07/12/2010 | Yazar: Fırat Söyle

Türkiyeli LGBT bireylerin hak ve özgürlüklerini savunmak ve homofobiye dayalı ayrımcılığı aşmak amacıyla yıllar sonra bir araya gelen insan hakları mücadelesi veren hak

Türkiyeli LGBT bireylerin hak ve özgürlüklerini savunmak ve homofobiye dayalı ayrımcılığı aşmak amacıyla yıllar sonra bir araya gelen insan hakları mücadelesi veren hak savunucuları yeryüzüne çıktıklarında karşılarında devletin kimi kurumlarını gördüler. Olmayacak bir şey değildi devletin karşı bir reflekste bulunması. Erkekten hoşlanan erkekler, kadından hoşlanan kadınlar, hem kadın hem de erkekten hoşlanan kadın ve erkekler ile bedenine sığmayarak isyan eden kadın ve erkekler artık yer altında yaşamamaya karar vermişlerdi bir kere.  Özgürlük ve eşitlik talebini dile getiren “öteki” olanların haklarını savunan politik hareketler Türkiye’nin farklı yerlerinde ortaya çıkmaya başlamıştı 2006 larda Ankara Kaos GL, ardından Bursa Gökkuşağı yine Ankara Pembe Hayat derneklerinin feshi için Dernekler İl Müdürlükleri soluğu adliyelerde almışlardı. Ancak savcılıklar bu talepleri reddedip herkesin örgütlenme hakkının olduğunu söyleceklerdi.  Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği ile Siyahpembeüçgenizmir LGBTT Dayanışma Derneği’nin doğumları sancılı olmuştur.
 
Açılan davalarda bu örgütlenmelerin hukuka ve ahlaka aykırı olduklarının yanında varoluş nedenlerini de yok saymaya çalışılmıştır.  Oysaki örgütlenme hakkı kişinin içinde yaşadığı topluma ve toplumsal yaşama katılımını sağlayan en önemli kanallardan birisidir. Bu sayede tek başlarına seslerini gerektiği gibi duyuramayan bireyler toplanarak bir baskı grubu oluşturur ve kendi çıkarlarını doğrudan ilgilendiren konularda taleplerini etkili bir şekilde ortaya koyarlar. Hukuk savaşını elbette haktan hukuktan yana örgütlenmeler kazanacaktı uzunca bir süreden sonra. Kaos GL, Pembe Hayat ve Bursa Gökkuşağı ile daha sonra da Lambdaistanbul ve Siyahpembeüçgen LBGT örgütlerinin feshi davaları nasıl bir hukuk sitemi içinde olduğumuzu gösterdi. İç mevzuatımızda LGBT bireylerinin örgütlenmesini engelleyen yasa maddeleri mevcut olmamasına rağmen kamu idarecilerin kendi değer yargıları içinde örgütlenme hakkına halel getirme çabaları hukuk mücadelesini getirmiştir. Bu hukuk mücadelesi yeni mücadele alanları yaratırken farkındalık da sağlamış oldu. Başında olması gereken örgütlenme özgürlüğü, mahkemeler kararları ile sonunda sağlanmış oldu. Bundan sonraki süreçte dernekleşmek isteyen LGBT bireylerinin hiçbir sorunla karşılaşmamaları gerekmektedir. Ancak ayrımcılığın diz boyu olduğu teamüllerde başımıza nelerin geleceğini kestirmek bazen güç olabilmektedir.
 
Temelinde önyargılar, gelenekler, dinsel inanışlar gibi düşünceler nedeni ile insanların kendileri gibi olmayanlara karşı geliştirdikleri somut veya soyut şekillerle kendini gösteren nefret söylemi son yıllarda daha da bir görünür hal almıştır. Toplumun farklı kaynaklarından beslenen “nefret söyleminin” cezai müeyyidesi olmaması ve gün geçtikçe farklı şekillerde tezahür etmesi yeni mağdurların ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Nefret söyleminin temelinde ırkçılık, etnik köken farklılığı, farklı cinsel yönelimlere ve cinsiyet kimliğine sahip insanlara karşı duyulan hisler vardır. Nefret söylemi içeren suçların yoğun olarak azınlık gruplara karşı işlendiği aşikârdır.  Bu azınlık grupları içinde de her yönü ile mağdur edilen eşcinsel, biseksüel ve trans bireyler yer almaktadır (LGBT).
 
Dünyada gün geçtikçe daha çok görünür olan nefret söylemlerine karşı parlamentolar yasal düzenlemelere giderken Türkiye’de ise bu konu askıda hüküm olmaktan ileriye gidememektedir. Türkiye’deki siyasal partilerin ve karar vericilerin birçoğu, LGBTT söz konusu olduğunda, etik ve politik yükümlülüklerin farkında değilmiş gibi bir tavır takınmaktadır. Hatta sık sık toplumsal-dinsel önyargılara yaslanarak doğrudan ayrımcılık içeren ifadelere başvurup, homofobiyi meşrulaştırmanın da ötesinde nefret söylemini körüklemişlerdir.
 
