15/12/2013 | Yazar: Mehmet Tarhan

LGBT Hareketi haklar alanında ilerlemelere mi odaklanacak; yoksa kendi siyasi projelerini ortaya koyarak siyaset alanını ve ilişkilerini bir üst seviyeye mi taşıyacak?

Türkiyeli LGBT örgütlerinin Kaos GL nezdinde 1 Mayıs 2001’de kamusal alana çıkışı kuşkusuz 90lı yılların sonlarına doğru kurumsal nitelik kazanmasıyla ilişkiliydi. Birbirini bulan, yalnız olmadığını kendisine kanıtlayan gruplar kimi organik bağlar üzerinden olsa da farklı gruplarla ilişkiler geliştirdiler. Kurumsal kimlikler haliyle bu ilişkilenme/müzakerelerde temsil ihtiyacı ve olanakları üzerinden gelişti. 26-29 Ekim 2002 tarihleri arasında yapılan Güztanbul buluşmasında LGBT Örgütleri ve bağımsız LGBT’ler tarafından kaleme alınarak 31 Ekim’de bir basın açıklamasıyla duyurulan “Eşcinseller Ne İstiyor” başlıklı metin LGBT Hareketi tarihi açısından özel bir önem arz ediyor. Bu metin hareketin haklar ve özgürlükler alnında ortaklaşılmış ilk stratejik planı olarak görülebilir. İlk madde sonradan gelişmekle beraber LGBT hareketinin Anayasa ve Hukuk çalışmalarında izleyeceği hattı ortaya koyuyordu:
 
Yasalardaki “genel ahlak”, “yüz kızartıcı suç” gibi muğlak ifadeler aleyhimize kullanılıyor. Eşcinsel olduğumuz için öğrenci yurtlarından, işyerlerinden, evden atılıyoruz. Evde, sokakta, okulda, işyerinde, hastanede, kamu kurumlarında ve özel kuruluşlarda aşağılanma, dışlanma, tehdit ve şiddete maruz kalıyoruz. Bu yüzden anayasanın vatandaşların yasalar önünde eşitliğini vurguluyan 10. maddesine “cinsel yönelim” ibaresinin eklenmesini ve diğer yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak bu değişikliğin hayata geçirilmesini istiyoruz.
Ayrımcılık, dışlanma ve şiddet’e karşı hukuki mücadele için Anayasanın eşitliği düzenleyen 10. maddesi on yılı aşkın süredir en önemli çalışma alanlarından birisi olageldi. 2007 Özbudun Taslağı tartışmaları ve 2011’den bu yana süregelen Yeni Anayasa sürecinde de en görünür talep anayasal eşitliği düzenleyen maddeye (Özbudun’da 9, halihazırda üzerinde çalışılan yeni anayasada 3. madde) “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi.
 
2007’deki kısa süren tartışmalardan dönemin Adalet Bakanı, bugünün TBMM başkanı Cemil Çiçek ile dönemin ve bugünün TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun LGBT hakları karşısındaki olumsuz tavırları en çok aklımızda kalan şey olabilir. Ancak bu olumsuz açıklamalar bile örneğin kartpostal kampanyasının belli bir oranda başarıya ulaştığı anlamına geliyor. Elbette 2011den itibaren süren yeni anayasa yazım sürecindeki tartışmalar da bu on yıllık çalışmanın başarısı sayılmalıdır.
 
12 Haziran 2011 seçimleriyle meclise giren tüm partiler seçim kampanyalarında yeni bir anayasa ihtiyacını öne çıkarmıştı. Hatta AKP bunu önemli bir vaat olarak ortaya koymuştu. Yurttaşların katılımına açık bir süreç de vaatler arasındaydı. Nihayetinde Mecliste grubu bulunan tüm partilerin (AKP, CHP, MHP ve BDP) eşit sayıda (3’er) üye verdiği Anayasa Uzlaşma Komisyonu TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in başkanlığında kuruldu. Komisyon 19 Ekim 2011’de çalışma usul ve esaslarını belirlemek üzere ilk toplantısını yaptı. 12. maddede “Toplumun bütün katmanlarının Anayasa Uzlaşma Komisyonunun anayasa yapım sürecine katılımı sağlanır” ifadesi yer aldı. Maalesef süreç usul ve esaslarda öngörüldüğü gibi ilerlemedi. Bunun birçok nedeni vardı:
 
