12/07/2018 | Yazar: Berkant Çağlar

Kimliklerin dönüşümü, politik şiddet ve alan mücadelesi

Türkiye’de LGBT yaşlılar üzerine düşünmek kendi içinde bir dizi ilişkisel soruyu da gündeme getiriyor. Sosyal politika, bakım hizmetleri, entegrasyon, sosyal dışlanma gibi bir dizi sorunsal üzerine çalışılmayı bekliyorken sormamız gereken bir diğer soru LGBT yaşlıların neden bu kadar görünmez olduğu. LGBT politikasının ve görünürlüğünün daha erken yıllarda başladığı Kuzey Amerika ve Batı Avrupa dışında yaşlıların deneyimlerine ilişkin birincil ağızdan bilgimiz oldukça sınırlı. Politik faaliyetlerine seksenli yılların sonu, doksanların başında başlamış, kamusal görünürlüğünü de iki binli yıllarla sağlamış Türkiye için ise yaşlıların nerede olduğu Türkiye’deki LGBT hareketi için bir muamma. Çok yakın zamanlara kadar da tahayyül kapasitemizin dışında saklı bir kutu olarak kaldı.

Osep Minasoğlu’nun Cenazesi

2013 yazında Osep Minasoğlu’nun cenazesi bireysel, politik ve akademik hayatımda bir dönüm noktası oluşturdu. Cenaze temelde birbirleriyle karşılaşma alanı sınırlı olan iki toplumsal grubu bir araya getiriyordu: Ermeni ve LGBT kimlikleri. İki grup da tarihsel olarak inkâr edilmiş, bastırılmış, devlet şiddetini, askeri darbeleri, neoliberalizmi yakın hatlardan deneyimlemiş kimlikler. Daha önce kilisede cenaze törenine hiç katılmamış biri olarak o gün yaşadığım utancı, gerginliği ve tüm mekânın bana hissettirdiği gariplik duygusunu hala tamamıyla kavrayabilmiş değilim. Bir yanda hiç tanımadığım, nasıl baş sağlığı dileyeceğimi bilemediğim Ermeni cemaati, diğer yanda sima olarak tanıdığım ama bağlarımın zayıf olduğu LGBT hareketinin ilk dönem aktivistleri ve kendimi de dahil edebileceğim genç aktivist kuşak. Yaş statüsü, dinsel kimlikler, cinsel ve cinsiyet kimlikleri ve etnisiteler üzerinden tabakalaşmış bir grup insan. Tüm mekânı sarmış tütsü kokusu, eskimiş ahşap mobilyalar, dua eden din adamları, hipnotize edici ilahiler. Mekânın kutsallığı, erişilemezliği ve sosyalleşmenin zorluğuyla gelen yabancılaşma duygusu hepsi bir arada çok karmaşıktı.

Tayfun Serttaş’ın hazırladığı Stüdyo Osep’ten

Osep’in cenazesi kendimce çok önemli sorular sormamı sağladı. O gün karşılaştığım ama hiç tanımadığım Ermeni cemaati kimdi? Osep’in kendi gibi normatif bir cinselliği deneyimlememiş yaşıtlarının hepsi ölmüş müydü, akranları neden cenaze de yoktu? Osep Türkiye’deki tek yaşlı gey miydi? Cenazenin ben de yarattığı boşluk duygusu ve yanıtlayamadığım sorularla Türkiye’deki LGBT yaşlılar üzerine çalışmaya karar verdim. Kısa süre içinde de konu, LGBT yaşlıların görünmezliğinin koşullarını çalışmaya itti beni. 90’lı yılların başında aktivizme katılmış kişiler henüz kırklı yaşlarındaydılar. Ama bu kuşak öncesi kişiler neden bu kadar ulaşılamaz olmuştular? Türkiye’de LGBT kimliklerin dolaşımı, 90’larla birlikte artmış olsa da bu kuşak öncesi normatif olmayan, verili heteronormatif cinsellikleri dönüştüren, ahlak kalıp ve yargılarına direnen cinsellikler ve kimlikler olmuş olmalıydı. Bu kişiler neden aktivizm alanının dışındaydılar? Osep’in varlığı ve hayat hikayesi buna en güzel kanıtlardan biriydi çünkü buradaki görünmezlik alanına ilişkin sert bir kontrast yaratıyordu. Peki Osep gibi bedenlere erişimimiz neden bu kadar sınırlıydı? Sara Ahmed beden ve mekânın arasındaki karşılıklı ilişkiyi anlatırken bedenlerin mekanlara erişebileceği gibi mekanların da bedenlere erişebileceğini bu ilişkinin karşılıklı kurulduğunu söyler. Türkiye’de yaşlılık, mekânsal ve bedensel olarak karşılıklı olarak birbirini dışlıyordu.

