27/06/2015 | Yazar: Ahmet Çınar

28 Haziran Pazar günü Onur Yürüyüşü’ne ‘Eşit Yurttaşlık Sosyalizmde’ sloganlı çağrı…

Çünkü LGBT mücadelesi doğası gereği “aydınlanmacı” ve “laik” bir karakter içermeli.

Her türlü dinselliğin vesayeti altında; siyasal dinciliğin fiziksel, psikolojik, ideolojik baskı ve tehdidi altında bir LGBT mücadelesi düşünülebilir mi?
 
Dinsel referanslarla donanmış siyasal oluşumların, LGBT söz konusu olunca önünde sonunda önümüze süreceği nihai argüman Lût Suresi ya da başka bir dizi dinsel referans olacaktır…
 
LGBT bireylerin ya da bu mücadeleye omuz verenlerin özel yaşamlarında herhangi bir dine inanmaları ya da dinsel inanca sahip olmamaları ayrı bir konu; bu kimseyi ilgilendirmez. LGBT mücadelesi de, siyasal çizgisini dinsel referans, sembol ve söylemlerle donatan siyasi hareketleri ilgilendirmemeli. Onlara ne ki? Hangi din, LGBT bireylere eşitlik-özgürlük vaat ediyor, siz böyle bir din gördünüz mü?
 
İşte bu nedenle, laikliğin en güzel tanımlarından biri olan “Laiklik insan aklının özgürce çalışması önündeki bütün engellerin kaldırılmasıdır” tanımına uygun bir siyasal hat gerçekleştirebilir LGBT mücadelesini.
 
Hiç sakınmadan çekinmeden, ertelemeden ötelemeden, ağızda eveleyip gevelemeden, açık yüreklilikle ve netlikle ve de son derece yüksek sesle “laiklik” savunusu yapabilenlerin mücadelesidir LGBT mücadelesi.
 
Zorbalıkla, baskıyla, despotlukla, yasaklarla, sömürüyle mücadele etmenin olmazsa olmaz koşuludur laiklik mücadelesi. Laikliği içselleştirememiş bünye, baskıyla da mücadele edemez, yasaklarla da, homofobiyle de…
***
Çünkü LGBT mücadelesi “sınıfsal” bir karakter içermelidir.
Eğer eşitlik ve özgürlükse talep... İstenen eğer “eşit yurttaşlık” ve “özgür bir yaşam” ise… Sınıfsal mücadeleden uzak durarak, neyi ne kadar elde edebilir ki LGBT mücadelesi?
LGBT bireylerin en önemli ve en tarihsel düşmanı “Kutsal Aile” kavramı. Çünkü “Kutsal Aile”, kapitalist üretim ilişkilerinin, bu üretim ilişkileri içindeki geleneksel iş bölümünün, özel mülkiyet duygusunun devamını sağlayan ve sağlamlaştıran temel çekirdek. O nedenle ilk, orta, lise ders kitaplarında aileyle ilgili hemen hemen tüm tanımlamalar şu kutsama cümlesiyle başlar: Toplumun yapı taşı, temel taşı vs.
 
İşte bu “Kutsal Aile”deki en büyük çelişki de, üremenin kutsal kabul edilmesi, buna karşılık cinselliğin inkâr edilip dışarıda bırakılması. Burjuva toplumlarındaki çekirdek aile, cinsellik konusunda korkunç çelişkilere ev sahipliği yapan bir yapı. Üremeye dayalı cinsellik meşrulaştırılırken, diğer tüm cinsel kimlikler inkâr edilip yasaklanmakta, yok sayılmakta, görmezden gelinmekte, halının altına süpürülmekte. Koca bir yalan sürekli üretilmekte. “Kutsal Aile”nin düzenine, yuvarlanıp giden tekerine çomak sokanlardır LGBT bireyler. Tekelci/kapitalist üretim ilişkilerinin belirlenimi altındaki “Kutsal Aile”, söz konusu sömürü düzenini yeniden ve yeniden üreterek ayakta tutan temel yapı taşıdır. Tekelci düzenin egemenleri, din-ahlak-gelenek dinamikleriyle “Kutsal Aile”yi ayakta tutmak ve sürekli kılmak ister.
 
Bu egemen yapı, “üremeye yönelik olmayan özgür cinselliği” tarihin her döneminde yasakladı.
 
“Toplumsal cinsiyet” diye tanımladığımız kadınlık/erkeklik halleri de, işte bu kapitalist/tekelist sistemin, din-ahlak-gelenek sosuyla yüzlerce yıldır toplumların kolektif bilinçaltına işlediği bir dizge. “Dünya tersine dönmüş, herkes yerini bilsin; kadınlar kadın gibi olsun, erkekler erkek gibi olsun, bunlar sakın ola birbirine karışmasın, karıştıranlara da ya hasta muamelesi yapalım ya da günahkâr diyelim” şeklinde özetlenebilecek bir anlayış. Böyle bir düzenin devamlılığı isteniyor. Bu düzen, ilahi/Tanrıdan gelen nizamın parçası olarak sunuluyor cami-kilise-havra ve diğer dinler tarafından.
 
Dolayısıyla bu dizgenin dışına çıkan, “farklı olan”, “değişik olan” yönelim kesinlikle günahtır ya da ayıptır. Dolayısıyla yasaktır.
 
LGBT cinayetlerinin politik olduğunu, LGBT hareketinin aslında politik bir hareket olduğunu savunmamız işte bu nedenlerledir. Çünkü homofobi politiktir. Çünkü nefret politiktir. Politik saldırıya ve düşmanlığa ise ancak ve ancak politik bir hareketle yanıt verilebilir.
 
