04/01/2014 | Yazar: Tunca Özlen

Gece jipine attığı seks işçilerini malikanesine dolduran gizli eşcinsel bir iş adamı ile, lezbiyen olduğunun duyulması üzerine fabrikasından kovduğu konfeksiyon işçisinin çıkarları ortak değil, zıttır.

Ele alınan konunun daha bütünlüklü ve ayrıntılı bir biçimde tartışılmasına vesile olduğu ölçüde bir polemik toparlayıcı ve ilerletici olabilir. Geçtiğimiz günlerde LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) örgütlerine hitaben bir mektup[1] kaleme alan Can Çavuşoğlu’na yanıt yazmıştım[2], Can da polemiği sürdüreceğinin sinyalini vermişti. Çok gecikmedi ve yanıt “Can Çavuşoğlu’ndan Tunca Özlen’e cevap!” başlığı altında geldi[3].
 
Öncelikle Can’a bu polemiği salt isimlerimiz üzerinden değil, LGBT hareketinin gündemindeki başlıkları kendi durduğu yerden değerlendiren farklı ideolojik pozisyonların fikir savaşı olarak devam ettirmeyi öneriyorum. Aksi takdirde polemik kişisel bir tartışma halini alır ve taraflardan başka kimsenin ilgisini çekmez.
 
Yazılan yanıtta LGBT hareketinin yapılabilecek en liberal tanımını yapılıyor: “Tüm dünyada ve Türkiye’de LGBTİ hareket her türlü politikadan sıyrılmış, kendisini politikalar üstü bir politika olarak konumlandıran, farklı siyasi görüş, etnik köken, din ve kültürden LGBTİ’lerin ortak haklarını savunan ve projelerini bu bakış açısıyla üreten, herkese karşı eşitlikçi bir harekettir.”
 
LGBT hareketinin “her türlü politikadan sıyrılmış, politika üstü”, tüm LGBT’lerin çıkarlarının ortak olduğu önermesinin bizatihi kendisi açık siyasi bir tercihi dışa vurur. Liberal yaklaşım LGBT’lerin yaşadıkları sorunları açıklar ve çözüm önerileri getirirken, LGBT’ler arasındaki sınıfsal farklılıkların işin içine sokulmasının, buradan hareketle eşitsizlikleri üreten kapitalist sistemin sorgulanmasının önüne geçmeye çalışır. Aslına bakılırsa bunda şaşıracak bir durum yok; her unsur kendi dünya görüşünün hareketin bütününe egemen olması için çabalar. Liberaller bunu “politika üstücülük” kılıfı ile gizlemeye çalışırlar, sosyalistler ise LGBT hareketinin farklı ideolojik ve sınıfsal bölmelerden oluştuğu gerçeğinden yola çıkarlar.
 
LGBT hareketinin son yıllarda yakaladığı yükselişin üzerine gelen Gezi Direnişi, bırakın “her türlü politikadan sıyrılmanın”, LGBT’lerin daha önce görülmediği ölçüde siyasallaşmasının ve örgütlenmesinin önünü açtı. Daha önce LGBT örgütlenmesi olmayan yerelliklerde birbiri ardına kurulan oluşumlar, üniversitelerde kendilerini bir gerçeklik olarak dayatan öğrenci toplulukları, doğrudan sosyalizmi referans alan Gökkuşağının Kızılı gibi örnekler bunun göstergesi. Seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte LGBT’lerin siyasi temsil meselesinin de tartışılmaya başlandığını görüyoruz; adaylıklar için CHP ve HDP’nin isimleri geçiyor.  Hal böyle iken, LGBT’ler arasındaki politik farklılıkların varlığı inkâr edilemez.    
 