Yakın bir zamanda Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Kavaf’ın Hürriyet Gazetesi’ndeki “eşcinsellerin hasta olduğu ve tedavi edilmesi” yönündeki açıklaması başkaca suçları içerdiği gibi gazetedeki beyanları tamamen bir nefret söylemidir. Devlet Bakanı Kavaf’ın açıklamasını fırsat bilen başka kişi ve gruplar nefret söylemlerini basın açıklaması ile dile getirirken Kavaf’ın açıklamasını desteklediklerini deklere etmişlerdir.  Devlet Bakanı Kavaf’tan çok önceleri de aynı partiden ve başkaca kurumlardan isimlerin günün sözü olabilecek söylemleri ise şöyledir: Başbakan “Batı’dan ahlaksızlık aldık”,  TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu “Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz? Tabii ki vermeyeceğiz!”, “Toplum henüz bu tür taleplere hazır değil”, “Önümüzdeki yüzyılda belki olabilir”, “Onlara iş veya ev vermeyenlere niye böyle yapıyorsun denemez”. Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 29.05.2008 tarihli, 2007/190 Esas ve 2008/238 Karar Sayılı gerekçeli kararında “söz konusu farklı cinsel yönelim sahibi erkek ve kadınların azlığı ve bu tür taleplerin dillendirilmeye başlanması olgusunun çok kısa bir döneme tekabül etmesi ve hatta ülkemizin kırsal kesiminden ziyade sadece metropol şehirlerde ortaya çıkmış bulunması hususları hep bir arada değerlendirildiğinde, toplumun aşağı yukarı tamamına yakın bir kesimi tarafından tasvip edilmeyen, ahlaka ve edebe aykırılık olarak kabul edilen ve nitelendirilen bir yapı arz ettiği söylenebilir”.
 
İstanbul Fatih’te işlenen bir cinayetin haberi ile Fatih Cumhuriyet Savcılığı’nın soruşturma dosyasındaki olaya dair ifadeler nefret söylemlerinin insanların beyinlerinde nasıl yer edinmiş olduğunu görüyoruz. Gece saatlerinde iki trans kadının evine gelen üç kişinin saldırısı üzerine (bunlardan biri 1991 diğeri ise 1989 doğumludur) birisi önce boğazından sonrasında sırtından aldığı bıçak darbeleri sonucu ölürken arkadaşı ise ensesinden aldığı bıçak darbeleri ile günlerce yoğun bakımda kalmıştır. Başka bir olayda Kuşadası’nda bir transı öldüren zanlının olay yerine gelen polis ve diğer kişilere “Nasıl, iyi etmişim değil mi? demesi ile Bursa’da bir transın kafasının kesilerek çöpe atılması son derece korkunçtur. Trans ve eşcinsel bireylere karşı nefret cinayetleri azımsanmayacak rakamlardadır. Cinayetlerin halen aynı şekillerde ve hislerde devam ediyor olması bir o kadar korkunçtur.
 
LGBTT bireylerine karşı devam eden “nefret söylemi” ve “nefret cinayetleri” devam etmektedir. Nefret söyleminin ve bu söylemin getireceği cezai müeyyidenin Ceza Kanununda tanınması ile birçok farklı kesimin yasalarca korunacağı aşikârdır. Yürürlükteki Ceza Yasasının 216 maddesi “farklı birey ve gruplara” gerekli korumayı sağlamadığı gibi mağdur olan birey veya grupların aleyhine dönüşen bir madde olduğunu görebilmekteyiz. Eşcinsel ve trans bireylerin sıkça maruz kaldıkları nefret suçlarına yönelik esaslı bir müeyyidenin düzenlenmesi ile adalet uygulayıcılarının daha sağlıklı kararlar vereceği gibi sıkça yaşanan nefret suçlarında azalma olacağı bir gerçektir.
 
Yürürlükte olan yasal düzenlemeler ile ancak yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ciddi ihlali durumunda ağır cezalar verilmektedir. Verilen bu cezalar çoğu zamanda “haksız tahrik” gibi sebeplerle indirilmektedir. Eşcinsel veya transseksüel birisi ile cinsel ilişkinin yaşanmasından sonra meydan gelen yaşam hakkı ihlalinde sanıklar kimi zaman adeta ödüllendirilmektedir. Ceza Yasasının 29 maddesi uygulanarak cezai indirimlere gidilmektedir. Haksız tahrik olarak lanse edilen ceza indiriminde nefret etme halinden bahsetmek olasıdır. Aynı suçun heteroseksüel bireye karşı uygulandığında cezanın en üst haddinden karar verileceği aşikârdır. Ancak mağdur LGBTT bireyi ise cezalandırmada normalleştirme söz konusu olabilmektedir.
 
