mi yani? Biraz modu düşse de pek mutlu bizimki, resmi olarak da kadın artık. Bütün gece tüm kızlar bunalımdan bunalıma sürüklenirken, bizimki hayatında yaşadığı en mutlu geceyi yaşıyor.

Sabah 10 gibi çıkıyorlar emniyetten. Önce Zührevi’ye gidilecek, sonra salıverilecek herkes. Öğlen ekmek arası zeytin. Çaylar şirketten.

Yazılıp çizilip, tartılıp biçildikten sonra siktiri çekiyor kısa boylu komiser. "Bir daha görmeyeyim ha!"

Emniyetin önünde bir cümbüş, bir curcuna. Laçosu olan, yanına kıdemli arkadaşlarını da alıp laçosunun arabasıyla gittiler. Birkaç kız uzaklaştı diğerlerinden ve taksiye binip gittiler aceleyle. Kala kala stajyerler kaldı yolun ortasında en mini elbiseler ve en yapıklı peruklarla. Taksiler ardı ardına durup ani bir gazla uzaklaşınca kızların önünden, dikkat kesildi Ankara'nın başkentli insanları. Erkekler, kadınlar, yaşlılar, gençler, işçiler, patronlar, ameleler, akademisyenler, öğrenciler, bürokratlar, çöpçüler herkes bir acayip oldu bu manzara karşısında. Belli ki ilk defa görüyorlardı üç kat pudraya rağmen sakal hattı belli olan kadınları. Mini eteklerinin altından çıkmasın "erkeklikleri", mahfoluruz sonra. Hadi erkekler neyse de kadınlar ne yapardı bu manzara karşısında. Ve son üç günde ilk defa bu kadar mutsuz, bu kadar huzursuz, bu kadar ne yapacağını bilemez haldeydi bizim küçük kız. Sebepsiz utanmıştı bu yabancılıktan. Ne olduğunu anlamaya çalışan gözler üzerindeyken düştüğü bu durumdan. Hiç kimse bir başkasına bakmıyordu böyle sorgulayan gözlerle, hiç kimse bizi onaylamıyordu demek ki. Bu "fark" biraz fazla gelmişti "normal insanlara". Gece yine bir şey demezlerdi de gündüz hiç olmamıştı. Yer yarılsa da yerin dibine girsem diye düşünürken bir kadın yanaştı yanına güler yüzlü sıcak bir tavırla:

-Bak şu tuhafiyeden bir eşofman falan alalım paran varsa, peruğunla makyajını da çıkar o zaman kabul eder belki taksiciler. Arkadaşların neyse de seninki olmamış böyle yanlış anlama. Bak ben sana yardım etmeye çalışıyorum, inan arabam olsa götürürdüm gideceğin yere. Gerçi dersim var ama olsun.

Anlamaya çalıştı kadının dediklerini ama boş boş baka kaldı Banu ve bir sesle irkildi:

-Atla lubunya"

-Aaa. Bu abla gece bizi Hoşdere’den kovan  o prenses abla değil mi? Adı neydi unuttum ya.

Dedi arkadaşına ve koştu bir çırpıda üstü açık kan kırmızısı arabaya. Sıkışırken diğer kızlarla yan yana:

-Adın neydi unuttum. Çok sağol bebek abla.

Dedi. Bebek Ece durur mu patinajla birlikte bastı kahkahayı arkada kalanlara.

Az önceki mutsuzluk, huzursuzluk, utanma yerini inanca bıraktı; birlik olmaya, beraber yürümeye. Bu gurur dönüp bakmasını sağladı arkadaki iyi kalpli kadına ve şok olmuş diğer insanlara. Bir eliyle uçmasın diye tutarken savuruverdi saçlarını ve atıverdi havasını Bebek Ece Abla’sının üstü açık kan kırmızısı arabasından.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kadın, yaşam
İstihdam