26/02/2014 | Yazar: Mehmet Tarhan

Sadece LGBT aday ve aday adayı sayısı üzerinden geliştirilecek ilişkiler LGBT hareketinin özgürlükçü söylemini iğdiş edip bir vitrin malzemesine dönüştürmekten başka bir şeye hizmet etmeyecektir.

Sadece LGBT aday ve aday adayı sayısı üzerinden geliştirilecek ilişkiler LGBT hareketinin özgürlükçü söylemini iğdiş edip bir vitrin malzemesine dönüştürmekten başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Tabii amacımız uygarlığın göstergesi icabı gey evlilikleri onaylayan ama bunun karşılığında göçmenlerden ve translardan nefret eden neo-liberal Avrupa demokrasisi değilse.
 
2013 yılı LGBT hareketi açısından oldukça hareketli bir yıl oldu. Anayasa çalışmalarıyla genişleyen meşruiyet zemini Gezi İsyanı ile hayal etmekten bile çekindiğimiz bir yere ulaşmış gibi görünüyor. Bu meşruiyet beraberinde siyasi temsil alanında daha cüretkar adımların atılmasına da vesile olmuş görünüyor. Son saydığımda CHP’den 3, HDP’den 2 LGBT belediye meclis aday adayı, bir de bağımsız LGBT belediye başkan adayı vardı. Bu sayının önümüzdeki günlerde artması beklenebilir. LGBT’lerin yerel yönetimlerde temsili oldukça önemli ancak yerel yönetimlerde temsilin, başlı başına yerel siyaset yapmak anlamına gelmeyeceği de oldukça açık.
Öncelikle temsil konusunu iyi tartışmak gerekiyor. LGBT örgütleri bütüncül bir haklar ve özgürlükler bakışıyla siyaset yapma iddiasında olsalar da çoğunlukla pratikte LGBT’ler adına siyasal alanda temsil iddiasındalar ve bu iddiada, iddia düzeyinde bir yanlışlık da yok. Ancak LGBT hakları alanının ötesine geçip LGBT’ler adına genel siyaset üretirken bu temsil iddiası ancak örgütlerin kitle desteği üzerinden tanımlanabilir. Peki bu kitle desteğini nasıl hesaplayabiliriz? Toplumsal ve resmi baskıları düşünürsek üye sayısı bunun için manalı bir veri olmayacaktır. İstanbul LGBT Onur Yürüyüşü de ise siyasi olarak heterojenliği arttığı oranda büyümesi bakımından güvenilir bir veri olarak alınamaz. Elimizdeki üçüncü veri ise Kaos GL’nin satış ve örgütlerin internet sitelerinin tıklanma sayıları olabilir. Muhtemelen bu üç veriyi birlikte kullanmak şimdilik tek şansımız. ancak LGBT hakları savunuculuğu yapmak ile LGBT’ler adına siyaset yapmak oldukça farklı şeyler. Kürt Sorunu, Çözüm Süreci gibi majör meselelerde LGBT örgütlerinin siyasi tutumu ile LGBT’lerin geneli arasında nasıl bir benzerlik olduğu sorusu; aslında LGBT örgütlerinin LGBT kitle tabanı üzerinde kendi siyasi perspektifini yaygınlaştırma konusunda ne kadar etkili olduğu, dolayısıyla ne kadar temsil yeteneği olduğunu da ortaya koyuyor olabilir. Burada örgütlerin bir beceriksizliğinden bahsetmek mümkün değil ancak, özellikle 2000li yıllarda kurumsal yapıların oluşturulması ve haklar alanıdaki yoğunlaşma siyasi farklılıkların çoğunlukla tartışılmaksızın bir arada olmasına dayalı niceliksel genişleme anlayışından bahsedilebilir. Bir önceki sayıda bu konuda farklı yazılarla bir tartışma yürütülmüştü. Hak temelli mücadeller ile özgürlük mücadelesi arasındaki ilişkinin tekrar üzerinde düşünmek gerekirmiş gibi görünüyor.
 