Genel ahlak adı altında LGBT bireylerin ifade hürriyeti çoğu zaman engellenmektedir. Kaos GL Dergisinin 28. Sayısının toplatılması, çeşitli yayınlardan çıkan kitapların sansürlenmesi, LGBT bireylerine yönelik hizmet veren çeşitli internet sitelerinin erişimlerinin engellenmesi ile 2007 tarihli 5651 Sayılı Kanun ile internet cafelere sansür getirilmesi gibi. İnternet cafelere getirilen sansür ile binlerce web sitenin engellenmesi söz konusudur. Bu durum temek hak ve hürriyetlere aykırı bir durum olup genel ahlak adı altında LGBTT bireylerin sosyalleşmeleri, bilgiye erişimi gibi pek çok konuda engellemeler olmaktadır.
 
Devletin kendi yarattığı ayrımcılıklardan biriside eşcinsel bireylerin çalışma hayatına yöneliktir. Devlet memuru olarak çalışan eşcinsel bireyler “devlet memuru olma vakarına uygun olmadıkları gerekçesi ile eşcinsel erkeklerin işine son verebilmektedir. 657 Sayılı Kanunun 125. maddesi gereğince “ devlet memuru olma vakarına aykırı” olarak görülen eşcinsellik devlet memurluğundan çıkarılma cezası ile cezalandırılmaktır. Maalesef bu idari kararlar mahkemeler tarafından onay görmektedir. İstanbul İdare Mahkemelerinden birisinin yakın tarihli bir kararında aynen şu ifade yer almaktadır: “eşcinsellerin devam ettiği gece kulüplerine gitmesi ve değişik zamanlarda veya yerlerde bu kişilerle konuşması, arkadaşlık etmesi yürütülen meslek ve devlet memuriyeti ile bağdaşmayan nitelikte fiiller olduğunun kabulü gerektiğinden davanın reddine” şeklinde karar vermiştir. Heteroseksüel bireylerin bu gibi davranışları devlet memuru olma vakarına uygun iken eşcinsel bireylerin aykırı olmasını sadece ayrımcılıkla açıklayamayız. Bu ayrımcılığın temelinde nefret etme durumu söz konusudur. Transseksüel bir kadının çalıştığı kurumdaki tuvaleti kullanabileceğinden dolayı (kurum amirinin eşi bu tuvaleti de kullanmasından kaynaklı) mevzuata aykırı bir şekilde başka bir şehre atanması yapılmış ancak mahkeme kararı ile durum düzeltilmiştir.
 
LGBTT bireylerinin karşılaştıkları diğer bir olumsuz durum ise çalışma hayatlarındadır. Gerek kamuda gerekse özelde çalışan LGBT bireyler cinsel yönelimlerinden ve cinsiyet kimliklerinden dolayı açık bir şekilde ayrımcılığa uğramaktadırlar. Çalışma hayatındaki trans bireylerin ancak kamuda çalışabildikleri fakat amirlerinin keyfi muamelelerine çokça maruz kaldıklarını ifade edebiliriz. Transfobik tavır ve düşünceler trans bireylerin çalışma hayatında olumsuzluklar yaratmaktadır. Mevzuata aykırı atamalar sıkça rastlanan durumdur.
 
Çalışma hayatındaki LGB bireylerin cinsel yönelimlerinin bir şekilde açığa çıkması ile gerek kamuda çalışanlar ile özelde çalışanların çalışma hayatları sona erdirilmektedir. Devlet personeli olarak çalışan LGB bireyler 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda açıkça belirtilmemiş olmasına rağmen bu yasanın 125 maddesine dayanılarak “devlet memurluğundan çıkarma” cezası ile karşı karşıya kalmaktadırlar. LGB bireylerin devlet memurluğundan çıkarılmalarındaki tek gerekçe “LGB olma devlet memurluğu ile bağdaşmayan bir durum olduğu” yönündedir. Çorum İdare Mahkemesinin yeni bir kararında eşcinselliğin devlet memuru olma vakarına aykırı olduğunu ifade ederek bir kamu personelini devlet memurluğundan çıkarma cezasını onaylamıştır. Buna benzer başka bir davada eşcinsel kimliğinden dolayı bir polis memuru devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmış ve Danıştay’da eşcinselliğin devlet memuru olma vakarına aykırı olduğunu belirterek ayrımcılığa imza atmıştır.
 
Özel işyerlerinde çalışanlara karşı ayrımcılık farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. İşverenler, mevzuata uygun hareket ederek “farklı” cinsel yönelimdeki çalışanlar üzerinde mobing uygulayarak istifa etmeleri sağlanmaktadır. Ayrıca LGB bireyleri zorla veya şantajlarla istifa etmeleri söz konusu olabilmektedir.
 
