20/06/2016 | Yazar: Ali Ersen Erol

Karşımıza gerek siyasi, ekonomik, kültürel, ve toplumsal bağlam, ve gerekse bu bağlamın ortaya ürettiği bireylerin bizi gömmek için neler yapmadıkları bir durum ortaya çıkıyor. Fakat bizim birer tohum olduğumuzu unutuyorlar!

Dinos Kristanopulos 1949’dan beri yazan Selanikli bir şair. Yazarlığının ilk yıllarında bazı yazarlar ve eleştirmenler tarafından dışlandı. Fakat 1958’de Diagonal isimli edebi dergiyi kurdu. Daha sonra 1962’de Diagonal Yayın’ı başlattı. Kristanopulos’un kendi dergisini ve yayınevini çıkartacak kadar kenara köşeye itilmesinin sebebi, 50’lerin başından beri yazılarında sapkın olarak algılanan cinsel tecrübelere sırtını dönmemesi ve iki erkek arasındaki aşkı yazmış olmasıydı. 1970’lerde, yaşadığı ötekileştirmeye bir tepki olarak Beni Gömmek İçin Neler Yapmadın, Ama Bir Tohum Olduğumu Unuttun” diye bir mısra kaleme aldı.

12 Haziran Pazar Orlando’daki Pulse LGBT gece kulübü Güney Amerikalı gecesinde sabaha karşı son içkileri servis ettikten kısa bir zaman sonra, Omar Mateen A.B.D. tarihinin en kanlı silahlı saldırılarından birini gerçekleştirdi. Silahlı saldırı sonucu 49 kişi hayatını kaybetti ve 53 kişi yaralandı. Saldırıdan sonra A.B.D.’de gerek siyasilerin, gerekse insanların konuşmaya başladıkları konular Omar Mateen’in ailesinin Afganistan göçmeni olmasından, yaşananın İslam karşıtlığına dönüşmemesine dair uyarılara, ve A.B.D.’de sıklıkla görülen silahlı saldırıların ardından her zaman konuşulan silah alımını düzenleme yasaları üzerinde yoğunlaştı. Daha sonra Omar Mateen’in Pulse’a 3 yıldır gittiği söylentileri dolaşmaya başlayınca, konu kendi kimliğinden nefrete ve kendinden utancın şiddete dönüşmesine kaydı. Kendisinin G4S isimli dünyanın en büyük güvenlik şirketinde çalıştığı, polisliğe özendiği ve bir çok kere polis olarak çalışmak için iş başvurusu yaptığı, ve eski eşine şiddet uygulamış olduğu gibi Mateen’in A.B.D.’de egemen olan aşırı eril havayı solumuş olması ihtimali ana akım medyada çok yer bulmadı. Benzer şekilde, homofobi, transfobi, göçmenlere karşı duyulan nefret ve şüphe, ve muhafazakar cumhuriyetçi partinin son altı ayda 200’den fazla anti-LGBT yasa geçirmiş olması da bir kenara itildi. Bununla beraber, Mateen’in bir nefret suçu işlediği hakkında konuşmaya başlayan özellikle beyaz LGBT güruh, ölenlerin yüzde 90’nın Güney Amerika’lı olduğunu ve A.B.D.’de LGBT’lere karşı işlenen cinayetlerin özellikle beyaz olmayan LGBT’leri etkilediğini konuşmanın dışında tuttular. Kısacası, A.B.D. siyasileri ve halkı, yaşananları kendilerinden olabildiğince uzaklaştırmaya çalıştılar. Tepkisizlikleri ile veya tepkilerinin ne kadar isabetsiz ve gereksiz olduğu ile yüzleşmek ve kendilerine ayna tutmak istemediler. Çoğunlukla olduğu gibi dışarıyı, başkalarını suçlamak daha kolay geldi. Mateen’in içinde büyüdüğü bağlamın mimarları olduklarını bir türlü göremediler.

Fotoğraf: Sevra Nihal Ünal / İstanbul

Her hangi bir ülkede olan duruma isyan ederek başlayan ayaklanmalar nasıl başka ülkelere sirayet edebiliyorsa, bir yerde başlayan nefret de diğer ülkelere bulaşabiliyor özellikle diğer topraklar zaten kutuplaşma ve komplo bolluğu ile nefretin tohumları için müsaitse. Orlando’da yaşanan katliam Türkiye’de ‘oh iyi olmuş’ havasında AKİT gibi bir gazeteden duyurulduktan kısa bir süre sonra hem Müslüman Anadolu Gençliği hem de Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanlığı, yaklaşmakta olan İstanbul Onur Yürüyüşü’ne karşı tehditkar açıklamalar yaptılar. Zaten sonra İstanbul Valiliği de Onur Yürüyüşü'nün yasaklandığını ve bu yıl izin verilmeyeceğini açıkladı. Hemen ardından LGBT örgütleri, İstanbul Valiliği'nin kararını tanımadıklarını açıkladılar.

