28/12/2009 | Yazar: Adorno Ma

Türkiye’de Lezbiyen Gey Biseksüel Travesti ve Transeksüel Sığınmacı ve Mültecilerin Karşılaştıkları Sorunlar…

Türkiye’de Lezbiyen Gey Biseksüel Travesti ve Transeksüel Sığınmacı ve Mültecilerin Karşılaştıkları Sorunlar…

The Penguin Atlas of Human Sexual Behavior’e [Penguin İnsanın Seksüel Davranış Atlası, Judith Mackay, Penguin, 2000] göre dünyada her 12.000 kişiden biri erkekten kadına transeksüel ve her 30.000 kişiden biri kadından erkeğe transeksüel. Ayrıca dünya nüfusunun hemen hemen yüzde 10’u Lezbiyen, Gey ve Biseksüel cinsel yönelimlerine sahip [Sexual Behavior in the Human Male (1948) ve Sexual Behavior in the Human Female (1953), Dr. Alfred Kinsey, Kinsey Institue for Research in Sex, Gender and Reproduction]. Elimizde var olan bu verilerle bu yazının aslında “azınlık” olarak görülen ancak dünya üzerinde yaşayan en az 500 milyon LGBTT bireyin haklarına, varlıklarına ve gerçekliklerine ithafen yazıldığını unutmamanız dileğiyle…
 
2010 yılına gireceğimiz şu günlerde, Birleşmiş Milletler ve Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’nin varlığını ve Evrensel İnsan Hakları Beyannamesini bir kenara koyarak, LGBTT bireylerin durumunu dile getirerek Türkiye’de yaşayan LGBTT Mülteciler ve Sorunlarına değinmek istiyorum. 1969 yılında Amerika’da yaşanan Stonewall olayından sonra, çağdaş LGBTT aktivizm hareketi içerisinde dile getirdiğimiz ve ifade etmeyi gerekli gördüğümüz LGBTT bireylerin sosyal hayatlarında yaşadıkları ayrımcılıklar kategorisinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyor; eşcinselliğin bir suç unsuru olarak kabul edilmesi ve ölüm cezası paralelinde mültecilik ve sığınmacılık. 
 
Gerek insan tabiiyetinden, gerekse de kapitalizmin getirisi hayatı algılayışlarımızdan olsa gerek dünya üzerinde eşcinsel aktivizminin ülkeden ülkeye ve hatta kıtadan kıtaya değişkenlik göstermesine rağmen aslında tek bir konuyu dile getirmeye çalıştığımızın altını çizmek istiyorum öncelikle. Kimileri eşcinsel evlilikleri ve evlat edinme yasalarını tartışırken kendi ülkelerinde, kimileri de eşcinselliğin bir suç olarak kabul edilmesini ve idam cezasına çarptırılma korkularını ifade ediyor yıllardır. Ancak söz konusu insan hakları aktivizmi olduğunda ve LGBTT bireyler dünyada 500 milyon gibi gerçekçi bir sayıya ulaşıyorken (Bu durumda Türkiye’de yaşayan LGBTT Bireylerin tahmini sayısının da 8 milyon olduğunu görüyoruz) bu kadar çok insanın yaşanan onca sorunu dile getirirken çok çeşitli sesler çıkartmasına rağmen hâlâ daha nasıl görmezden gelinebiliyor olduğunu anlamak pek mümkün olmasa gerek. Her bir başlığın heteroseksist algıya ve maşizme dayandığı gerçeğiyle yüzleşirken dünya üzerinde hâlâ daha Birleşmiş Milletlere üye en az 85 ülkede eşcinsellik bir suç. [Konuyla ilgili olarak ILGA – International Lesbians and Gay Assosication 2007 Dünya Raporu incelenebilir] Dünya üzerinde her 48 saatte bir LGBTT birey homofobiye bağlı olarak nefret suçları kapsamında öldürülüyor. [Cada 48 horas se produce un asesinato homófobo en el mundo, İspanya - http://www.elmundo.es/papel/hemeroteca/2000/04/20/sociedad/830023.html]. İslam Konferansı Örgütüne üye 23 ülkede eşcinsellik; idam, hapis cezası ve kırbaçla cezalandırılıyor. İKÖ’ye üye ülkelerin yalnızca altısında eşcinsellik yasal olarak kabul ediliyor. Bunların arasında Türkiye de var. Durumun belirsiz olduğu ülke sayısıysa 4.
Ancak 18 Aralık’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ilkeleri adına tarihi bir adım atarak, 66 devletin imzasıyla, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin dahil olduğu insan haklarının korunmasında çığır açan bir bildiriyi kabul etti. Tarihte ilk kez Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transeksüel bireylere karşı ayrımcılığı kınayan bildiri BM Genel Kurul’unda okundu. Ancak, tahmin edebileceğiniz gibi, Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu yapmış ülkeler arasında bu duyuruya imza atmayı reddeden tek ülke Türkiye oldu. ABD’nin de bu bildiriye imza atmamış olması gerçekten kafa karıştırıcıydı. Bu bilgiler paralelinde söz konusu LGBTT bireylerin Türkiye’deki Mültecilik ve Sığınmacılık Statüsü olduğunda yaşananları tahmin edebileceğinizi düşünmekteyim.
 