Piyasacılık ile gericiliğin at başı ilerlediği ülkemizde, homofobiyi neo-liberal politikalardan ayrı bir düzlemde irdeleyemeyiz. Homofobinin ekonomi-politiği, eşcinselliğin mevcut sermaye birikim rejimiyle yaşadığı doku uyuşmazlığının yanında, bu rejimin üzerinde yükselen muhafazakâr yapıyla olan çelişkisini de gözler önüne sermekte.
 
Geçtiğimiz yıllarda sürdürülen “yeni Anayasada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği tanınsın” kampanyası, gerici-piyasacı-liberal AKP düzeninde LGBT’lere yer açma çabasıdır. Onca gerici söylem ve icraatına karşın eleştirilerinin merkezine AKP’yi ya da “piyasacı-gerici düzeni” almamakta ısrar eden LGBT hareketinin bıraktığı boşluk, sınıfsal temelde eşitlik-özgürlük mücadelesi verenlerin müdahalesi ile doldurulmayı bekliyor. Soyut “heteroseksizm” eleştirisini tarihsel bir bağlama yerleştirecek, güncel bir dolayıma kavuşturacak olanlar, sınıfsal temelde eşitlik-özgürlük mücadelesi verenlerdir.
Bugün gelinen noktada LGBT mücadelesi, kimlik mücadelesinden sınıf mücadelesine taşınarak yoluna devam etmek zorunda. Diğer yollar ve yönler tıkanmıştır.
LGBT mücadelesini sadece bir kimlik savunusu olarak görmek ve göstermek, yukarıda anlatmaya çalıştığımız karmaşık siyasi tarihi yeterince okuyamamaktan kaynaklanır. Kimlik mücadelesini sınıfsal perspektifin içine yerleştirip mücadeleyi o yoldan sürdürmek tarihsel bir zorunluluk ve sorumluluktur.
***
Önde gelen bir Bolşevik devrimcisi olan, Lenin Nişanı ve Kızıl Emek Ödülü sahibi Alexandra Kollontai, cinsel kimliklerin çevrelediği sorunlar hakkında epeyce kafa yormuş, yazı yazmıştır. Kollontai, “serbest aşk”ı, yani özel mülkiyet ilişkilerinden bağımsızlaşmış aşkı ve cinselliği savunuyordu. Burjuva toplumunda yaşanan “aşksız ilişkilerin” öznesi haline gelen yabancılaşmış insanın, ancak ve ancak serbest aşk ve özgür cinsellikle kurtulabileceğini savunuyordu. Derin ve uzun soluklu cinsel yeniden örgütlenme için, toplumun ekonomik örgütlenmesinin değişmesi gerektiğiyle ilgili öngörüleri bugüne kadar geçerliliğini korumuştur. Kollontai, “cinsel bir krizi çözmek için, sosyoekonomik ilişkilerin temel dönüşümünün gerekliliği” üzerinde sıklıkla durmuştur.
 
Cinsel baskı ve toplumsal koşullandırmada, çekirdek ailenin (Kutsal Aile) merkezi bir rol oynadığını belirten Wilhelm Reich ise şöyle yazıyordu: “Muhafazakâr yasalar tarafından desteklenen ve savunulan çekirdek ailenin asıl işlevi, otoriter ideoloji ve muhafazakâr yapılar için fabrika görevi görmektir. Toplumumuzun neredeyse her bireyi, ilk aldığı nefesten itibaren içinden geçtiği eğitim mekanizmasınca şekillendirilir. Aile, muhafazakâr toplumun ekonomik yapısı ile ideolojik üstyapısı arasında taşıma bandıdır.”
İnsanların cinsel açıdan özgür hayatlar sürdürebilmeleri için, cinsel baskıyı dayatan toplumsal ve ekonomik düzenin alt üst edilmesi gerektiğini savunuyor, sınıfsal bir mücadeleye işaret ediyordu Wilhelm Reich.
 
Evet…
 
Hayatlarımızın mahrem yanları, cinsiyetimiz, cinselliği yaşama biçimlerimiz; dünyanın fiziksel, ekonomik, sosyal gerçeklerinden bağımsız düşünülemez. Bu temel gerçek, cinsel hayatlarımızı ve yönelimlerimizi gerçekten özgürleştirmek için, maddi koşullarımızda bir alt üst oluşu, bir devrimi gerektirmekte.
 
Cinsel özgürlük, ekonomik-toplumsal-politik özgürleşme olmadan olanaksız.
Mücadele de, bu bilinçle ve bu perspektifle verilmeli.
Bunun başka bir yolu yok.
 
İşte tam da bu nedenle, 28 Haziran Pazar günü Onur Yürüyüşü’nde gericiliği, homofobiyi, faşizmi sıfırlama iradesini sergilemenin yegâne yolu Sosyalizm Korteji’nde buluşmak.
“Eşit Yurttaşlık Sosyalizmde” sloganı çevresinde örgütlenip kenetlenmek.   
 
 
Bu yazının hazırlanmasında Cüneyt Çakırlar ve Serkan Delice’nin hazırlayıp Metis Yayınları’nın yayınladığı “Cinsellik Muamması” adlı literatür tarama kitabından; Sherry Wolf’un yazıp Sel Yayıncılık’ın yayınladığı “Cinsellik ve Sosyalizm: LGBT Özgürleşmesinin Tarihi, Politikası, Teorisi” adlı kitaptan; Wilheim Reich’in The Sexual Revolution ve Alexandra Kollontai’ın Sexual Relations and the Class Struggle adlı yapıtlarından yararlanılmıştır.
 
twitter.com/_ahmetcinar_

Etiketler:
nefret