25/04/2013 | Yazar: Tunca Özlen

Eşcinsellere bir küfür etmediği kalan Erdoğan, 11 sene önce eşcinsellerin hak ve özgürlüklerinin de yasal güvenceye alınması gerektiğini söyleyen Erdoğan ile aynı kişidir

Geçtiğimiz sene düzenlenen Onur Yürüyüşü’nde kafamı nereye çevirsem, “Anayasa’da cinsel yönelim, Anayasa’da cinsiyet kimliği” yazan dövizlerle karşılaştım. LGBT’lere (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) yönelik ayrımcılığın yasaklanmasının ve eşit yurttaşlık haklarının anayasal güvenceye alınması, hareketin uzun zamandır gündeme getirdiği meşru taleplerdi ve memlekette artık “sivil anayasa” rüzgârı esiyordu. Öyle ya, bu talepleri daha yüksek perdeden gündeme getirmenin tam da sırası değil miydi?
 
Bazı LGBT dernekleri TBMM yollarını arşınladı, parlamentoda grubu bulunan partilerle, aslında çoğunlukla BDP ve CHP milletvekilleriyle görüştü, taleplerinin “sivil anayasada” karşılık bulması için çaba harcadı. Meclis çatısı altında süren görüşmelerden akıllarda, yumurta gibi milletvekili olan Burhan Kuzu’nun "Eşcinsellerden eşitlik ve evlilik hakkı tanınması için yoğun talep geldi. İstiyorlar diye verecek miyiz? Kamuoyu buna hazır değil” sözleri kaldı. Görüldüğü gibi sivil anayasa yapma süreci her kesimin görüşü alınarak ilerliyordu ancak çerçeveyi kamuoyunun gerçekleşmesine hazır olduğu konular belirliyordu. Kamuoyu başkanlık sistemine, eyalet modeline, yerelleşmeye hazırdı ama kamuoyu destekli olmayan “yoğun talep” beklemek zorundaydı.
Gel gelelim, AKP’nin “statüko karşıtlığına” bel bağlanmanın maliyeti büyük oldu. Anayasa gündemine yapılmak istenen müdahale, LGBT hareketinin taleplerinin marjinalize edilmesi, öbür taraftan anayasa yapım sürecinin kamuoyunun koşullandırılmış hassasiyetleriyle örtüştürülmesiyle sonuçlandı. İktidarın sicili ortada iken yapılan bu girişim sayesinde eşitlik taleplerinin değil, AKP’nin anayasa yapma ehliyetinin meşruiyeti genişletilmiş oldu. Özetle, LGBT hareketi anayasa gündeminde büyük bir taktiksel hata yaptı. Hatanın gelişi ise, çarşambadan belliydi. Tayyip Erdoğan henüz siyasi yasaklıyken ve partisi iktidara taşınmamışken söylediği, “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart” sözlerinin yıllar sonra keşfedilmesinin yarattığı heyecan, iktidarın sonradan pervasızca açık ettiği homofobik yüzünün görülmesini, LGBT hareketinin AKP karşıtı bir pozisyon almasını zorlaştırdı.
 
Kendisiyle birlikte bakanlığının ismini de çöplüğe götüren Aliye Kavaf’ın 2010 Nisan’ında sarf ettiği, “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum” sözleri, aslında gecikmiş bir işaret fişeği niteliğindeydi. Kavaf’ı protesto eden ve özür dilemeye çağıran Kaos GL üyelerinin yaka paça dışarı atılmaları, LGBT hareketinde AKP’ye yönelik beklentilerin sonunu getirmeye yeterli olmadı. Kavaf’ın sözlerine destek veren dinci derneklerin arasında Mazlum-Der’in de olması bardağı taşırmaya yetmedi. Giderek artan eşcinsel ve trans cinayetleri, “AKP’den önce olmuyor muydu” tesellisiyle kamufle edildi.
Zoka büyüktü; yutmak için ağız iyice açılmalı, gözler sıkıca yumulmalıydı.
 