Türkiye’nin jeopolitik konumu ve önemi olduğunda zaten öğrenim hayatımız boyunca Sosyal Bilgiler, Coğrafya, Tarih, Vatandaşlık Bilgisi ve Milli Güvenlik Bilgisi gibi derslerden konuyla ilgili olarak fazlasını öğrendiğimizi varsayarak, Türkiye’ye yasal olarak sığınmacı ve mülteci olarak vatandaşlarının başvurduğu ülkelerin, eşcinsellik konusundaki güncel durumuna değinmek istiyorum biraz.
 
Cezayir, Angola, Benin, Burundi, Kamerun, Cape Verde, Cibuti, Etiyopya, Gine, Liberya, Libya, Malavi, Mauritus, Fas, Senegal, Sudan, Swaziland, Togo, Tunus, Bangladeş, Brunei, Solomon Adaları, Bahreyn, İran, Lübnan, Katar, Suriye, Barbados, Belize, Nikaragua, Puerto Riko ve Trinidad’da Eşcinsel ilişki tamamen yasaklanmış durumda.
 
Botsvana, Gana, Gambiya, Kenya, Nijerya, Mozambik, Nabimya, Seyşel Adaları, Siera Leone, Tanzanya, Uganda, Zambiya, Zimbabve, Butan, Burma, Fiji, Hindistan, Malezya, Maldivler, Nepal, Singapur, Sri Lanka, Tonga, Özbekistan, Kuveyt, Kayman Adaları ve Jamaika’da sadece erkekler için eşcinsel ilişki yasak, kadınların eşcinsel ilişkisi hükümetlerce yok sayılıyor.
 
Moritanya, Afganistan, Sudan, Pakistan, Çeçenistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen ve İran’da eşcinseller idam cezasıyla karşı karşıyalar. Her ne kadar İran gibi, bazı ülkelerde transseksüalite operasyonları serbest kılınsa da eşcinsel ilişki ölümle cezalandırılıyor. Heteroseksizm ve ataerkil toplumun dayatmalarının bir sonucu olarak insanları koyun ve keçiler gibi iki farklı kategoride “erkek” ve “kadın” olarak sınıflandıran bu devletler eşcinsellere transseksüalite ameliyatı olmalarını zorlayabiliyorlar. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin farklı kavramlar olduğunu göz ardı ediyor böylece. Ayrıca İran’da eğer eşcinsel eylem anal ilişki ile gerçekleşiyorsa yetişkinlere ceza idam olarak veriliyor. Eğer yetişkin değillerse 74 kırbaç ile cezalandırılıyorlar ve Tafhiz (yani birbirine sürtünerek eşcinsel ilişkide bulunmak) gerçekleşiyorsa eşcinseller 100 kırbaç ile cezalandırılıyor. Eğer aynı şahıs bu eylemi dört kez gerçekleştirirse idam ediliyor. Eğer iki erkek aynı örtü altında çıplak yatarlarsa cezaları 99 kırbaç olarak belirleniyor eğer birbirlerini şehvet ile öperlerse 60 kırbaç ile cezalandırılıyorlar. Ayrıca İran’da İki yetişkin arasında lezbiyen ilişki gerçekleşmesi halinde ceza 100 kırbaç olarak veriliyor. Eğer aynı şahıs bu eylemi dört kez gerçekleştirirse idam ediliyor. Ve Gayrimüslimler de Müslümanlar ile aynı cezai yaptırımlara tabiler.
 