Trans bireylere halen devam eden keyfi ve ayrımcı bir uygulamada emniyet görevlilerinden gelmektedir. Trans bireylerin, sosyal yaşamdan soyutlamaya çalışan ve görünürlüklerinden “rahatsız olan” emniyet görevlileri trans bireyleri idari para cezaları ile cezalandırmaktadır. Sosyal alanda yer almaya çalışan trans bireylerine karşı Kabahatler Kanunu ile Karayolları Trafik Kanununun 68. maddesinden istinaden idari para cezaları kesilmektedir. En nihayetinde sex işçiliği yaparak hayatlarını idame etmeye çalışan bireylere karşı bu idari para cezası ile cezalandırılmaları bu bireyleri yoksulluğa ve sefalete sürüklemektedir. Bu keyfi ve ayrımcı idari para cezalarına, yasal süresi içinde sulh ceza mahkemelerinde itirazları söz konusu olduğunda iptalleri söz konusu olabilmektedir. İdarecilerin keyfi ve ayrımcı tutumları çoğu zaman mahkeme kararları ile iptal edilmektedir.

Eşcinsel erkeklerin maruz kaldıkları diğer bir hukuksuzluk da askerlik süreci içinde karşılaştıkları durumlardır. TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliğindeki düzenlemelerden birisi de eşcinsel erkeklerin “hasta” olarak görüldüğü ve kamuoyunda çürük olarak bilinen askerliğe elverişli değildir raporuna giden süreç ile bu raporun alınmasından sonra eşcinsel bireylerin karşı karşıya kaldığı ayrımcılıklardan bahsedebiliriz. Eşcinsellik, Sağlık Yetenek Yönetmeliği’ne göre ise bir psikoseksüel bozukluk olarak kabul ediliyor. TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği 17. maddesi ve devamında “seksüel davranış bozukluklarının askerlik ortamında bilinerek sakıncalara yol açması, bu durumun kıt'a anketi veya resmî belgelerle saptanması gereklidir” ifadesi ile anal muayene, pornografik fotoğraflar, çeşitli testlerle bu hal tespit edilmeye çalışılmakta ve eşcinsellere yönelik bir cezalandırma mekanizması da oluşmaktadır. Askerliğe elverişli değildir raporu alımında temel hak ve hürriyetler ile özel hayatın gizliliği ihlal edilmektedir. İnsan haklarına aykırı olan bu durumun bir an önce yasal düzenlemelerle giderilmeli ve askerliğin zorunlu olmaktan çıkarılması gereklidir.

Yaşam hakkı, temel hak ve hürriyetler gibi pek çok konuda mağdur edilen LGBT bireyler her geçen gün daha çok görünür olmakta, örgütlenmekte ve eşitlik taleplerini daha yoğun olarak dillendirmektedir. Uluslararası ve ulusal mevzuatın hayatın gerisinde kalması ile ortaya çıkan pek çok ihtiyaca cevap verebilecek yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir. Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’nin pek çok kararı bu yasal düzenlemelerin nasıl yapılması gerektiğini göstermektedir. AİHM, son yıllarda LGBTT bireylerinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek kararlar verirken birçok devleti de ayrımcı politika ve yasalarından dolayı cezalandırmaktadır. Yasal düzenlemelerin acil bir ihtiyaç olması ile birlikte yasalarda var olan ucu her yöne açık olan genel ahlak ve Türk aile yapısı ibarelerinin somutlaştırılması ile birlikte ayrımcı olmaktan çıkarılmaları gerekmektedir. Bu sadece LGBT bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasının değil Türkiye toplumunun başta erkeklik ideolojisi olmak üzere bir dizi önyargısıyla yüzleşebilmesinin ve onları aşabilmesinin önkoşuludur.
 
Hrant Dink ile Rahip Santoro Cinayetleri, Sivas, Malatya ve Gazi Katliamları gibi birçok eşcinsel ve transseksüel cinayetlerinin temelinde nefret vardır. Nefret suçları ile mücadelede yasal düzenlemenin elzem olduğu kadar yargıdan hükümete, milletvekillerine, polise, jandarmaya, öğretmene ve duyarlı insanlara ihtiyaç bulunmaktadır. Yargı kararlarında bu nefrete dair hiçbir tolerans tanımamalıdır ki, mağdur bireyler ile mağdur olma potansiyelinde olanlar kimliklerini rahatça yaşayabilsinler. Bunun içinde sevgili Rakel Dink’in söylediği gibi "Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim" bu nedenle nefret söyleminin ve suçlarının en aza indirecek çalışmaların hayati öneme sahip olduğu aşikârdır.


Etiketler: yaşam
İstihdam