İkinci tartışma konusu yerel siyasetin ne olduğu hakkında olmalı. LGBT hareketi başından itibaren yerel örgütlenmeleri desteklemiştir. Hatta vakti zamanında “Kaos GL ile Lambdaistanbul arasındaki fark nedir?” sorusuna çoğunlukla siyasi farklılıklardan çok –kimisi olmadığını iddia edebilir- yerellik ve yerelin özgünlüğü vurgulanarak cevap verilirdi. Bugün Trans ağırlıklı çalışan ya da trans örgütleri dışındaki gruplar için benzer cevaplar halen verilebilir. Peki, siyasi ya da kültürel başkentte olmamak üretilen politikaların yerel politikalar olması için yeterli midir? Hatta kentlerin dahilindeki yerel farklılıkları nereye koyacağız? Bunun için İstanbul’un Beyoğlu’su içinde dahi İstikal Caddesi ile Dolapdere ölçeğinde dahi bakmak gerekebilir. Çoğu zaman maalesef aynı minvalde olsa dahi farklı yerlerden konuşmanın yerel politika yapmak olduğu yanılgısına düşüyoruz. Burada birincisi genel/ulusal düzeyde -haydi bizim için hukuki düzenlemeler diyelim- yürütülmekte olan çalışmaları yerelde kurulmuş merkezin/yerel iktidarın aracılığıyla koronun genişletilmesi olarak görebiliriz. İkincisi yerel adına konuşanların ulusal politikalar alanındaki temsil yeteneğini tartışmaya açmak zorundayız. Yerel örgüt bilgiyi/siyasi söylemi hangi dolayımla üretiyor? Üçüncüsü örneğin yerel ulaşım sorunlarının varlığının iletilmesi siyasi bir müdahale olmaktan uzaktır; olması gereken yerel sorun karşısında yereldeki LGBT’lerin çözüm önerilerinin aktarılması, dolayısıyla genel politikaların bunlardan beslenerek genişlemesi, kapsayıcılaşmasıdır. Bu noktadan baktığımızda örneğin Hevî LGBT’nin İstanbul’un Aksaray’ında translarla yaptığı toplantıdan çıkan, sokakta güvenliğin sağlanması için mobese kameralarının arttırılması talebi, genel siyasi çizgi ile nasıl bir tartışmaya girecektir? Örgütler bu tartışmalara zemin hazırlayabilmek için ne yapacaktır? Peki bu tartışmalar ve yerel sorunlara dair yerel önerileri tartışmadığımız sürece bin farklı yerde onbin farklı LGBT örgütü olsa yerel politika yapıyor olacak mıyız? Ya da bu tür talepleri görmezden gelmek ile doğrudan kabul ederek apolitikleştirme yolları arasında seçim mi yapacağız? Eğer gerekli siyasi tartışma zeminini oluşturmazsak her iki durumda da yereli değil genel siyasi hattı tahkim etmiş olmayacak mıyız? Dolayısıyla; yerel siyaset nefret suçları, yaşam hakkı, eğitim hakkı gibi majör ve Türkiye gibi aşırı merkeziyetçi bir ülkede merkezi düzeyde oluşturulabilecek değişikliklerden çok gündelik minör sorunlara dair aşağıdan yukarıya çözüm üretecek tartışmaların zemini oluşturmaktan başka bir şey değildir.
 
Üçüncü tartışma konumuz yerel yönetimlerde temsil edilmenin yerel siyaset yapmak anlamına gelip gelmediği. Siyasi özerklik bir yana mali ve idari özerkliği bile olmayan, hatta yeni büyükşehir yasasıyla merkezi idarenin daha etkili denetimine giren belediyelerin yerel siyasetten çok merkezi iktidarın yerel hizmetlerini üreten taşeron yapılar olarak öngörüldüğü ortada. Her ne kadar Dikili, Nilüfer ya da Bağlar gibi farklı belediyecilik arayışlarının ortaya konulduğu deneyimler olsa da çoğunlukla yerel seçimler yerel ihtiyaçlar ya da yerel politikalar yerine genel siyasetin bir yansıması şeklinde gelişiyor. Kendimizi kandırmaya gerek yok, sadece küçük yerleşim bölgelerinde, o da bazen adayların kişiliği –çoğunlukla ilişki ağı- sonuçları değiştirebiliyor. Özellikle 2014 yerel seçimleri de AKP için referandum niteliği taşıyor ve tüm taraflar çalışmalarını o minvalde sürdürüyor. Bu noktada yerel çözümler yerine majör siyasetin etkin olduğu bir dönemi birlikte izliyoruz. Maalesef HDP de iddialarının aksine şimdilik öyle bir görüntü sergiliyor. Peki bu genel siyasetin bir enstrümanı olarak yerel seçimlerde LGBT adaylar ne anlama geliyor? Şaşırtıcı biçimde kimi aktivistlerin bile skor tabelası gibi sosyal medyada paylaştığı adaylıklar önemli ancak maalesef aday sayısı üzerinden bizim için ortaya çıkacak sonuç sadece zaten Gezi’den bu yana aşılmış olan “görünürlük”ten öte bir katkı sağlayacak gibi gözükmüyor. Aday adaylarının herhangi birinden LGBT özeli de dahil olmak üzere genel olarak ne tür sorun tespitleri ve ne çözüm önerileri olduğuna dair bir metin ortada yok. LGBT Siyasi Talepler Platformu’nun talep listesi örgütlerin temsil gücünün kabulü ve müzakerelerde örgütlerin muhatap alınması konusuna yoğunlaşıyor. Ancak maalesef bu listede yataylığı esas aldığını söyleyen bu örgütlerin yerel sorunların belirlenmesi ve çözülmesi konusunda ne tür bir mekanizma öngördüğü ifade edilmiyor. Kaldı ki bu talepleri ortaya koyan platformun desteklediği adayların belediye meclislerinde LGBT temsilcisi olmanın ötesinde oy verenlerin/vereceklerin tamamına dair bir temsil öngörülmemiş gibi görünüyor.
 