Eşcinselliğin toplum içinde gösterilmesinin (örneğin sokakta öpüşme gibi) yasak olduğu ülkeler arasında Bulgaristan, Liechtenstein, Romanya ve Küba yer alıyor. Türkiye her ne kadar bu kategori içerisine dahil olmasa da, bu kategorinin içine, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nu sebebiyle LGBTT bireylerin toplum içerisindeki varlığını ayrımcı para cezalarıyla, Kabahatler Kanunu hükümlerini uygulayan polis memurlarını bonus sistemiyle ödüllendirerek girebiliyor.
Japonya, Belarus, Hırvatistan, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Lüksemburg, Polonya, Portekiz, Türkiye, Arjantin, Brezilya, Peru ve Venezüella eşcinselleri orduya kabul etmeyen ülkeler arasında. Ayrıca vicdani red hakkının tanınmadığı bazı ülkelerde eşcinsel bireyler, savaş karşıtı olmaları ve askere alınmak durumunda oldukları için kimi zaman da mülteci statüsünde başka ülkelere sığınma talebinde bulunabiliyorlar.
 
Dünyada koşullar böyleyken, Akdeniz’i çevreleyen Avrupa ülkeleri düzensiz göç alımını durdurmak adına son yıllarda öylesine sert tedbirler alınca Türkiye; Afrika, Asya ve Orta Doğu’dan Avrupa’ya göç etmek isteyen mültecilerin ana duraklarından biri olmuştur. Her yıl dünya çapında 40’dan fazla ülkeden mülteci Türkiye’ye ulaşmaktadır. Ancak Türkiye, 1951 Mülteci Sözleşmesi ve 1967 Protokolü kapsamında yalnızca Avrupa ülkelerinden gelen kişilere koruma sağlamaktadır.
Sığınmacıların çok büyük bölümü Avrupa dışı ülkelerden gelenlerin Türkiye’de mülteci statüsü alabilmeleri bu çerçevede mümkün değildir. Bunun yerine, bu kişilerin koruma ve “kalıcı çözüme yönelik” beklentileri, büyük ölçüde, mültecilerin korunmasından, desteklenmesinden ve ülkelerine geri dönüş süreçleri ile üçüncü ülkelere yerleştirilmesinden sorumlu BM kuruluşu olan Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’ne düşmektedir. Türkiye’den yerleştirilme yapılan “üçüncü ülkeler” ise Kanada, Avustralya ve ABD’dir.
 
“Geçici sığınma statüsü” alabilmek için sığınmacıların İçişleri Bakanlığı’na başvurmaları gerekiyor. Geçici sığınma statüsü, sığınmacılara BMMYK’da mültecilik başvuruları incelenirken Türkiye’de yasal olarak yaşama hakkı tanıyor. Türkiye’nin sığınmacı kabul sistemi “dağıtma” politikası üzerine düzenlenmiştir. Sığınmacılar, mültecilik başvuruları değerlendirilirken “uydu kent” olarak tabir edilen, Türkiye’nin iç bölgelerindeki önceden belirlenmiş 30 civarında şehre yönlendirilmektedir. Eşcinsel Mülteciler özellikle Kayseri, Nevşehir, Isparta ve Eskişehir illerinde ikamet ediyorlar. Bu dağıtma politikası doğrultusunda eşcinsel mültecilerin Türkiye içerisinde, 30 farklı şehirde neler yaşayabileceği ve toplum tarafından ne çeşit ayrımcılıklara uğrayabilecekleri ise sorgulanmamaktadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesi ile TCK’nin 5237 sayılı yasa ve bentlerinde yazılı hükümler çerçevesinde herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Bu düzenlemelere göre ayrımcılığın her türü yasaklanmıştır. Ayrıca sığınmacıların üçüncü bir ülkeye yerleştirilme ya da sınır dışı edilme sebebiyle Türkiye’den ayrılana dek İçişleri Bakanlığı’nın belirlediği şehirlerde ikamet etmeleri gerekmektedir. Bu şehirlerin dışına herhangi bir sebeple bir sığınmacının çıkmak istemesi polisin iznine tâbidir.
 