Ayrımcılık karşıtı mücadelenin farklı ideolojik ve örgütsel aidiyetlere sahip unsurlardan oluşması, hareketin “politika üstü”  olduğunu değil bileşenlerini bir arada tutan belirli ilkeleri olduğunu gösterir. Bizde özgürlük ve eşitlik talebini diğer ezilen ve sömürülen kesimlerle dayanışma tamamlar. İddia edilenin aksine salt LGBT olmak tek başına birleştirici değildir; tüm LGBT’lerin çıkarlarının ortak olduğu tezi sorgulanmaya mahkûmdur. Gece jipine attığı seks işçilerini malikanesine dolduran gizli eşcinsel bir iş adamı ile, lezbiyen olduğunun duyulması üzerine fabrikasından kovduğu konfeksiyon işçisinin çıkarları ortak değil, zıttır.
 
***
 
“LGBT’lerin nüfusa oranı, cinsel yönelimin kökeni” gibi kamuoyunun merak ettiği başlıklar ısrarla yanlış bir düzemde ele alınıyor. LGBT haklarının dünya geneline kıyasla daha geniş ve yasal güvencede olduğu merkez kapitalist ülkelerde yapılan bir takım araştırmalardan yola çıkarak “LGBT’lerin nüfusa oranı %X’tir” benzeri yargılara varmak, yanlışta ısrar etmektir. Haklarının tanındığı ve cinsel baskının daha az hissedildiği ülkelerde LGBT’lerin kimliklerini korkmadan beyan etmeleri, açık bir yaşam sürmeleri beklenir. Heteroseksüelliğin tek cinsel kimlik olarak dayatıldığı, LGBT olmanın cezai yaptırımlara bağlandığı, toplumsal ön yargıların güçlü olduğu ülkelerde ise LGBT’ler arasında gizlilik ve korkunun hâkim olması son derece doğaldır. Demem o ki, LGBT’lerin kendilerini baskı ve tehdit altında hissetmediği ülkelerde “LGBT’lerin nüfusa oranı” değil açık LGBT’lerin görünürlüğü daha fazladır. Söz konusu ülkelerde sınırlı örneklem kümeleri üzerinden yapılan araştırmalardan elde edilen bulgulardan yola çıkarak evrensel hükmü olan yargılara varmak mümkün değildir.
 
Gerçek şu ki, cinsel yönelim çeşitliliğinin tanındığı, ayrımcılığın yasaklandığı ve cinsel eğitimin müfredatta kendine yer bulduğu her toplumda, mevcut toplumsal cinsiyet normları ve cinselliğe yüklenen anlamlar sorgulanacaktır. Bunun neticesinde kendisini mevcut erkeklik / kadınlık modellerinin dışında, heteroseksist koşullanmışlıklardan sıyrılarak tanımlayan insanların sayısı artacaktır. Bu eşcinselliğin yaygınlaşması değil, cinsel yönelim zenginliğini tek tipleştirmeye çalışan yapay bir toplumsal cinsiyet rejiminin çöküşü anlamına gelecektir. Toplumsal cinsiyet çözüldüğü oranda, heteroseksüel olmayan kesimler üzerindeki baskı ortadan kalkacak, cinsel kimlikler ezilme ilişkilerinin ve siyasetin konusu olmaktan çıktığı ölçüde ise cinsel yönelim zenginliği gündelik yaşamın sıradan bir unsuru olacaktır.
 
Şimdi gelin “Eşcinsellik doğuştan gelen bir yönelimdir, nüfusa sabit oranı şudur, dolayısıyla LGBT’ler cinsel azınlıktır” garabetini yukarıda resmettiğim toplum tasavvuruna yerleştirmeyi deneyin. Oysa, “İnsanların davranış ve tutumlarının maddi çevreleri tarafından şekillendirildiğine inanan tarihsel materyalistlere göre, iş cinsiyet ve cinsellik sorularına gelince sosyalistler yapısalcıdır. Bir başka deyişle, cinsellik akışkan bir davranıştır ve sabit değildir; ifade ediliş biçimleri tarihsel olarak belirlenmiştir.”[4] Cinsel yönelimi şekillendiren pek çok maddi etkeni devre dışı bırakarak, salt doğuştan gelen sabit bir kimlik olduğunu iddia etmek tarihsel olarak gericiliktir.
 