Gezi, bireylerin kolektif kimliklerinden ya da sınıflandırmalardan doğru değil bireysel karşı duruşlarının bir zeminiydi. Sebahat Tuncel’in deyimiyle “Herkes kendi isyanını alıp gelmişti.” Bazı analizlerde LGBT’ler bunun dışında tutuluyor. Keza LGBT Blok ve LGBT’ler tek örgütmüş gibi algılanıyor. Ancak Blok’un ortaya çıkışı tam da kişilerin kendini temsil hakkını garanti almak içinmiş gibi okunabilir. Her bir kişi kendi adına oradaydı. Forumlarda ne zaman ki birileri başkalarının adına konuşmaya başladı, forumlar yani doğrudan demokrasinin deneyimlenmeye çalıştığı alanlar temsili demokrasinin etkisi altına girdi; forumlar sönümlenme eğilimine girdi. Zaten temsili demokrasi için işleyişinden şikayetler de olsa kurumlar ve mekanizmalar mevcuttu. Ve bu bizi Gezi’nin yerel seçimlere tahviline getirdi. Bütün enerji 30 Mart’a aktarılmaya çalışılınca elbette müesses nizam içinde yer arayışları da başladı.
 
Maalesef LGBT hareketi de Gezi ile yükselen görünrlük ve Onur Yürüyüşü’ndeki yüksek katılımı müesses nizam içinde temsile tahvil etmiş görünüyor. Hareketin iddiaları ve Gezi’nin öğrettiklerini bir yana bırakıp, bu görünürlüğü LGBT’ler ile siyasi tartışma zeminlerini geliştirmek ve kitle tabanını geliştirmek yerine kültür savaşlarının bir nesnesi olmayı seçmiş gibi görünüyor. Daha önceki yazılarımda uzun uzun LGBT hareketi ile CHP arasındaki yakınlaşmanın ikili neoliberal siyaset projesi ile ilişkilerine değinmiştim. AKP’nin özgürlükçülüğünün sınırlarını gösteren bir siyasi nesne olarak LGBT’lere dair politikaların bizi nereye götüreceğini dünya örnekleri üzerinden tekrar tartışmakta fayda olduğunu söylemekle yetineceğim. Kapsayıcı olmak ve AKP’yi yenmek, hiç olmazsa “karizmasını çizmek” hedefine kilitlenen CHP’nin zaten tartışılır solluğundan sağa kayması, üstelik bu kayışın araçlarının Yeni CHP diye bilinen ve sol-liberal kanat olması da üzerinde düşünülmesi gereken diğer konu.
 
Belki de aşağıdan yukarıya ve yatay bir siyasi hat yerine CHP ile genel merkez üzerinden kurulan ilişkilerle temsil olanaklarını aramayı, bu sırada aday adaylıklarıyla özellikle yıllardır ortak hareket edilen BDP ve HDP bileşenleri üzerinde skor baskıları oluşturmayı, belki de bugün LGBT hareketini apolitize etmeye neden olabilecek gerici girişimler olarak olarak tanımlamak gerekiyor. Keza sadece LGBT aday ve aday adayı sayısı üzerinden geliştirilecek ilişkiler LGBT hareketinin özgürlükçü söylemini iğdiş edip bir vitrin malzemesine dönüştürmekten başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Tabii amacımız uygarlığın göstergesi icabı gey evlilikleri onaylayan ama bunun karşılığında göçmenlerden ve translardan nefret eden neo-liberal Avrupa demokrasisi değilse.

Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin “Kent ve Yerel Seçimler” başlıklı 134. sayısında yayınlanmıştır. 


Etiketler:
İstihdam