Türkiye halen çoğunluğunu Irak, İran, Afganistan ve Somali’den gelenlerin oluşturduğu 18.000 sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Sığınma başvurusunda bulunanların birçoğu işkence mağduru. BMMYK ve İçişleri Bakanlığı’na kayıt olmalarının ardından, mültecilerin en temel ihtiyaçlarının masraflarını kendilerinin karşılaması gerekiyor. Ayrıca herkesin her 6 ayda bir yenilenmesi gereken “ikamet ücreti” ödemeleri de zorunlu. Oldukça sınırlı olanaklarla, hiçbir sosyal destek almadan büyük bir bölümü yoksulluk içinde yaşayan mülteci ve sığınmacıların BMMYK’dan kararlarının çıkıp, “üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek” için en az 2 yıl beklemeleri gerek. Bunların yanında LGBTT Mülteciler şiddete varan tacizlere maruz kalmaktadırlar ve diğer savunmacı ve mültecilerce dışlanıyorlar. Şikâyet başvurularının dikkate alınmayacağını düşünen LGBTT sığınmacı ve mültecilerinin çok küçük bir bölümü polis korumasına başvuruyor ne yazık ki. İş bulabilme ve çalışabilme haklarına sahip olan LGBTT mülteci ve sığınmacılar, Türkiye’de iş koşullarında zorlandıklarını ifade ediyorlar. Öte yandan Türkiye’de yaşayan bir LGBTT bireyin açıkça eşcinselliği “belgelendikten sonra” iş hayatında bulunamayacağı ortadayken [İlgilenenler için: Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’ün Fuhuşa karşı olduğunu ancak eşcinselleri işe almayacağını anlattığı Fox TV’de Mart 2008 boyunca haftalık yayınlanan Objektif Programı] iş hayatlarında sorun yaşayan LGBTT mülteci ve sığınmacılar aynı zamanda, ev bulma ve buldukları evde oturmaya devam edebilme konusunda da Türkiye’de yaşayan diğer LGBTT bireyler gibi ayrımcılığa uğruyorlar. Maruz kaldıkları tüm bu ağır şartlara ek olarak, LGBTT sığınmacılar ve mülteciler, genellikle ayrımcı davranış ve tavırlara maruz kalmakta, sosyal hizmetlere ve eğitime ulaşma konularında engellerle karşılaşmaktadırlar.
 
Cinsel yönelim veya toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili olarak yapılan başvurular kısmen veya bütünüyle politik görüş kaynaklı tehlikeli durum ekseninde alınabilmekle birlikte, bu tür başvurular çoğunlukla 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 1(A)(2) maddesinde belirtilen beş temel gerekçeden biri olarak “belirli bir sosyal gruba mensubiyete” (SGM) dayandırılmaktadır. Ayrıca Uluslararası Af Örgütü dünya üzerinde yaşanan Transgender bireylerin Cinsiyet Kimliği Ayrımcılığı Vakalarını bir tür “düşünce suçu” kapsamında ele almaktadır. Kişinin sahip olduğu cinsiyet kimliğini benimsemeyip bir diğer cinsiyete ve haklarına mensup olma isteğinin yadırganması ve suç olarak teşkil edilmesi, düşünce suçları kapsamında ele alınabilmektedir. Ayrıca Cenevre Sözleşmesi belli bir sosyal gruba mensubiyetin ne anlama geldiğini tanımlamamasına rağmen, yorumlanmasında iki yaklaşım bulunmaktadır. “Korunması gereken kimlik unsurları” yaklaşımı, söz konusu gruba mensup olan bireylerin değiştirilemeyecek ya da “insan onuruna temel olması nedeniyle vazgeçmeye zorlanamayacak” bir özellikle birbirlerine bağlı olup olmadıklarına bakmaktadır. “Sosyal algılama” yaklaşımı ise konuyu söz konusu grubun toplumda ayırt edilmelerine sebep olan ya da toplumun genelinden ayıran belli bir özelliğe sahip olup olmadığı açısından ele almaktadır. BMMYK esasen “korunması gereken kimlik unsurları” yaklaşımından feyz alan “sosyal algılama” yaklaşımını benimsemiştir. Bahsedilen Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği özellikleri çoğunlukla doğuştan gelmekte, değiştirilememekte veya kimlik, inanç ya da kişinin insan haklarını kullanımı ile ilgili temel bir özellik niteliği taşımaktadır. Dünya Sağlık Örgütü WHO 1990 yılından bu yana eşcinselliği bir cinsel sapma ve psikiyatrik rahatsızlık ya da hastalık kategorisinden, yaptığı kontrollü deneyler neticesiyle çıkartmıştır. Dünya’da Psikiyatri Literatüründe en güçlü etkiyi gösteren ve ülkemizde de psikiyatri alanında tıp eğitiminde kabul edilen Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayınladığı DSM IV – Psikiyatrik Rahatsızlıklar Tanı ve Teşhis kitabında, APB tarafından 1974’ten bu yana bir cinsel sapma ya da psikiyatrik hastalık olarak kabul edilmeyen eşcinselliği ne yazık ki devletler dürüstçe davranmayarak Maşizm, Heteroseksizm ve Ataerkil Toplum Dayatmaları paralelinde – hatta içine milliyetçilik algısını dahi katabiliriz – bireylere bir baskı ve şiddet nedeni olarak kullanıp, vatandaşlarını ayrımcılığa maruz bırakmaktadırlar. Ve bunun sonucu olarak da gerek Türkiye’den gerekse de Türkiye’ye Mülteci ve Sığınma statüsünde LGBTT bireyler yaşayacakları sorunlara rağmen mülteci statüsünde ülkelerini terk edip gitmek zorunda bırakılmaktadır.
 