Katılım sağlamak üzere çaba yeterince sarf edilmedi, verilen görüşlerin nasıl değerlendirileceği konusu açıklanmadı, tasnif sistemi hakkında tartışma yürütülmedi, görüş verenlere yönelik bir geri bildirim mekanizması oluşturulmadı, kısa bir sürenin ardından kurumsal görüşlerin sitede yayınlanmasından vazgeçildi, kişisel görüşler ise hiçbir zaman yayınlanmadı, uzlaşılan maddelerin TBMM’de genel kurula geliş süreçlerinin nasıl işleyeceği yeterince netleşmedi... bu liste uzatılabilir ancak en önemlisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda yer alan üyelerin gelen görüşler üzerinde çalışmak yerine bağlı oldukları siyasi partinin pozisyonunu koruma ya da güçlendirmeye yönelik tavır belirlemesiydi. Örneğin görüşler arasında yok denecek kadar az olan “Başkanlık Sistemi” önerisi AKP tarafından komisyonu felç edecek ölçüde gündemi işgal etti. Bugün için yeni anayasa sürecine ilgi de beklenti de düşmüşken yeniden LGBT’lerin anayasal taleplerini yükseltmek kadar LGBT’lerin Yeni Anayasa sürecinde yaptıklarını yeniden hatırlamak iyi olabilir. Elbette sürecin hem ülke siyasetine hem de LGBT siyasetine etkilerini tartışmaya da ihtiyaç var:
 
Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çağrısı üzerine Kaos GL, Pembe Hayat ve SPoD süre kısıtı dolayısıyla hızlıca görüşlerini komisyona ilettiler. SPoD eşzamanlı olarak bir görüş toplama çalışması başlattı ve Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır’da LGBTlerin anayasanın tamamına dair taleplerini çeşitli panel ve forumlar aracılığıyla topladı. Bu görüşleri 2012 Mayıs’ında diğer örgütlerin de görüşleriyle beraber bir rapor olarak yayınladı. SPoD’un komisyon tarafından görüşlerini anlatmak üzere davet edilmesi tarihsel bir önem arz ediyor. Görüş veren örgütlerin metinlerinde taleplerin neredeyse tamamen ortaklaştığı söylenebilir. Bununla beraber en dikkat çekici olan kuşkusuz taleplerin eşitlik maddesine “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi gibi direkt LGBT talepleri yanında HSYK’nin yapısından seçim sistemine ve sosyal haklara kadar anayasanın tamamına dair görüşlerin de yer almasıydı. LGBT hareketinin bu bütüncül bakışı yeni anayasa sürecine katılım gösteren pek çok kurum ya da platformun dikkatini çektiği kadar Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndaki tartışmaları da güçlendirdi. Sonuç olarak eşitlik maddesinde “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ibarelerinin yer almayacağı ama gerekçede yazılacağı konusunda bir uzlaşma sağlandı. Tartışmalar boyunca AKP, CHP ve BDP’nin eşitlik maddesi ısrarını LGBT haklarının “Nefret Suçları Yasası”nda tanımlanacağı vaadinde bulunarak savuşturuyordu. 30 Eylülde açıklanan “Demokrasi Paketi” bu vaadinde yerine gelmeyeceğini gösteriyor. Aradan geçen iki yılda LGBT hareketinin yeni anayasa yazım sürecinde oynadığı rolü bir başarı olarak kenara yazmak gerekiyor. Parlamenter siyasette LGBT haklarını önemli bir tartışma konusu haline getirmek henüz 20 yıllık bir hareket için azımsanmamalıdır. Ancak bu başarı beraberinde yeni bir dönemi, dolayısıyla yeni olanak ve riskleri de getiriyor.
 