Çoğu zaman bireyin mi toplumu etkilediği, yoksa toplumun mu bireyi etkilediği sorusuna takılıyoruz. Bir taraftan birinin büyüdüğü çevre önemli, duydukları ve gördükleri insanı şekillendiriyor. Fakat gerek kendi yaşantımızdan, gerekse tanıdıklarımızdan biliyoruz ki çevre her şeyi ifade etmiyor. O çevrede yaşayan insanlar başka insanlarla görüşüyor, konuşuyor ve çevreyi şekillendiriyor. Bir süre sonra bu soru tavuk/yumurta bilmecesine dönüşüyor. Kimse içinden çıkamıyor ve belki öyle ya da böyle kendimizce mantıklı olan bir konum belirliyoruz. Fakat bu soruya takılmamız bir zaman kaybı. Bağlamın bireyi, bireyin de bağlamı etkilediğini biliyoruz. O yüzden hangisine baktığımız bir şeyi değiştirmiyor.

Peki Türkiye’nin şu aralar ruh halini özetleyen başlıklar ne? Mesela kadın cinayetleri; mesela trans cinayetleri; mesela çocuk tecavüzleri; mesela içki içtikleri için dışarıda otururken dövülen ve saldırılan insanlar; mesela kolaylıkla savrulan cana kıyma tehditleri; mesela maçolukla övünme; mesela gerginlik ve güvensizlik ve aşırı şüphecilik. İnsanların arasında yaşanan bu dengesizliklerin içinde bulundukları bağlam ne? Mesela devletin ve erklerinin yasa ve denetleme üstü olması; mesela sınıf, ırk, toplumsal cinsiyet, cinsellik, ideoloji, sağlık/engel kesişimlerinde imtiyazlı olanların elinde güç olması ve o güçle kendilerine göre kuralları koymaları; mesela elinde güç bulunduranların hiç mi hiç bir sonuç korkusu olmadan istediklerini yapabilmeleri ve söyleyebilmeleri ve hatta bunu bir gurur meselesi haline getirmeleri; mesela yasaların sürekli kadınların ve LGBT bireylerin aleyhine işlemesi; mesela eğitim sisteminin, popüler kültürün, ve topluma bilgi sunan basın gibi kurumların tek bir ideolojik merkez tarafından bilinçli bir şekilde yönlendirilmesi ya da susturulması. Zaten böyle bir bağlamdan nasıl bir birey çıkmasını bekleyebiliriz? Böyle bir bağlamın ürünü olan birey bağlamı ne oranda değiştirebilir ki?

Özellikle bu aralar, insanlar duymak istediklerinin bağırıldığı köşelere gidip kafalarını kuma gömüyorlar ve başlarını kumdan çıkarmak isteyenleri tekmeliyorlarsa.

Özellikle herkesin sadece duymak istediğini duyduğu ve duymak istediği dışında bir şey duyduğu zaman bunun sadece kendi bildiğini kanıtlayan bir yanlış bilgi olduğuna dair bir kanıt olduğu gibi bir kısır döngü toplumsal akla hakimse.

Özellikle muktedirlerin ellerinde tuttukları güç bu kısır döngünün varlığına bağlıysa.

Özellikle muktedirler yasaları, siyaseti, ekonomiyi, ve kültürü bu kısır döngünün idamesi için tasarlıyorlarsa.

Özellikle insanların azınlıklara karşı körüklenen şiddet arzularının haklı olduğuna dair söylemler yaygınsa ve  bunun sonucunda çocuklara, kadınlara edilen toplu tecavüzler ve kadınlara karşı şiddet cezalandırılmayarak cesaretlendiriliyorsa.

Özellikle insanlar kendi sorumluluklarını görmekten uzaklaştırılıyorsa.

Özellikle imtiyazlı olanların mutluluğu, toplumsal adaletsizliklerin kesişiminde olan zavallıların mutsuzluğuna bağlıysa.

Özellikle toplumsal kutuplaşmanın körüklenmesi, toplumsal cinsiyet ve cinsellik üzerinden yapılıyorsa.

O zaman karşımıza gerek siyasi, ekonomik, kültürel, ve toplumsal bağlam, ve gerekse bu bağlamın ortaya ürettiği bireylerin bizi gömmek için neler yapmadıkları bir durum ortaya çıkıyor. Fakat bizim birer tohum olduğumuzu unutuyorlar. 


Etiketler:
İstihdam