Helsinki Yurttaşlar Derneği (Helsinki Citizens Assembly) ve RAM Organization for Refuge, Asylum&Migration’un Haziran 2009’da ortaklaşa yayınladığı Türkiye’deki Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transeksüel Sığınmacı ve Mültecilerin Karşılaştıkları Güvenlik Sorunları – EMNİYETSİZ SIĞINAK adlı raporunda belirttiği detaylar ve tavsiyeler paralelinde olduğu gibi bizler de prosedürlerin gözden geçirilerek yeniden düzenlenmesini, önceliklerin yeniden tanımlanmasını ve kaynakların yeniden tahsis edilmesini dahil olmak üzere bir çok değişikliğe ihtiyaç duyduğumuzun altını çizmekteyiz. Bu değişikliklerin bir kısmı kökleşmiş önyargıların hiç de kolay olmayacak bir biçimde zorlanmasına bağlı olsa da, söz konusu değişikler olmaksızın Türkiye’deki LGBTT sığınmacı ve mültecilerin gerçek anlamda korunmalarının gerçekleştirilmesini güç bir hedef olarak görmeye devam edeceğiz.
 
Türkiye hükümeti ayrıca, sığınmacı ve mülteciler de dahil olmak üzere, tüm LGBTT bireylerin korunmasına ilişkin daha geniş hukuki adımlar atma konusunda teşvik edilmelidir. Bu adımlar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Ceza Kanunu dahil olmak üzere ilgili tüm yasaların, barınma, istihdam ve devlet tarafından yapılan sosyal yardım alanlarında cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı açıkça yasaklayacak şekilde değiştirilmesini içermelidir. [Konuyla ilgili olarak Kaos GL Derneği, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği, MorEL Eskişehir LGBTT Oluşumu, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, Piramid LGBTT Diyarbakır Oluşumu ve Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneğinin oluşturduğu LGBTT Hakları Platformunun Anayasanın 10. maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin eklenmesi konusunda Meclis’e ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na talepleri mevcuttur]
 
Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı tüm sığınmacıların ve mültecilerin karşılaştığı ekonomik sıkıntıları azaltacak adımlar atması, mevcut kaynaklar çerçevesinde mümkündür. Bu tür adımlar özellikle de LGBTT sığınmacı ve mültecilerin marjinalleştirilmelerinin yarattığı tahripkâr etkilerin azaltılmasında büyük bir önem taşıyor. Başlangıç olarak, tüm yoksul sığınmacılar ikamet izni bedelinden muaf tutulmalıdır. Benzer şekilde, sığınmacıların bir nebze de olsa işyerlerinde sağlanan korumalardan faydalanabilmelerini sağlamak amacıyla, çalışma izni alma sürecindeki idari ve mali mevzuat kolaylaştırılmalıdır. Öte yandan mülteci ve sığınmacıların ihtiyaç duyacakları tercüman ve çeviri ihtiyaçlarını da devletin karşılaması gerekmektedir.
 
Bizler de temel İnsan Hakları Problemlerinden biri olan Mülteci Hak İhlâllerinin üzerine daha fazla düşerek, üzerimize düşen görevi bir şekilde yapmış olabiliriz.
 
'Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, adaleti her yerde tehdit eder'. Adaletsizliği toplumun bazı kesimlerine 'reva' gören bir zihniyet, gerçekte hiçbir konuda adil olamaz. Bu yaklaşımdan, güncel gerçeklerimizi de göz önüne getirerek önemli dersler, sonuçlar çıkarmak mümkün... 
 

Etiketler: insan hakları, mülteci
İstihdam