LGBT’lerin siyasi temsiline soyunan bir kişinin ağzından bu vahim sözleri duymak daha da üzüntü verici. Hepimizin, özellikle LGBT’leri toplum nezdinde temsil etme iddiasına sahip olanlarımızın toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik inşası üzerine çok daha fazla okuması, kafa patlatması ve tartışması gerekiyor. LGBT’lerin siyasi temsiliyetine talip olmak büyük bir sorumluluk, hakkını vermek için doğru bildiklerimizi sorgulamaya ve kendimizi geliştirmeye açık olmalıyız.
 
***
 
Şimdi de LGBT hareketinin kendisini topluma nasıl anlatmalı, heteroseksüel bireylere hangi kanal üzerinden hitap etmeli sorusuna Can Çavuşoğlu tarafından verilen yanıtlara bir göz atalım: Çocuklar, fakirler, gelir adaletsizliği, kadına yönelik şiddet, sokakta yaşayanlar, yaşlılar, anneler, doğanın katli, deniz ve hava kirliliği, kan ve organ bağışı, trafik sorunu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı vs. gibi konular üzerine ‘projeler’ geliştirmek!
 
Böylelikle liberal jargonda “dezavantajlı gruplar” olarak tanımlanan ne kadar kesim, toplumsal muhalefet yerine şişirilen ne kadar “kampanya” varsa hepsi bir bohçaya doldurulmuş ve LGBT hareketinin önüne konulmuş oluyor. Oysa daha önce de yazdığım üzere projecilik ve STK’cılık, mücadelelerimizi ve geleceğimizi ortaklaştırmanın yerini tutamaz. Dayanışma kültürü Avrupa Birliği fonlarından daha yaşamsaldır, ‘sosyal sorumluluk projelerinden’ daha etkilidir. Konu belediye seçimleri olsa bile bu böyledir.
 
Görünen o ki, Çavuşoğlu ABD’de yaşadığı için Türkiye LGBT hareketinden ve son yıllardaki gelişmelerden bir hayli uzak kalmış.[5] LGBT hareketi zaten yıllardır işçi ve kamu emekçilerinin örgütlendiği sendikalarla, kadın örgütleriyle, Alevi kurumlarıyla, Kürt hareketiyle, sosyalist partilerle omuz omuza mücadele veriyor. Can Çavuşoğlu’nun seçim kampanyası (yoksa dezavantajlı gruplar için sosyal sorumluluk kampanyası mı demeliydim?) için düşündüğü tarz ve içerik, LGBT hareketinin geldiği noktasının fersah fersah gerisinde. Çavuşoğlu’nun Türkiye’de hareketin son yıllarda hangi eşikleri atladığını, nereden nereye gelindiğini, Haziran derslerini çok daha iyi kavraması gerekiyor.
 
İyi güzel de, sormadan edemiyorum: “Amerika’yı” yeniden keşfetmeye ne gerek var?


[1] “Can Çavuşoğlu’ndan eşcinsel örgütlere mektup var” http://metrosfer.com/can-cavusoglundan-escinsel-orgutlere-mektup-var
[2] Can Çavuşoğlu’na Açık Mektup http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=15433
[3] “Can Çavuşoğlu’ndan Tunca Özlen’e cevap!” http://metrosfer.com/can-cavusoglundan-tunca-oznele-cevap/
[4] Cinsellik ve Sosyalizm, Sherry Wolf, Sel Yayıncılık, syf. 39
[5] CHP bünyesinde kurulan LGBT komisyonlarından bihaber olmasına, BDP’yi “etnik siyaset” yapıyor sanmasına, bileşeni olduğum Sol Cephe’yi bir seçim stratejisi zannetmesine bakılırsa Çavuşoğlu’nun sadece LGBT hareketinden değil Türkiye siyasetinden de hepten uzak kaldığı anlaşılıyor. Hal böyleyken kalkıp belediye seçimlerinde aday olma kararını belki de gözden geçirmeli. 

Etiketler:
nefret