BDP ve öncülü partilerle uzun yıllardır süregelen ittifak yeni anayasa süreciyle birlikte CHP’yi de içine almış gibi görünüyor. Eğer LGBTlerin anayasa tartışmalarını ve taleplerini sadece eşitlik maddesi tartışmaları üzerinden inceleyecek olursak bu görüntü doğru olabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken iki şey var:
 
1- LGBTlerin daha geniş bir alana yayılan taleplerinde LGBT örgütleri-BDP-CHP ittifakından bahsedilebilir mi?
2- BDP ve CHP’yi bir yana, AKP ve MHP’yi bir yana koyarak ikili bir siyasal algı, LGBT hareketinin Gezi sonrası herkes tarafından kabul edilen etkin bir siyasi aktör olma şansına nasıl bir etkide bulunur?
Birinci sorunun cevabı oldukça basit; BDP ve CHP arasında en önemli gerilim alanları olan vatandaşlık tanımı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, anadil gibi konularda LGBT hareketinin görüşlerine baktığımızda CHP’dense BDP’ye yakın durduğunu söyleyebiliriz. Elbette burada sözkonusu olan örgütlü yapılar ve çeperi. Dolayısıyla sadece eşitlik maddesi üzerinden bir ittifak algısı LGBT’lerin diğer taleplerinin geriye atılması anlamına gelebilir. Bu da meşruiyetini bütüncül özgürlükçü bir bakışla genişletme çabasında olan hareketin bu iddiasını sarsabilir.
 
İkinci soru da geniş bir tartışmaya muhtaç. AKP’nin iki partili bir sistem, mümkünse AKP ve asla iktidara gelemeyecek bir CHP’den oluşan ve CHP’deki gerici unsurlar üzerinden kendisini sürekli konsilide eden bir AKP sistemi istediği açık. CHP de iktidara gelememek dışında buna pek itiraz ediyor gibi görünmüyor. Neoliberalizm ya da kapitalizm konusunda bir çatışma da görünmüyor. Dünya örneklerinde olduğu gibi bu iki partili sistemlerde üç konu ayrışmanın, daha doğrusu siyasetin nesnesi oluyor. 1- Kürtaj (dolayısıyla Kadın), 2- LGBT Hakları, 3- Göçmenler. Bu üç konu ve ilgili gruplar bu ikili siyasal sitemin üzerine inşa edildiği kültür savaşlarının nesneleri olarak fazlasıyla kullanışlı bir tartışma alanı yaratıyor.
 
CHP’nin anayasa süreciyle birlikte ortaya koyduğu performansın hakkını versek bile, LGBT haklarını batılı-özgürlükçü-laik değerlerin bir parçası olarak doğulu-muhafazakar-dinci AKP’nin özgürlükçülüğünün sınırlarını ortaya çıkaran önemli bir enstrüman olarak gördüğü ortada. LGBT hareketinin bu kültür savaşlarının bir nesnesi olmaktansa kendi siyasi hattını, belki farklı grupların farklı hatlarını ortaya koyması ve LGBT hakları olarak sınırlanmış alanın dışında da önerilerini de hem kendi içinde hem de ilişkili olduğu alanlarda tartışmaya, belki de müzakereye açması elzem. Yaklaşmakta olan yerel seçimler ve hemen arkasından gireceğimiz cumhurbaşkanlığı ve genel seçim süreçleri bu kültür savaşları üzerine kurulu olacak gibi görünüyor. LGBT Hareketi Anayasa süreci ve Gezi Direnişi’nde ortaya koyduğu performansla meşruiyet alanını oldukça geliştirmiş, birkaç yıl önce akla hayale gelmeyecek oranda görünürlük kazanmışken bir seçim yapmak durumunda:
 
LGBT Hareketi bu kültür savaşlarının bir nesnesi olarak LGBT hakları alanında ilerlemelere mi odaklanacak; yoksa kendi siyasi projelerini ortaya koyarak siyaset alanını ve ilişkilerini bir üst seviyeye mi taşıyacak?
 
Kaos GL Dergisi, Kasım-Aralık 2013, Sayı 133’te yayınlandı.

Etiketler:
İstihdam