Anayasa olmazsa, “barış” var
Haklarının güvence altına alınmasıyla sonuçlanmayacağı açık olan bir anayasanın yapım sürecine LGBT’lerin itirazları yükselmeye başlamıştı ki, imdada “barış süreci” yetişti. Kimilerince Türkiye’nin en önemli meselesi olarak görülen Kürt sorununun nihayet çözüm yoluna girdiği, sürecin LGBT haklarını kapsamaya daha müsait bir anayasa ile taçlandırılacağı beklentisi geniş kesimlerde karşılık buldu. Büyük ölçüde Kürt sorunundan beslenen milliyetçiliğin ve militarizmin zayıflayacağı, LGBT’lere yönelik ayrımcılığa zemin sunan ideolojik arka planın ortadan kalkacağı söylendi. Zokayı yutmak için gözler o kadar sıkı yumulmuştu ki, artık uykuya dalmak ve rüya görmek işten bile değildi.
 
Eleştiri üstü tutulan sürecin, AKP’nin kendi Kürdünü yaratma, Kürt halkını ikinci asimilasyon dalgasından koruyan PKK’yi tasfiye etme ve Hamidiye Alayları’nı yeniden kurarak bu sefer Suriye’nin üzerine sürme amacıyla yürütüldüğünü gerçeğini görmeliyiz. Birinci Cumhuriyet’in denediği ve önüne geçilemeyen uluslaşma düzeyi sayesinde çöken Kürtleri Türklük içinde asimile etme politikasının yerini, İkinci Cumhuriyeti’nin Kürtleri din içinde eritme ve ulusal bilinci ümmetçilikle zayıflatma stratejisi alırken, sürecin barış veya çözüm adı altında parlatılmasına kanmamak gerek. Öcalan’ın Kürtleri “İslam bayrağı” altına çağırması, Kürt hareketinin AKP’nin kendi Kürdünü yaratma politikasının önünde durmayacağını gösteriyor.

Pek iyi, anayasaya giremeyen LGBT’ler “İslam bayrağı” altına sığınabilir mi? Başka türlü sormak gerekirse, AKP kendi eşcinselini yaratabilir mi? Bırakalım cevabı Hollanda seferindeyken basının sorularını yanıtlayan Tayyip Erdoğan versin: “Bunu halkının çoğu Müslüman olan veya İslam kültürü içerisindeki bir yaklaşım olarak söylüyorum, eşcinsel bir aileye bir çocuğun teslim edilmesi, bir defa o toplumun kendi genel ahlak kurallarına terstir, kendi inanç değerlerine terstir.”
 
Eşcinsellere bir küfür etmediği kalan Erdoğan, 11 sene önce eşcinsellerin hak ve özgürlüklerinin de yasal güvenceye alınması gerektiğini söyleyen Erdoğan ile aynı kişidir, dünya görüşü aynıdır, niyetleri aynıdır. AKP’nin toplumu, devlet aygıtını ve resmi ideolojiyi dönüştürürken elini giderek daha rahat ve güçlü hissetmesini sağlayan unsur, paranın gücü ve liberallerin düşünsel yardımıdır. AKP’nin son hamlesi yeni anayasa ve barış süreci, söz konusu dönüşüm operasyonunun son halkaları olarak, yani anlamı kendinden menkul gündemler olarak değil bu tarihsel bütünlük içinde ele alınmadıkça, zokaların ardı arkası kesilmeyecektir.
 
Yumulu gözlerimizi açarsak görürüz ki, dine ve dini referans alarak ülkeyi idare eden AKP zihniyetine göre eşcinsellik günahtır, Batı’dan ithal edilmiş yoz bir yaşam biçimidir, bulaşıcı bir hastalıktır. Ne İkinci Cumhuriyet’te, ne anayasasında ve ne de çimentosunu oluşturan “İslam kardeşliğinde” LGBT’lere yer yoktur. Daha doğru bir ifade ile, LGBT’ler AKP anayasasına sığmaz!

Etiketler:
nefret