Yaşlıların izini LGBT hareketi üzerinden süremeyeceğimi fark etmemle birlikte (çünkü bu grup hala çok gençti) Türkiye’nin 90’lar öncesi toplumsal tarihine geri dönmem ve cinsel azınlıkların deneyimlerini kavramam gerekti. Şimdilerde bizim yaşlı olarak tanımlayabileceğimiz altmışlı yaşlarındaki kişiler, 70’li ve 80’li yıllarda nasıl bir toplumsal bağlamın içindeydiler de bugün onlara erişimimiz bu kadar sınırlı? Bu çalışmanın sonuçları, kısa bir metinde anlatmak için oldukça uzun ve karmaşık ama ortaya çıkan birkaç başlık şöyle:

‘LGBT Yaşlı’ Kategorisi Ne kadar Meşru Bir Kategori?

LGBT yaşlılar kalıbı Türkiye’deki tarihselliği içinde kendi içinde öznesiz, anlam kaybı yaşayan, üstten bir tabir çünkü 90 öncesi kuşak kendini bu modern kimlik kategoriyle tanımlamaya imtina ediyor. Aksine, LGBT kimliklerinin kendi içindeki ayrımları, netlikleri ve belirlenmişlikleri 70’li ve 80’li yılların cinsel kimliklerinden çok başka. Lubunya, gacı, dönme gibi kimlikler, kendi içinde çok daha geçişken, stratejik ve refleksifler. Günümüz koşullarında bir lubunyanın deneyimi, gey kimliğini çağrıştırsa da lubunya ve gey kimliğini birbirine eşlemek bu kimliklerin çok anlamlı, karmaşık yapılarını sadeleştirip içeriğini yoksunlaştırma riski yaşıyor. LGBT hareketi geliştikçe daha çok kişi, kendini LGBT kimlikler üzerinden tanımlayıp yaşlı LGBT’ler olarak açılacaklar ama bizim erişmeyi hayal ettiğimiz bu görünmez grup, bu kimliklerin ötesinde bir gerçeklik deneyimi yaşıyor. LGBT kimliklerin üstünü örttüğü daha yerel, performatif cinsel kimlikleri tekrar dağarcığımıza kazandırmadan yaşlılığı tahayyül etmemiz çok güç.

LGBT Hareketi, Kimliklerin Dönüşümü ve Alan Mücadelesi[1]

LGBT hareketi ortaya çıktığı dönemde dinamik bir tarihsel ilişkiler ağı içinden çıktı. Lubunya, gacı, dönme gibi kimliklerin lezbiyen, gey, biseksüel gibi kimliklere dönüşümü de kendiliğinden, şiddetten bağımsız bir alanda gelişmedi. Aksine, 90’lı yılların başında ortaya çıkan yeni kuşak, kendinden önceki kuşağa alanın kurallarını yeniden belirleyip güç kazanmak için mesafe koymaya, ve kendini ayrıştırmaya çalıştı. Askeri darbe sonrası bu kuşak, kendisini küresel LGBT politikasının diline entegre edip, bu politikanın bir kültürü olan uluslararası kurumlarla iş birliğini geliştirirken önceki kuşakla aralarındaki formasyon değişime uğradı, dil değişti. Çarka çıkan, polis ve devlet şiddetini sokakta birebir deneyimleyen önceki kuşağın gacıları giderek daha marjinal, eğitimsiz, ayak direyen bir grup gibi algılanmaya başlandı. Artan kuşak farkı, ayrışma ve politika yapma biçimindeki farklılaşmayı Ülker Sokak deneyimi üzerinden de okuyabiliriz.

LGBT hareketi Ülker Sokağı aktif olarak deneyimlenmiş bir mücadele alanı olarak resmediyor olsa da ben gacı/trans kimliklerin giderek içe kapandığı, yakın gelecekte ivme kazanacak LGBT hareketinin aldığı mesafelerle dayanışma yoksunu, topluluğu ayrıştırıcı bir şiddet hikayesi olarak okuyorum. Bu tip yerinden edilmeler farklı cinsel azınlıkların asimetrik ilişkilerini daha iyi resmediyor. Özellikle gacı/trans kimliklerinin tarihsel olarak maruz kaldığı devlet şiddeti, kendini defalarca göstermiş yerinden edilme, polis şiddeti ve beden regülasyonunu somutlaştıran bir dizi hikâyeye götürüyor yakın Türkiye tarihi bizi. Koalisyon hükümetlerinin kendi içindeki fikir ayrılıklarının da bir sonucu olarak kapatılan Abanoz Sokak, sonrasında Dolaptere’de derme çatma seyyar evlerde seks işçiliği yaparak hayatta kalmaya çalışan dönemin gacıları, kent mekanlarının yeniden düzenlenmesi süreciyle Ülker Sokak’ta tekrar yerinden edildi. Çoğunluğu geylerden oluşan; trans/gacı kimliklerin neredeyse hiç temsiliyet bulamadığı, lezbiyen ve biseksüel kadınlarınsa sınırlı bir katılım gösterebildiği dönemin LGBT hareketi, aslında Ülker Sokağı teğet geçti. Sokak boşaltıldıktan sonra alıştıkları güvenli alanın dışında çalışmaya başlayan, otoyollarda seks işçiliği yaparken ölen kadınlar da bu gruplar arası ayrışmanın ve dayanışma eksiğinin çarpıcı sonuçlarından. Yerinden edilmeler, devlet şiddeti ve kuşaklar arası ilişkiler bizi yaşlılığa götüren sarmalları oluşturuyor.

