05/01/2017 | Yazar: Karin Karakaşlı

Olağan şartlarda bütün bu dehşet resminin hükümeti şiddeti tırmandıran siyasetten vazgeçmeye, her nereden oyun kurulmaya çalışıyorsa orayı sahiplenmeye yöneltmesi beklenir.

Sondaki rakam değişti diye mucize olacağı yoktu gerçi. Ama insan işte, ölüm ve zulümden müteşekkil bir yılın takvim üzerinde bile olsa bitmesinden bir an olsun, küçük bir nefes ânı kadar olsun rahatlama hissetmeye ihtiyaç duyuyor.

Yılbaşı kutlamalarına hiçbir zaman özel bir anlam yüklemedim. İyi dilekleri dillendirmenin, bir parça umut devşirmenin vesilesi olarak gördüm sadece. Bu kez onu bile yapmaya mecalim yoktu. Kıvrıldığım kanepede çocukluğumun şarkılarını izliyordum. Biraz Ajda Pekkan, Sezen Aksu, biraz Müzeyyen Abacı, Zeki Müren. Reina’ya yapılan saldırının haberi bu şarkıların ortasında yakaladı beni. IŞİD, Türkiye’yi de savaşının cephesi kılmaya kararlı halde ilerliyor. Gerek saldırıların kan dondurucu profesyonelliği, gerek seçilen hedefler, ne kadar ince hesaplı ideolojik bir savaşla karşı karşıya olunduğunun göstergesi. Karamsarlık değil, gerçekçiliğin bir gereği olarak bu tip saldırıların artarak tekrar edeceğini söylemek yanlış olmaz.

Ama terör, geniş anlamıyla şiddet sadece saldırı ânıyla sınırlı bir eylem değildir. Beslendiği bir kaynak, muhatap aldığı bir kesim vardır. Ve asıl tehlikesi işte bu yayılma potansiyelidir.

Reina katliamı öncesi Noel Baba üzerinden yayılan ve kimi çevrelerce ‘ilginç eylem’ olarak adlandırılan nefreti anımsamanın zamanıdır belki. Sünnet edilen, kafasına silah dayanan, yumruklanan Noel Baba’yı. Ne komikti ama, değil mi? ‘Müslüman Noel kutlamaz’ düsturundan hareket eden afişler, ‘kutlamama uyarısı’ yapan gazete manşetleri ve yılbaşı kutlamalarını ‘gayrimeşru tutum ve davranışlar’ diye telakki eden Cuma hutbeleriyle Diyanet...

Sonrası toplumsal yarılmanın, akıl ve izan kaybının güncel örnekleri olarak peş peşe geldi. Sosyal medyada katliamı övenleri mi istersin, Halkevci gençlerin laiklik vurgulu çağrılarının tutuklanma gerekçesini yapılmasını mı istersin... Üzerine bir de yılbaşı mesajında yaşananlara verdiği tepki hedef tahtasına konmasına vesile edilen Barbaros Şansal’ın KKTC’den ‘sınırdışı edilmesi’ ve polis eşliğinde indiği uçaktan apronda linç edilişi geldi. İnsan yazarken inanamıyor ama vallahi de bunların hepsi iki güne, hem de yeni yılın ilk iki gününe sığdı.

Devlet erkânında sanki hiç sorumluluğu yokmuşçasına kınamalar, vatandaşı nereden çıkacağı belirsiz bombalar ve uzun namlulu silahlar, vahşeti profesyonelliğe dökmüş anonim caniler karşısında ‘tedbir’e davet etmeler, millî birlik ve beraberliğe vurgular... Hicap duyduğum o yılbaşını hatırladım bir de, hani Roboski katliamının üzerine kutlanabileni... Gerisi zaten geldi.

Katliamı mizah konusu edebilen; insanları, kurumları alenen hedef gösteren insan müsveddeleriyle bütün bunları bilinçli bir politika olarak yürüten medya kisveli aygıtlar sistematik biçimde linç faaliyetlerine devam ederken, muhalif isimlere, kesimlere dönük isnat edilecek herhangi bir suçtan yoksun, ilgisiz tutuklamalar, insanda ‘şaka olsa gerek’ hissi yaratıyor. Gel gelelim, bütün bunlar son derece ciddiyetle yaşanıyor. Toplu cinnet dayatılıyor.

Olağan şartlarda bütün bu dehşet resminin hükümeti şiddeti tırmandıran siyasetten vazgeçmeye, her nereden oyun kurulmaya çalışıyorsa orayı sahiplenmeye yöneltmesi beklenir. Zira son çıkışa doğru freni patlamış bir aracın kontrolsüz hızıyla ilerliyoruz. Keza bütün muhalif kesimlerin de faşizm, radikal, aşırı dincilik ve şiddet sarmalı karşısında ortak bir mücadelede birleşmesi beklenir. Ama hayır, olmuyor. Hâlâ itinayla düşülecek şerhler, görülecek hesaplar var. İnsanlar patlarken, taranırken. Şaka gibi ama böyle.

Ve sözü, eylemi barış olan HDP halen hedefte. Siyasetçileri, milletvekilleri, belediye başkanları, eş genel başkanları tutuklu. Nefret söyleminin pirleri ekranlarda, sosyal medyada cirit atarken, işi gücü haber olan gazeteciler tutuklu.

Tam böyle zamanda düşünmek gerekir işte, bir şiddet türü olarak sevgisizliği. Birbiriyle iki satır konuşamaz hale gelmeyi. Linç ortamını doğuran, itinayla beslenen hınç ve kindir zira. Bağırış küfre, küfür yumruğa ve tekmeye evrilir. Kitleler sürekli günah keçileri arar yok etme şehvetiyle. Sonrası işte o “Bokunda boğul Türkiye” tespitidir Barbaros Şansal’ın. Kötücül bir temenni, bir beddua değil, bir isyandır özünde. Hakaret değil hakikattir üstelik. Anlayana çok ağır gelir. (Agos)


Etiketler:
İstihdam