LGBT yaşlılar dediğimiz kaybolup gitmiş kuşak, bir dizi alan savaşı sonucunda dışarıda kalmış, marjinal ve dezavantajlı bir grup. Askeri darbe ve neoliberal toplumsal yapı bu mesafeyi ve kopuşu belirleyen iki önemli hat olarak ortaya çıkıyor. LGBT hareketi, darbe sonrası görece liberal sistemi daha stratejik olarak dönüştürdü ve kendisini küresel bir aktör haline getirdi. Özellikle International Lesbian, Gay Association (ILGA) gibi uluslarası kurumlara katılım aktivizm pratiğinde yeni bir kültürlenme yarattığı gibi yerel cinsellikleri, politika yapma biçimlerini de batı evrenselliğini öne çıkararak dönüşüme uğrattı. Neoliberalizm ile birlikte ortaya çıkan dönüşüm, yerel, kendine içkin kimliklere politik şiddet olarak yansıdı ve bu kimlikler meşruiyetlerini kaybettiler. Hiç şüphesiz tarih, Benjaminci bir yerden bastırılmış olanı yeniden ortaya çıkarıyor. LGBT yaşlıları konuşmaya başladıkça askeri darbenin ve neoliberal toplumsal düzenin Türkiye’deki cinsel azınlıkları nasıl dönüştürdüğünü ve etkilediğini de konuşacağız. LGBT hareketinin yaşlılık etrafında dönen konuya ilgisi, onu hiç olmadığı kadar öz düşünümsel (self-reflexive) sorular dizinine maruz bırakacak ve aktörü olduğu politik ve sembolik şiddet ile yüzleşebileceği bir zemin sağlayacak.

Farklılaşan LGBT Kimlikleri

LGBT kimliklerin her biri farklı bir yaşlanma deneyimi yaşıyor. Özellikle de trans kimliklerin yaş deneyimi çok farklı. Bunun temel sebeplerinden biri bu grubun yoğun devlet şiddetine maruz kalması. Özellikle gerontoloji disiplininin 65 yaş üstü olarak kavramsallaştırdığı yaşlılık nosyonu, nefret suçlarının bu kadar sık karşılaşıldığı bir coğrafyada anlamsızlaşıyor. Trans kimlikler, toplumsal olarak avantajlı diğer kimliklere göre daha hızlı yaşlanıp, yıpranabiliyor. Karşılaşılan devlet şiddetinin bir diğer sonucu da trans kimlikleri kendi içinde daha dayanışmacı, devrimci bir performans edinmelerini sağlamış olması. Özellikle yaşlılara bakım, trans gruplar içerisinde bir kavram olarak ortaya çıkabiliyor ve yaşlılık konusunu tartışmaya zemin hazırlıyor çünkü diğer LGB kimliklere göre bu grup içerisinde kuşaklarası bağlar, bilgi ve kültür paylaşımı zorunlu olarak daha güçlü. Yaşlılığın görünmezliğinin koşulları, burada anlatılan birkaç başlığa sığamayacak kadar politik, sosyal ve kültürel bir alan. Türkiye’de yaşlılığın sosyal politika ekseninde gelişmemiş olması da hiç şüphesiz bu dinamiği pekiştiriyor. Yaşlılık çalışmaları şaşırtıcı derecede politik hareketleri daha düşünümsel, daha katılımcı ve yerel bir noktadan güçlendirebiliyor. LGBT hareketinin de ne kadar kapsayıcı bir politika izleyeceği ve alanın dinamiklerine göre ne kadar dönüşebileceği bu konuyla kurduğu bağın içeriğini belirleyen temel mekanizmalardan olacak.

*Bu yazı Kaos GL Dergi’nin “Yaşlılık” dosya konulu 160. sayısında yayınlandı.

Kaos GL Dergi'yi online okuyabilirsiniz

Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz. 

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 


 

[1] Alan mücadelesi kavramsallaştırmasını, Pierre Bourdieu’nün field (alan) kuramı üzerinden gerçekleştiriyorum.


Etiketler:
İstihdam